3 research outputs found
The Association Between Body Mass Index and Immunohistochemical Subtypes in Breast Cancer
Background:Body mass index (BMI) is defined as a poor prognostic factor in patients with breast cancer(BC). However, there are controversial results regarding the various effects of BMI on BC, hence the exactpathophysiology of the relation between obesity and BC is still under debate, and remains unclear. Thispaper aims to investigate the association between BMI at presentation and BC subtypes defined accordingto the immunohistochemical classification in both premenopausal and postmenopausal patients with BC.Patients and methods:This study is a retrospective and explorative analysis of the 3767 female BC pa-tients from a single center. All patients' BMI at the time of initial diagnosis and tumor demographics wererecorded. BMI was stratified into 3 groups as normal-weighted (BMI<25 kg/m2), over-weighted(BMI¼25e29.9 kg/m2), and obese (BMI 30 kg/m2). Immunohistochemical classification of thetumors was categorized into 4 groups as follows; luminal-like, HER2/luminal-like, HER2-like, and triple-negative according to the ER/PR and HER2 status. Distribution of Immunohistochemical subtypes, tumorcharacteristics, and overall survival (OS) analysis were evaluated according to the BMI groups in bothpremenopausal and postmenopausal patients.Results:Median BMI of premenopausal and postmenopausal patients was 25.5 (kg/m2) and 28.8 (kg/m2),respectively (P<0.001). In parallel with the increasing age, patients were more obese at diagnosis inboth premenopausal (P<0.001) and postmenopausal period (P<0.001). Triple-negative subtype wassignificantly more frequent in premenopausal patients with BMI 30 kg/m2compared to BMI<30 kg/m2(P¼0.007). Additionally, premenopausal patients with BMI 30 kg/m2had less common luminal-likesubtype (P¼0.033) and more frequently presented with higher tumor stage (P¼0.012) and tumorgrade (P¼0.004) compared to patients with BMI<25 kg/m2. On the other hand, premenopausal patientswith BMI<25 kg/m2had significantly more ER-positive tumors (P<0.001) and lower stages of disease(P¼0.01) compared to their counterparts with BMI 25 kg/m2. Premenopausal obese patients withtriple-negative (P¼0.001) and luminal-like subtype (P¼0.002) had significantly shorter OS durationcompared to overweight counterparts. HER2/luminal-like subtype was found to be significantly greaterin postmenopausal overweight patients (P¼0.005). However, BMI had no any other significant effect onsurvival and immunohistochemical subtypes in postmenopausal patients. Multivariate analysis revealedthat triple-negative subtype, grade III tumor, BMI 30 kg/m2,T3e4(P<0.001), nodal involvement,metastatic disease, and lymphovascular involvement were significantly associated with poorer OS.Conclusion:Our data indicated that BMI was an independent factor in patients with BC, with an asso-ciation indicating a decreased incidence for luminal-like subtype and increased incidence for triple-negative subtype among premenopausal patients. However, this significance was not found inpostmenopausal patients. Accordingly, a plausible etiological heterogeneity in BC might play a roleamong immunohistochemical subtypes in every life stage of womenScopu
Hacettepe Dahiliye Ders Kitabı 2
Ondokuzuncu yüzyılın tıp literatürü, korku filmi gibidir. Hekimlerin, ellerine geçirdikleri her şeyi,
akıllarına gelen her yöntemi tedavi için kullandıkları görülür. Bilgiye değil, kulaktan dolma duyumlara
dayanan, “içten doğma” uydurma fikirlerle hastaların yelken kürek tedavi edilmeye çalışıldığı bir
dönemdir. Litrelerce kan alınır, barsaklar yüksek basınçlı lavmanlarla delik deşik edilir, hastalar buzlu
sulara yatırılıp uzuvlar gangren olana dek dondurulur, dondurmak işe yaramazsa kaynar kazanlara
sokulur, deriyi kabartan bitkisel merhemlerle epidermis eritilir, terkibi ikinci kez asla tutturulamayan
envai çeşit bitkisel karışımlarla organlar iflas ettirilirdi. Yirminci yüzyılın başında, modern tıbbın
kurucusu sayılan Dr. William Osler öncelikle bu “palavra tıbba” rest çekmiş, yeni bir çağı aralamıştır.
Çağdaşı olan bazı hünerli hekimlerle birlikte, önümüze gelen her hastayı, elimize geçirdiğimiz her şeyle,
bu şekilde rastgele tedavi edemeyiz, öncelikle hastalıkları tanımamız gerekir diyerek, tıbbın önceliğini
tanıya yöneltmişler, kendilerine kadar olan eski devirlerden miras iki ilaç (digoksin ve morfin) dışındaki
tüm o ilkel tedavi yöntemlerini reddetmişlerdir. Akıldışı eski tedavileri reddederek, yerine henüz yeni
bir tedavi seçenekleri de olmadığından; yalnızca (doğru) tanı koymaya çalışan ve hastanın prognozunu
tayin etmeye odaklanmış, tepkisel ve aslında bir bakıma muhafazakar yeni bir tıbbı başlatmışlardır. Tıp
eğitimini de bu doğrultuda değiştirip, çalakalem ilaç ve tedavi veren hekimler yerine; hastanın hastalığını
kavramaya çalışan, doğru tanı koyan hekimler yetiştirmeye yönelmişlerdir. Tıp eğitimindeki “hasta
başı vizitler” bizzat Dr. William Osler tarafından başlatılmıştır. Bu ekol, 1900’ların başında cesur bir
kararla, neyi tedavi ettiğini bilmeyen eski hekimlik pratiğini kapatıp, öncelikle hastalıkları kavramaya,
hastalarına titizlikle isabetli bir tanı koymaya odaklanmıştır. Bu devir, tıbbın rönesansı sayılır.
Kuruluşundan itibaren çağdaşı modern tıp dünyasının bir takipçisi ve aktörü olan Hacettepe Tıp Fakültesi;
hünerli hekimler, iyi klinisyenler yetiştirmeyi amaçlamıştır. Prof. Dr. Şeref Zileli’nin kurucusu olduğu İç
Hastalıkları Anabilim Dalımız, mezuniyet öncesi tıp eğitiminde yatay ve dikey entegrasyon modeliyle
klinik eğitim aşamasında, öğrencilerimize “dahiliye nosyonu” kazandırmayı hedeflemiştir. Dahiliye
nosyonu, hastaya saçından tırnağına bir bütün olarak bakabilmeyi; hastanın sorunlarını rasyonel bir
klinik denklem haline getirebilmeyi; semptomlarından başlayıp, fizik muayene ve isabetli tetkik seçimiyle
en doğru tanıyı koyabilmeyi ve hastaya en az zarar verecek en uygun tedaviyi planlayabilmeyi gerektirir.
Mezuniyet öncesi İç Hastalıkları Klinik Eğitim programımızın öğrenim hedefleriyle, içeriği ve ulusal
çekirdek müfredatımız gözetilerek hazırlanan bu kitap; İç Hastalıkları, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları,
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji anabilim dallarımız öğretim üyelerinin ortaklaşa titiz bir
çalışmasıdır