24 research outputs found

    Aort yaralanması riski oluşturan kaburga kırığı

    Get PDF
    A 50-year-old female patient was referred to emergency department with findings of shortness of breath and flail chest after a traffic accident. Her chest and abdomen computed tomography scan showed left hemopneumothorax, suspicious splenic bleeding, and multiple rib fractures. The fractured edge of the left sixth rib was posing a laceration threat against the descending aorta. After diagnostic laparotomy, left thoracotomy was performed, the fractured rib edge was resected before occurrence of any aortic injury, and the flail chest was stabilized. This article aims to draw attention to the importance of early intervention in posterior rib fractures posing injury threat against aorta and explain the possible mechanism

    Clinical and laboratory evaluation of anti-microbial efficacy of photocatalysts

    Get PDF
    Amaç Çalışmamız yeni kuşak fotokatalizörlerden olan apatit kaplı demir titanat uygulamasının, olası anti-mikrobiyal etkinliğinin araştırılmasını; in vitro ve hastane içi uygulamalarda test edilmesini amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntemler 30 adet standart steril petri kutusu buhar fazında 20 ppm apatit kaplı demir titanat uygulamasına tabi tutulduktan sonra floresan ışık altında 4 gün tutuldu. 10 kutuya 0,5 McFarland (1.5X108 CFU/mL -CFU=koloni oluşturucu birim) Pseudomonas aeruginosa, 10 kutuya 0,5 McFarland Acinetobacter baumannii ekimi yapıldı. 10 kutu ise kontrol olarak saklandı. Örnekler uygulama sonrası bakteriyel sağkalım oranı (CFUX100/CFU) yönünden değerlendirildi. İkinci aşamada hastanede belli mekânlarda yüzeylere özel uygulama kitiyle buhar fazında 0.012 L/m2 uygulama yapıldı. Fotokatalizör uygulamasından hemen önce ve 1 ay sonra havadaki parçacık miktarı lumimetre ile ölçülerek karşılaştırıldı. Bulgular Bakteriyel sağkalım oranları Pseudomonas aeruginosa için fotokatalizör kaplı yüzeylerde kontrol grubuna oranla 2. günden sonra anlamlı olarak azalmış bulundu (p<0.001) (%60±8 / %95±9). Fark 4. güne kadar artarak devam etti (3. gün: %35±5 / %90±9; 4. gün: %22±5 / %85±8). Acinetobacter baumannii uygulanan yüzeylerde de bakteriyel sağkalım 2. günden sonra anlamlı olarak düşük çıktı (%55±7 / %87±8) (p<0.01). Fark 4. güne kadar artarak devam etti (3. gün: %40±5 / %80±8; 4. gün: %15±5 / %78±7). Fotokatalizör kaplı yüzeylerde havadaki parçacık miktarında, ameliyathanede %97.15, yoğun bakımda %95.61, doktor odasında %98.30, serviste %94.13 ve hastane mutfağında %97.04 azalma belirlendi. Sonuç Fotokatalizör kaplamanın öncü değerlendirme çalışmalarından biri olan araştırmamız sonucunda, gerek laboratuar gerekse klinik ortamlarda bakterisit ve bakteriostatik etkinliği ortaya konulmuş ve hastane sterilizasyonunda ucuz ve güvenli bir alternatif olabileceği düşünülmüştür.Aim This study aims at investigating and testing the tentative antimicrobial efficacy; in vitro and in- hospital applications of apatite coated ferrum titanate which is one of the new generation photocatalysts. Material and Methods 30 sterile petri dishes were kept under florescent light for 4 days following the application of 20 ppm apatite coated ferrum titanate aerosol. 0.5 McFarland (1.5X108 CFU/mL -CFU=colony forming unit) Pseudomonas aeruginosa and 0.5 McFarland Acinetobacter baumannii were cultured on 10 separate dishes. 10 unprocessed dishes were used as controls. Samples were evaluated for bacterial survival rate (CFUX100/CFU) after application. In the second step, same photocatalyst aerosol was applied as 0.012 L/m2 with the specific kit on the surfaces of different units within the hospital. Particle count was measured and compared before and one-month after the photocatalyst application by lumimeter. Results Bacterial survival rate was significantly lower on photocatalyst applied surfaces versus control for Pseudomonas aeruginosa after second day of application (p&lt;0.001) (60&plusmn;8% / 95&plusmn;9%). This difference continued up to the 4th day gradually (3. day: 35&plusmn;5% / 90&plusmn;9%; 4. day:22&plusmn;5% / 85&plusmn;8%). Bacterial survival rate was significantly lower on photocatalyst applied surfaces versus control for Acinetobacter baumannii after the second day of application (55&plusmn;7% / 87&plusmn;8%) (p&lt;0.01). This difference continued up to the 4th day gradually (3. day:40&plusmn;5% / 80&plusmn;8%; 4. day:15&plusmn;5% / 78&plusmn;7%). Particle count on photocatalyst applied surfaces diminished 97.15% in operating room, 95.61% in ICU, 98.30 in physicians&amp;#8217; room, 94.13% in wards and 97.04% in hospital kitchen. Conclusions As a result of our pioneering study on the evaluation of photocatalyst, we think that it may be one of the economic and safe alternative methods of hospital sterilization based on bactericidal and bacteriostatic efficacy confirmed in both laboratory and clinical applications

    Comparison of side effects of oxytetracycline and talc pleurodesis: an experimental study

    Get PDF
    <p>Abstract</p> <p>Background</p> <p>Chemical pleurodesis is widely recommended in the treatment of refractory pleural effusion or pulmonary air leak of different etiologies. Although several agents have been used, many questions have remained unanswered about their toxicity. Talc is the most commonly used agent for the treatment, with rare, serious complications reported. Oxytetracycline pleurodesis in clinical practice has been described in a few studies, but literature reveals no experimental studies using this agent. We performed a prospective, randomized, observer-blinded, controlled study to evaluate the changes in lung histology and systemic response to pleurodesis with oxytetracycline and talc in acute and subacute phases in a rat model.</p> <p>Methods</p> <p>Forty-two male albino Wistar rats were divided into three groups and 3 subgroups with 7 animals in each. Group 1 was given oxytetracycline, 35 mg/kg; Group 2 was given talc slurry, 60 mg/kg in 0.5 mL saline solution, and Group 3 was given only 0.5 mL saline intrapleurally. In subgroups "a" the nimls were sacrificed at the postoperative 72<sup>nd </sup>hour and, in subgroups "b", on the postoperative day 7. The surfaces were graded by microscopic examination.</p> <p>Results</p> <p>Oxytetracycline produced alveolar collapse, hemorrhage, edema, inflammation at the postoperative 72<sup>nd </sup>hour and hemorrhage on the postoperative day 7, while talc produced significant edema, inflammation, proliferation, fibrosis at the postoperative 72<sup>nd </sup>hour and hemorrhage, edema, inflammation, proliferation, and fibrosis on the postoperative day 7 (p < 0,0042). Talc produced significant edema compared to oxytetracycline on the postoperative day 7. On contralateral side, oxytetracycline and talc produced significant hemorrhage on the postoperative day 7 (p < 0.0042).</p> <p>Conclusions</p> <p>Both agents were shown to produce pulmonary lesions. In acute phase, the pulmonary side effects of oxytetracycline were more pronounced, whereas the side effects of talc were prolonged to subacute phase. We propose that the occasional side effects in humans may be related to these changes as were observed in our rat model, and like talc, oxytetracycline must be used cautiously in patients with limited respiratory function.</p

    Akciğer kanserinde 8. TNM sınıflandırmasına doğru

    No full text
    Akciğer kanseri patolojik alt grupları, anatomik yerleşimi ve genomik farklılık açısından heterojen bir hastalıktır. Akciğer kanseri evrelemesi prognozun belirlenmesi açısından önem taşımaktadır ancak yeterli değildir. 8. TNM sınıflandırmasının UICC (Uluslararası kanser kontrol birliği) ve AJCC (Amerikan kanser komitesi) tarafından 2016 yılı sonunda yayınlanması planlanmaktadır. Yeni sınıflandırma 1999 ile 2010 yılları arasında IASLC (Akciğer kanseri uluslararası çalışma topluluğu) veritabanı dahilinde 94.708 hastanın tümör boyutu, lenf nodu tutulumu ve metastaz verileri temel alınarak düzenlenmiştir. Bu çalışmaya 16 ülke arasından Türkiye, 7304 hasta ile katkı sağlamıştır [1,2]. Yeni sınıflandırmada tümör boyutunun 5cm ye kadar her santiminin yeniden tanımlandığı (T1a-c ve T2a,b) ve bu şekilde tümör boyutunun prognoz açısından öneminin vurgulandığı öncelikle göze çarpmaktadır. Minimal invazif adenokarsinomun T1a (mi) olarak eklendiği, parsiyel veya total atelektazini fark gözetilmeden aynı grupta (T2) yer aldığı, diafragma invazyonunun kötü prognoz göstermesi nedeniyle bir üst kategoriye (T4) çıkarıldığı görülmektedir. Tümörün karinadan uzaklığın prognozu etkilemediği saptandığından proksimal tümörler bir alt katagoriye (T2) alınmıştır. N tanımlayıcılarında değişiklik önerilmemiştir. Metastazlarda ise organ sayısı ve metastaz sayısının yeniden tanımlanması (M1a-c) yapılan TNM değişiklikleri olarak özetlenebilir [2-4]. Bu tanımlamalar dışında veritabanında anatomik özellikler dışında bilgiler de toplanmıştır. Hastanın yaş, cinsiyet, ırk, sigara hikayesi, kilo kaybı, laboratuar analizleri (LDH, alkalin fosfataz), SFT, tümörün SUVmax değeri, histopatolojik tip, diferansiyasyon, vasküler lenfatik invazyon, tümör markırları ve çevresel faktörler bunlardan bazılarıdır [2]. Turkish Journal of Clinics and Laboratory'nin bu sayısında Günal ve ark çalışmasında karsinoembriyojenik antijen (CEA) ve CA 19-9 seviyelerinin prognoz açısından anlamlı olduğunu vurgulanmaktadır [5]. Sonuç olarak yeni sınıflandırmada önerilen revizyonların tamamıyla anatomik düzeyde olduğunu görmekteyiz [4], oysa ki yukarıda bahsedilen faktörlerin, tümörün histopatolojik özelliklerinin ve genetik karakterin tedavi ve prognoz açı- sından önemi göz ardı edilmemelidir [3,6]. Küçük hücre dışı akciğer kanserlerinde aynı patolojik tiplerin alt gruplarının dahi tümör boyutundan bağımsız olarak prognozu etkileyebileceği göz önüne alınarak oluşturulacak bileşik bir kişi bazlı-histopatolojik-genetik-TNM sınıflandırmasının planlanması, ileriki dönemlerde daha etkin bir tedavi açısından tartışılacak konuların başında gelecektir.Akciğer kanseri patolojik alt grupları, anatomik yerleşimi ve genomik farklılık açısından heterojen bir hastalıktır. Akciğer kanseri evrelemesi prognozun belirlenmesi açısından önem taşımaktadır ancak yeterli değildir. 8. TNM sınıflandırmasının UICC (Uluslararası kanser kontrol birliği) ve AJCC (Amerikan kanser komitesi) tarafından 2016 yılı sonunda yayınlanması planlanmaktadır. Yeni sınıflandırma 1999 ile 2010 yılları arasında IASLC (Akciğer kanseri uluslararası çalışma topluluğu) veritabanı dahilinde 94.708 hastanın tümör boyutu, lenf nodu tutulumu ve metastaz verileri temel alınarak düzenlenmiştir. Bu çalışmaya 16 ülke arasından Türkiye, 7304 hasta ile katkı sağlamıştır [1,2]. Yeni sınıflandırmada tümör boyutunun 5cm ye kadar her santiminin yeniden tanımlandığı (T1a-c ve T2a,b) ve bu şekilde tümör boyutunun prognoz açısından öneminin vurgulandığı öncelikle göze çarpmaktadır. Minimal invazif adenokarsinomun T1a (mi) olarak eklendiği, parsiyel veya total atelektazini fark gözetilmeden aynı grupta (T2) yer aldığı, diafragma invazyonunun kötü prognoz göstermesi nedeniyle bir üst kategoriye (T4) çıkarıldığı görülmektedir. Tümörün karinadan uzaklığın prognozu etkilemediği saptandığından proksimal tümörler bir alt katagoriye (T2) alınmıştır. N tanımlayıcılarında değişiklik önerilmemiştir. Metastazlarda ise organ sayısı ve metastaz sayısının yeniden tanımlanması (M1a-c) yapılan TNM değişiklikleri olarak özetlenebilir [2-4]. Bu tanımlamalar dışında veritabanında anatomik özellikler dışında bilgiler de toplanmıştır. Hastanın yaş, cinsiyet, ırk, sigara hikayesi, kilo kaybı, laboratuar analizleri (LDH, alkalin fosfataz), SFT, tümörün SUVmax değeri, histopatolojik tip, diferansiyasyon, vasküler lenfatik invazyon, tümör markırları ve çevresel faktörler bunlardan bazılarıdır [2]. Turkish Journal of Clinics and Laboratory’nin bu sayısında Günal ve ark çalışmasında karsinoembriyojenik antijen (CEA) ve CA 19-9 seviyelerinin prognoz açısından anlamlı olduğunu vurgulanmaktadır [5]. Sonuç olarak yeni sınıflandırmada önerilen revizyonların tamamıyla anatomik düzeyde olduğunu görmekteyiz [4], oysa ki yukarıda bahsedilen faktörlerin, tümörün histopatolojik özelliklerinin ve genetik karakterin tedavi ve prognoz açı- sından önemi göz ardı edilmemelidir [3,6]. Küçük hücre dışı akciğer kanserlerinde aynı patolojik tiplerin alt gruplarının dahi tümör boyutundan bağımsız olarak prognozu etkileyebileceği göz önüne alınarak oluşturulacak bileşik bir kişi bazlı-histopatolojik-genetik-TNM sınıflandırmasının planlanması, ileriki dönemlerde daha etkin bir tedavi açısından tartışılacak konuların başında gelecektir

    Deneysel hayvan çalışmalarında montelukast

    No full text
    Son yıllarda sisteinil lökotrien (CysLT1) reseptör antagonisti, allerji ve astım tedavisinde kullanılan bir ilaç olan montelukastın deneysel çalışmalarda sıklıkla kullanıldığını görmekteyiz. Bu ve benzeri birçok çalışma ışığında, ileride montelukastın farklı alanlarda kullanılacağını öngörmek zor değil. Bunların başında inflamatuar hastalıklarda kullanımı, graft versus host reaksiyonlarının tedavisi ve özellikle kanser tedavisi konusunda yapılacak çalışmalar başı çekecektir

    Treatment of Iatrogenic tracheal laceration with cervical mediastinotomy and tube drainage; a case report

    No full text
    Trakeobronşiyal hasar endotrakeal entübasyonun hayati bir komplikasyonudur. Akciğer kist hidatiği nedeniyle standart torakotomi ile kistotomi ve kapitonaj ameliyatı uygulanan 7 yaşındaki bir kız çocukta masif ciltaltı amfizem gelişmesi sonrasında teşhis edilen, entübasyon nedenli trakea yaralanması sunuldu. Tedavide servikal mediastinotomi ve tüp drenajı başarıyla kullanıldı. Konservatif ve cerrahi tedavi metodları tartışıldı.Tracheobronchial injury is a life threatening complication of endotracheal intubation. An intubation induced tracheal laceration diagnosed a&#64261;er massive subcutaneous emphysema, in a 7-year-old girl who underwent a cystotomy and capitonnage operation through a standard thoracotomy for pulmonary hydatid cyst is presented. She was treated with cervical mediastinotomy and tube drainage with an uneventful clinical outcome. Conservative and surgical treatment methods are discussed
    corecore