18 research outputs found
The normal electrocardiogram limits for children
Elektrokardiyografi (EKG) kalp-damar sistemi hastalıklarında önemli bir tanı aracıdır. Çocuklarda normal elektrokardiyogram değerleri yaşa ve cinse göre belirgin değişiklikler göstermektedir. Bu nedenle çocukluk yaş grubunda normal değerlerin saptanması için birçok çalışma yapılmıştır. Günümüzde en yaygın kullanılan EKG değerleri Davignon ve arkadaşları tarafından 1980'de yayınlanan çalışmaya dayanmaktadır. Ancak cihazlardaki değişmelerle birlikte toplumların kendi normal değerlerini belirlemelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Aydın ilinde 16 yaşını doldurmamış sağlıklı çocuklarda normal elektrokardiyogram değerlerinin belirlenmesinin amaçlandığı bu çalışma Mart 2008- Eylül 2008 tarihleri arasında Aydın il merkezinde yapıldı. 1305 olgudan kayıtlar alındı. Toplamda 142 olgu olmak üzere, kayıt kalitesinin kötü olması nedeniyle 120 olgu, ektopik atriyal ritm nedeniyle yedi olgu, ventriküler erken vuru nedeniyle beş olgu, atriyal erken vuru nedeniyle iki olgu, konjenital kalp hastalığı nedeniyle iki olgu çalışmaya alınmadı. Pediatrik kardiyoloji polikliniğine 13 olgu ileri değerlendirme için çağrıldı. Polikliniğe gelen dokuz olgunun biri aort kapak darlığı, biri Wolff-Parkinson-White sendromu tanısı konarak muayeneye gelmeyen dört olgu ile birlikte çalışmadan dışlandı. Çalışmaya dahil edilen 1163 çocuktan 562'si kız (%47,4), 601'i ise erkekti (%52,6). Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar farklı ırklardan, farklı ülkelerden çalışmalarla ve Türkiye'den yapılan benzer çalışmalarla karşılaştırıldı. Sonuç olarak EKG değerlerindeki farklılıkların ırk yanında biyolojik değişkenlik ve prekordiyal elektrotların yerleştirilmesi ile kayıtların gözle kontrol edilmesi gibi bazı teknik özelliklerle ilişkili olabileceği düşünüldü.Electrocardiography is an important diagnostic tool in the evaluation of the cardiovascular system diseases. The ECG values in childhood significantly varies with age and gender. For this reason, many studies have been performed to establish the normal values for the childhood period. The most frequently used normative ECG measurements rely on the study by Davignon et al. Published in 1980. With the changes in the electrocardiography machines, there is a need for the detection of normal values for all the societies. This study was carried out in Aydın among 0-16 year-old children during March-September 2008 to determine the normal values in healthy children. ECG records were collected randomly from 1305 patients in well child outpatient clinics, primary care units, nursery schools and primary schools. Totally 142 electrocardiograms were excluded (insufficient or noisy records (n=120), ectopic atrial rhythm (n=7), premature ventricular contraction (n=5), atrial premature contraction (n=2), congenital heart disease (n=2)). For further evaluation, 13 children with suspicious ECG's were recalled to the pediatric cardiology unit. Nine of them submitted to our outpatient clinics and two of them were excluded from the study (aortic valvular stenosis (n=1), Wolff-Parkinson-White syndrome (n=1)) besides the four missing patients. The remaining 1163 EGCs were included in the study. Of the children, 562 were female (47.4%) and 601 were male (52.6%). Our results were compared to other studies from different countries between different races and to similar studies from Turkey. It was concluded that the observed differences in various ECG parameters could be related to biological variability and some technical details such as precordial electrode placement and visual checking of the records besides race
Prematüre bebeklerde süt ısısının beslenme intoleransı üzerine etkileri.
Giriş Beslenme intoleransı prematüre yenidoğanlarda en sık görülen problemlerdendir. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde rutin olarak verilen süt veya formülanın ısı ölçümü yapılmamaktadır. Prematürelerde süt ısısının beslenme intoleransı üzerine etkileri hakkında yapılmış çok az çalışma bulunmaktadır. Amaç: Bu çalışmada yenidoğan yoğun bakım ünitemize yatan prematüre bebeklerde süt ısısının beslenme intoleransı üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde izlenen, gestasyonel haftası 34 haftanın altında veya doğum ağırlığı 1500 gram altında olan preterm yenidoğanlar çalışmaya dahil edildi. Sindirim sistemine ait konjenital anomalisi olan ve genetik sendrom tanısı ile izlenen olgular çalışmadan dışlandı. Çalışmaya dahil edilen bebekler soğuk ve sıcak grup olarak ikiye ayrılarak; soğuk gruptaki bebekler oda sıcaklığı (OS) olan 24°C sıcaklıkta (Grup 1), sıcak gruptaki bebekler taze sağılmış anne sütü sıcaklığına (ASS) uygun olarak 32-34°C (Grup 2) sıcaklıkta beslendi. Beslenme miktarı, rezidü kayıtları, kilo alımları, total enteral beslenmeye geçiş süresi, medikal tedavi ihtiyacı, taburculuk vücut ağırlığı ve klinik bulguları prospektif olarak izlendi. Gavajla verilen miktarın % 50'sinin üzerindeki rezidüler anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: Kriterlere uyan 80 yenidoğan (Grup 1 22-24 °C (n=40), grup 2 32-34 °C (n=40)'de beslendi) çalışmaya dahil edildi. Grup 2'de anne sütü alanlarda gatrik rezidü sayısı ılımlı derecede daha düşüktü. Grup 2'de daha az apne atağı (p=0,006) ve daha az antireflü tedavi ihtiyacı olduğu saptandı (p=0,0013). Çalışma boyunca 12 olgu nekrotizan enterokolit (NEK) tanısı ile izlendi (OS: 5, ASS:7 olgu) ve gruplar arasında fark yoktu (p>0,05). Sonuç: Çalışmamızda iki grup arasında 32-34°C'de süt ile beslenmenin prematüre bebeklerde gastrik rezidü sayısı, apne sıklığı ve antireflü tedavi gereksinimini azaltması nedeni ile prematürelerde oda ısısındansa vücut ısısına daha yakın sıcaklıkta beslenme ümid vaad etmektedir. Bu konuda daha fazla sayıda çalışma ılık dereceler ile beslenmenin beslenme intoleransı üzerine pozitif etkilerini gösterebilir
Yenidoğan döneminde sürfaktan kullanımı-bilinenler, halen araştırılanlar, araştırılması gerekenler
Respiratory distress syndrome is pulmoner insufficiency caused by the lack of surfactant and the main reason of morbidity and mortality in pre- term infants. Mothers at high risk of preterm birth should be transferred to perinatal centers with experience for respiratory distress syndrome and antenatal steroids should be given before 35 weeks’ of gestational age. Surfactant treatment should be applied to babies with or at high risk for respiratory distress syndrome. Prophylaxis should be given to infants of ;lt;26 weeks of gestational age and to infants requiring entubation in the delivery room. Nasal continuous positive airway pressure should be considered in infants with complete steroid treatment and without en- tubation need. Early surfactant may be given if entubation is performed during follow-up. Natural forms of surfactant should be preferred when needed. If the infant is stable, early extubation and non-invasive respira- tory support should be considered. In this review, the recent studies’ cur- rent data about surfactant treatment will be discussed.Sıkıntılı solunum sendromu sürfaktan eksikliğinin doğal sonucu olarak gelişen akciğer yetersizlik tablosudur ve erken doğan bebeklerde hastalık ve ölümün temel nedenidir. Son kılavuzlara göre erken doğum için risk taşıyan anneler sıkıntılı solunum sendromu konusunda deneyimli mer- kezlere yönlendirilmeli ve 34 haftanın altındaki tüm gebelere erken do- ğum eylemi söz konusu ise doğum öncesi kortikosteroid uygulanmalıdır. Bebekte sıkıntılı solunum sendromu hastalığı ve riski bulunması halinde sürfaktan tedavisi uygulanmalı ve 26 haftanın altındaki tüm bebeklere doğum odasında koruyucu sürfaktan uygulanmalıdır. Koruyucu tedavi haftasına bakılmaksızın devamlılık için entübasyon gereksinimi olan tüm sıkıntılı solunum sendromlu erken doğmuş bebeklere verilmelidir. Doğum öncesi steroid tedavisi tamamlanmış, doğum odasında sıkıntılı solunum sendromu nedeniyle entübasyon gerekmeyen olgulara burun- dan kontinu pozitif hava yolu basıncı uygulaması başlatılır ve izleminde entübasyon gerektirirse erken kurtarma tedavisi uygulanabilir. Sürfak- tan kullanımında doğal sürfaktan şekli tercih edilmelidir. Bebek stabilse sürfaktan uygulaması sonrası erken ekstübasyon ile girişimsel olmayan solunum desteğine geçilmeye çalışılmalıdır. Bu derlemede sürfaktan te- davisi ile ilgili sorulara yanıt aramaya çalışan güncel çalışmaların yeni verileri tartışılacaktır. (Türk Ped Arş 2014; 49: 1-12
Serum leptin levels among 6-16-year-old children with asthma and obesity
Objective: the incidence of asthma is slightly increasing. in regions where prevalence of asthma is getting higher, there is a tendency for an increase in obesity. the aim of this study is to evaluate the relation between serum leptin levels, pulmonary function tests and serum total IgE levels among 6- 16-year-old-children with asthma and obesity. Materials and Methods: There were 44 children included in the study (mean age 10.2 ± 2.36 years). Totally 11 asthmatic (3 female, 8 male), 12 asthmatic obese (3 female, 9 male) and 9 obese (7 female, 2 male) children were selected. Control group was consisted of 12 healthy (6 female, 6 male) children. Body mass index, pulmonary function tests, serum total IgE levels and serum leptin levels were calculated. Results: Interestingly; there was a significant relation between PEF levels and serum leptin levels (p= 0.016) but no relation was found between leptin levels and FEV1, FVC, FEV1/FVC. in the study; no positive effect of inhale steroid on leptin was present (p> 0.05). Conclusion: Every new study about leptin brings together new data about the subject. in this pointGiriş: Astım insidansı giderek artmaktadır. Astım prevalansının daha fazla olduğu bölgelerde, obezitede de artma eğilimi vardır. Bu çalışmada 6-16 yaş arası astım ve obezitesi olan çocuklarda, serum leptin düzeyi ile solunum fonksiyon testleri ve serum IgE düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 11’i astımlı (K/E = 3/8), 12’si astımlı obez (K/E = 3/9), dokuzu obez (K/E = 7/2) ve 12’si sağlıklı (K/E = 6/6) toplam 44 çocuk alındı. Beden kitle indeksi, solunum fonksiyon testleri, serum IgE ve leptin düzeyleri ölçüldü. Bulgular: PEF düzeyleri ile serum leptin düzeyleri arasında anlamlı ilişki (p= 0.016) olmasına rağmen, leptin düzeyi ile FEV1, FVC, FEV1/FVC arasında herhangi bir ilişki saptanmadı. Bu çalışmada inhaler steroidin leptin üzerine pozitif etkisi saptanmadı (p> 0.05). Sonuç: Leptinle ilgili yapılan her yeni çalışma bize yeni bilgiler kazandırmaktadır. Serum leptin düzeyi ile PEF arasında pozitif ilişki olmasından dolayı, akut ve kronik astım tedavisi sırasında PEF’in yanında serum leptin düzeyinin de ölçülmesi gerekmektedir
Effect of partially hydrolyzed synbiotic formula milk on weight gain of late preterm and term infants—a multicenter study
Introduction: Data on the effectiveness of hydrolyzed infant formula containing both pre- and probiotics (synbiotic formula) on the growth of infants is still scarce. This retrospective study was designed to evaluate the effect of a partially hydrolyzed synbiotic formula on growth parameters and the possible occurrence of major gastrointestinal adverse events or morbidities in infants born via cesarean section (C-section) delivery. Methods: C-section-delivered term and late preterm infants who received either partially hydrolyzed synbiotic formula, standard formula, or maternal milk and followed at seven different hospitals from five different regions of Turkey, during a 1-year period with a minimum follow-up duration of 3 months were evaluated retrospectively. All the included infants were evaluated for their growth patterns and any kind of morbidity such as diarrhea, constipation, vomiting, infection, or history of hospitalization. Results: A total of 198 infants (73 in the human milk group, 61 in the standard formula group, and 64 in the partially hydrolyzed synbiotic formula group) reached the final analysis. The groups were similar regarding their demographic and perinatal characteristics. No difference was observed between the three groups regarding gastrointestinal major side effects. Growth velocities of the infants in the human milk and partially hydrolyzed synbiotic formula groups during the first month of life were similar whereas the weight gain of infants in the standard formula group was significantly less than these two groups (p < 0.001). Growth velocities were similar among the three groups between 1st and 3rd months of age. Discussion: A partially hydrolyzed synbiotic formula provided better weight gain in late-preterm and term infants who were delivered via C-section delivery compared to the standard formula during the first month of life. This weight gain was similar to the infants receiving exclusively human milk. This difference was not observed in length and head circumference gain. No difference was observed in any of the parameters during the 1st–3rd months of age. Specially formulated partially hydrolyzed synbiotic formulas may reverse at least some of the negative impacts of C-section delivery on the infant and help to provide better growth, especially during the early periods of life
Turkish Validity and Reliability Study of Pressure Ulcer Risk Assessment Scale: Neonatal Braden Q Scale
Amaç: Basınç yaraları, yoğun bakım ünitelerinde sık görülen, hastane yatış süresini uzatan, mortaliteyi arttıran ve tedavi giderlerini yükselten önemli bir bakım sorunudur. Yenidoğan dönemine göre geliştirilmiş olan Neonatal Braden Q Basınç Risk Değerlendirme Ölçeği’nin (NBQBRD) ise ülkemizde henüz güvenilirlik ve geçerlilik çalışması bulunmamaktadır. Konu hakkında, yenidoğan dönemine ait ülkemizde tek geçerlilik ve güvenirlilik çalışması yapılmış ve halen kullanılmakta olan Yenidoğan Cilt Risk Değerlendirme (YCRD) Ölçeğidir. Çalışmamızın amacı Türkiye’de ilk defa yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatarak tedavi gören bebeklerde Türkçe NBQBRD Ölçeği’nin ülkemiz için geçerlilik ve güvenirliğini değerlendirmektir. Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatarak tedavi gören 114 olguda toplam 201 değerlendirme yapılmıştır. Verilerin toplanmasında; hasta özelliklerine ve çalışmayı sürdüren hemşirelerin bireysel özelliklerine ilişkin soru formu ve Türkçe NBQBRD Ölçeği ile birlikte paralel form testi olarak Türkçe YCRD Ölçeği kullanılmıştır. Aynı vaka eş-zamanlı olarak bakım veren hemşiresi ve araştırmacı tarafından değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmada Türkçe NBQBRD Ölçeği’nin geçerli ve güvenilir olduğu, Türkçe YCRD Ölçeği ile karşılaştırıldığında klinik hemşireleri ve araştırmacı ölçümlerinin iki ölçek arasındaki korelasyon katsayısının yüksek ve aralarındaki ilişkinin ileri düzeyde anlamlı olduğu görülmüştür. Sonuç: Bu sonuçlar yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatmakta olan bebeklerde basınç ülseri risk değerlendirmesinde Türkçe NBQBRD Ölçeği’nin ülkemizde güvenle kullanılabileceğini göstermiştir.Objective: Pressure sore is a common care problem in intensive care units which prolongs hospital stay, increases mortality and treatment costs. Validity and reliability study of neonatal Braden Q scale, which is developed for the neonatal period, has yet not performed in our country. the only validity and reliability study for the neonatal period in Turkey was performed for the Newborn Skin Risk Assessment Scale which is currently in use. the aim of this study was to assess the validity and reliability of Turkish Neonatal Braden Q Scale in infants hospitalized firstly in the neonatal intensive care unit. Method: A total of 201 assessments were made for 114 patients who were hospitalized in the Neonatal Intensive Care Unit of Ege University Faculty of Medicine, Department of Pediatrics. in the collection of data; a questionnaire form concerning characteristics of patients and individual features of study nurses; and Neonatal Braden Q Scale together with Turkish version of Newborn Skin Risk Assessment Scale were used. the same case was evaluated simultaneously by the patient’s nurse and the investigator. Results: in this study, it was found that the Turkish verison of Neonatal Braden Q Scale is reliable and valid. the correlation coefficient was high between the two scales when clinical nurse’s and responsible investigator’s measurements was compared. Conclusion: in conclusion, Turkish version of Neonatal Braden Q Pressure Ulcer Risk Assessment Scale is reliable for the evaluation of pressure ulcer risk in infants hospitalized in the neonatal intensive care units in our country
Can urinary biomarkers predict acute kidney injury in newborns with critical congenital heart disease?
Background/aim: Congenital heart disease (CHD) is the most common congenital malformation group and is the leading cause of newborn mortality in developed countries. Most of the infants with CHD develop preoperative or postoperative acute kidney injury (AKI). Acute kidney injury may develop before the serum creatinine rise and oliguria. Urinary biomarkers such as kidney injury molecule-1 (KIM-1), neutrophil gelatinase-associated lipocalin (NGAL), interleukin (IL)-18, and cystatin C may predict AKI in patients with critical CHD (CCHD) before the serum creatinine rise. In this study, we aimed to determine the AKI incidence among newborn patients with CCHD and investigate the predictivity of urinary biomarkers for AKI. Materials and methods: Newborns with a gestational age >34 weeks and birth weight >1500 g with a diagnosis of CCHD were enrolled in the study. Blood and urine samples were collected at birth, during the first 24–48 h, and in the preoperative and postoperative periods. Results: A total of 53 CCHD patients requiring surgery during the neonatal period were enrolled in the study. The 24–48 h KIM-1 levels of the cases with exitus were higher (P = 0.007). The 24–48 h cystatin C and preoperative NGAL levels were higher in patients with postoperative AKI (P = 0.02). Conclusion: In newborns with CCHD, high KIM-1 levels may predict mortality, whereas high cystatin C and preoperative NGAL levels may be indicative of AKI. These biomarkers deserve further investigation in larger study populations. Key words: Acute kidney injury, cardiovascular surgery, critical congenital heart disease, newborn, urinary biomarke