13 research outputs found

    Conversion of nursing evidence to practice science: Translational nursingHemşirelik kanıtlarının uygulamaya dönüştüğü bilim: Translasyonel hemşirelik

    Get PDF
    Today, enhancing the quality of healthcare, offering cost-effective healthcare, the increase in healthcare costs, knowledge management, healthcare preferences of the changing community, cost, effective healthcare policies and similar reasons have made it necessary to integrate evidence-based research findings into clinical practice. Evidence-based nursing practices are important to improve the quality and outcomes of nursing care and to make a difference in clinical practice. Translational nursing is a dynamic process defined as the initiation of research in the clinic where the research is carried out in order to fulfill this necessity. This process takes place through an intensive and complex interaction between researchers and the users of information and facilitates bridging the gap between scientific knowledge and its clinical use. When the examples of Translational Nursing from around the world are examined,"Translational Nursing" practices have been realized for a long time. Studies carried out in Turkey show that there are translational practices in nursing but this term is not used. It was aimed to emphasize, with this review, the importance of the use of the concept of “Translational Nursing” as a common terminology to integrate scientific knowledge with clinical practices.Extended English summary is in the end of Full Text PDF (TURKISH) file. ÖzetGünümüzde sağlık bakım kalitesinin arttırılması, maliyet-etkili bakımın verilmesi, sağlık bakımı maliyetlerindeki artış, bilginin yönetimi, değişen toplumun sağlık bakım tercihleri, maliyet, etkili bakım politikaları gibi nedenler kanıt düzeyi yüksek araştırma bulgularının klinik uygulamalar ile bütünleştirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Hemşirelik uygulamalarının kanıta dayalı olması ise bakım kalitesini ve sonuçlarını iyileştirmek, klinik uygulamalarda fark yaratmak için önem taşımaktadır. Translasyonel hemşirelik;  araştırmanın gerçekleştiği klinikte uygulanmaya başlanması olarak tanımlanan dinamik bir süreçtir. Bu süreç, araştırmacılar ve bilgiyi kullananlar arasında yoğun ve karmaşık bir etkileşim içinde gerçekleşerek bilimsel bilgi ve onun klinik kullanımı arasındaki boşluğu kaldırmaya yardımcı olmaktadır. Dünya literatürü incelendiğinde “Translasyonel Hemşirelik” uygulamalarının uzun zamandır gerçekleştiği görülmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalar incelendiğinde ise , hemşirelikte translasyonel uygulamaların olduğu ancak bu terimin kullanılmadığı belirlenmiştir. Bu derleme ile “Translasyonel Hemşirelik” kavramının bilimsel bilgi ile klinik uygulamaların bütünleştirilmesinde ortak terminoloji olarak kullanılması ve translasyonel bilimin uygulanmasının önemini vurgulamak amaçlanmıştır

    Langerhans hücreli histiositoz'lu olgularda santral sinir sistemi hastalığının araştırılması

    No full text
    Langerhans hücreli histiositoz (LHH), dendritik hücre sistemine ait CD1 a pozitif Langerhans hücreleriyle beraber lenfosit, normal histiosit/makrofajların proliferasyonu sonucu doku ve organlarda birikimi ile karakterli ve sıklıkla çocukluk çağında görülen nadir bir hastalıktır. Hastalık yaygınlığı tek kemik lezyonundan- multisistem organ yetmezliğine kadar değişebilmektedir. Hastalık seyri spontan remisyondan, yıllar içinde kronik rekürrenslere ve ölümcül organ yetmezlik bulgularına değişkenlik gösterebilir. LHH 'da SSS hastalığı nadir olmakla beraber, morbiditesi yüksek oluşuyla önem taşımaktadır.Küçük yaş, MS hastalık tutulumu ve kraniyofasiyal kemik tutulumlarının risk oluşturduğu SSS hastalığında Dİ en sık rastlanan hastalık bulgusu olarak bildirilmektedir. Geçen 20 yılda SSS hastalığında semptomatik ve asemtomatik olgularda çeşitli kraniyal MRG bulguları tanımlanmıştır. Çalışmada birincil amacımız multidispliner yaklaşımla LHH'li olgularda SSS hastalığının nöropsikiyatrik bakıları ve kraniyal MRG değerlerlendirmeleri ile belirti ve bulguları saptayarak, SSS hastalığının sıklığını belirlemektedir. Ikincil olarak SSS hastalığını saptamada önemli yer tutan kraniyal MRG yöntemindeki özellikleri belirlemek, standardize etmek ve olguların tanı ve izlemlerinde radyolojik incelemenin önemini vurgulamak amaçlanmıştır. Bu çalışma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Çocuk Onkoloji Bölümünde Langerhans Hücreli Histiositoz tanısı ile izlenen 30 olguda SSS hastalığının sıklığını ve özelliklerini belirlemek üzere planlanan kesitsel geriye dönük özellikte bir çalışmadır. ( Etik kurul numarası: No1396/596, BAP proje no:2013-TIP-90) Hastaların geçmiş izlem bulguları dosya taraması ile belirlendi. Çalışma kapsamında nörolojik bakıları EEG, kraniyal MRG çekimleri çocuk nörolojisi bilim dalı ve radyoloji ABD' larınca yapıldı. Çalışmada tanı yaş ortalaması 81,3 ay (8-202 ay) ortanca 74 ay , erkek/ kız oranı 1,1 olarak bulundu. Küçük yaş olarak değerlendirilen 36 ay altı hasta sayısı % 36 (11), bunların %63'ünde ( 7) multisistem tutulum saptandı. Olgularda en sık IV tutulan iskelet sistemi (%97) olup, %66 (20) tek sistem tutulumu %34ü (10) multisistem tutulumu gösteriyordu.SSS hastalığı açısından riskli kemik tutulumu olan 7 olgunun ,6'sında temporal kemik, 1'inde orbital kemik tutulumu vardı. SSS hastalık bulguları olan 10 (%33,3) olgu saptandı. Bunların 6'sı radyolojik ve klinik bulguyu birlikte gösteren "kanıtlı SSS hastalığı" olarak kabul edildi. 4'ünde radyolojik bulgularına ek, risk organ tutulumu ve/veya gelişim basamaklarında gerilip olması nedeniyle "kuvvetle olası SSS hastalığı" olarak değerlendirildi. Kraniyal MRG'da LHH ile uyumlu olabilecek lezyonları gösteren, SSS hastalığı için risk taşımayan, 7 olgu da "kuşkulu SSS hastalığı?" açısından sıkı izlem gerektiren olgular olarak düşünüldü. SSS hastalığı olarak kabul edilen 10 olgunun 9'u MS tutulumlu olup , 6'sı 3 yaş altında idi, böylece MS tutulum ve küçük yaşın SS hastalığı açısından risk oluşturduğu görüldü Riski yüksek hastalarda hastalığa özgü primer sağaltım yanında IVIG uygulamasının bulguları önleyebileceği ve geriletebileceği gözlendi Sonuçta özellikle küçük yaşta MS tutulum gösteren LHH'li olgular öncelikli olarak, tüm olguların SSS hastalığı riski taşıdığı unutulmamalıdır. Ayrıca multidisipliner olarak, SSS hastalığının saptanmasında, tanı ve izlemde nöropsikiyatrik bakı ve uygun teknikle yapılan kraniyal MRG değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır

    Aplastic Anemia Frequency and Management in Pediatric Liver Transplantations Due to Non-A-E Hepatitis

    No full text
    BACKGROUND: Hepatitis-associated aplastic anemia (HAAA) is a rare complication that presented with bone marrow failure after acute hepatitis. HAAA usually occurs in adolescent men within 1-6 months following hepatitis. Most of HAAA’s etiology has non-A-E viral hepatitis. METHODS: Our retrospective study included patients with acute fulminant hepatitis who had been treated in Ege University Pediatric Gastroenterology, Hepatology and Nutrition Department and İzmir Kent Hospital Clinical, laboratory, and epidemiological data of the patients were collected from the files. RESULTS: In this study, 499 children underwent liver transplantation (LT) in two pediatric transplantation centers. Sixty-eight (13.6%) out of 499 patients, underwent liver transplantation due to fulminant hepatic failure (FHF). Therefore, a total of 64 patients (34 girls, 30 boys) with a diagnosis of FHF have included in the study. Thirty-two (50.0%) of 64 FHF were due to non-A-E hepatitis and 4 out of the 64 patients (6.2%) with FHF developed HAAA. All of the patients received prednisolone as immunosuppression treatment after LT. Three patients were also given Tacrolimus and 1 received an additional mycophenolate mofetil. One of the patients was given prednisolone and cyclosporine treatment without tacrolimus. Bone marrow transplantation was performed in 1 patient (25.0%). Two of the patients received immunosuppressive treatment including rabbit-derived anti-thymocyte globulin, cyclosporine, and initially prednisolone. CONCLUSION: In children who underwent liver transplantation for non-A-E FHF are at high risk to develop aplastic anemia. The clinicians should be alert after orthotropic liver transplantation patient could develop aplastic anemia and early treatment with immunosuppressive therapies result in a more successful outcome

    Retrospective Evaluation of Childhood Cutaneous Mastocytosis Cases

    No full text
    Aim: Mastocytosis is a rare disease characterized by clonal mast cell proliferation in one or more organs. It can lead to different clinical manifestations and has no definitive treatment. in this study, we aimed to evaluate the clinical and laboratory characteristics of our patients diagnosed with mastocytosis in our clinic. Materials and Methods: Thirteen patients that were followed up with the diagnosis of mastocytosis at the Pediatric Hematology Clinic, in the Ege University Faculty of Medicine between November 1999 and April 2016 were retrospectively analyzed. Results: Seven of patients were female (53.8%) and six were male (42.6%). the mean age at diagnosis was 20 (3-68) months. At the time of diagnosis, complete blood count and peripheral smear were found to be compatible with the anemia of iron deficiency in three patients. Other parameters were normal. Mean tryptase level was detected as 5.9 (3.6-16.6) ng/mL, and only one tryptase level was found as slightly increased. the median level of total IgE was 91.1 (4.47-362) IU/mL. Mast cell proliferation was not detected in bone marrow aspiration and biopsy material of any patients. All of the cases were evaluated as cutaneous type mastocytosis. Conclusion: the possibility of mastocytosis in systemic form in childhood is very rare and bone marrow examination may be necessary in selected cases

    Talasemi Hastalarında Fertilite ve Gebelik Sonuçları: Türk Deneyimi

    No full text
    Objective: in recent years, the rates of marriage and pregnancy are increasing in patients with thalassemia major. the aim of the present study was to investigate the fertility rate of thalassemic patients and the course of pregnancies in terms of mother and infant health. Materials and Methods: in this observational study patients with major hemoglobinopathy were evaluated regarding marital status, the need for assisted reproductive techniques, fertility rate, iron status, and pregnancy complications. Results: Seventeen female patients gave birth to 21 healthy infants. About one-third of the patients needed assisted reproductive techniques. Thalassemia major patients showed increased serum ferritin levels from 1203±1206 µg/L at baseline to 1880±1174 µg/L at the end of pregnancy. All babies are still alive and healthy. Conclusion: Pregnancy in patients with thalassemia can be safe for the mother and newborn with close monitoring and a multidisciplinary approach.Amaç: Son yıllarda, talasemi majör olgularının evlilik ve gebelik oranları giderek artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, talasemi hastalarının fertilite oranlarının araştırılması ve anne ve bebek sağlığı açısından gebelik sonuçlarının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntemler: Bu gözlemsel çalışmada; majör hemoglobinopatili hastalar; evlenme ve çocuk sahibi olma oranları, yardımcı üreme tekniklerine gereksinimleri, demir statüleri ve gebelik komplikasyonları açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: on yedi talasemik kadın hasta, toplam 21 sağlıklı bebek doğurmuştur. Hastaların üçte biri bebek sahibi olabilmek için yardımcı üreme tekniğine ihtiyaç duymuştur. Talasemi majör olgularının serum ferritin değerleri hamileliğin başında ortalama 1203±1206 ug/L saptanmış olup, hamileliğin sonunda 1880±1174 ug/L seviyesine yükselmiştir. Tüm bebekler halen hayatta ve sağlıklıdırlar. Sonuç: Talasemi olgularında hamilelik süreci yakın takip ve multidisipliner yaklaşım ile beraber güvenli olarak geçirilebilecektir

    Extranodal Ocular Adnexal Marginal Zone Lymphoma in a Ten-Year-Old Child

    No full text
    On yaşında kız çocuğu konjonktivada 1 aydır farkedilen somon renkli bir oluşum şikayetiyle kliniğimize getirildi. Histopatolojik inceleme ve diğer testler sonucunda ekstranodal oküler adneksal marjinal zon lenfoma tanısı konuldu. Olgu AJCC sınıflamasına göre T1bN0M0, Ann Arbor evreleme sistemine göre Evre 1 olarak evrelendi ve 17 gün 1,8 Gy/gün, toplam doz 36 Gy olacak şekilde eksternal radyoterapi ile tedavi edildi. Hasta 26 aylık remisyonda olup izlenmeye devam etmektedir.A 10-year-old girl was brought to the clinic with the complaint of a salmon-colored conjunctival lesion for 1 month. With the aid of histopathological evaluation and other tests, extranodal ocular adnexal marginal zone lymphoma was diagnosed. the patient was gradedas T1bN0M0 according to AJCC and Stage 1 according to Ann Arbor classification. She was treated with external radiotherapy at 1.8 Gy/day for 17 days for a total dose of 36 Gy. She is in remission for 26 months and still being followed u
    corecore