6 research outputs found

    Başkent Üniversitesi Hastanesi 2000-2006 yılları arasındaki sürekli ayaktan periton diyalizi hastalarında peritonit hızları ve etkenlerinin dağılımı

    No full text
    Periton diyaliz tedavisinin kullanım sıklığı 2000’ li yıllardan itibaren giderek azalmıştır. Bu azalış, PD hastalarında mortalitenin enfeksiyona bağlı olarak daha fazla bulunmasına bağlanmıştır. Periton diyalizi ile ilgili en sık görülen enfeksiyon peritonittir. Her merkezde peritonit hızları ve etkenlerinin dağılımı farklıdır. Biz bu çalışmada Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nefroloji Bölümü’ nde Ocak 2000-Ocak 2006 tarihleri arasında KBY tanısıyla, sürekli ayaktan periton diyalizi programında bulunan 440 hastayı çalışma kapsamına alarak peritonit hızlarını ve etkenlerinin dağılımını inceledik. 2000-2006 yılları arasında toplam 12012,9 hasta ayında, 620 peritonit atağı saptandı. % 61,6 hasta’nın en az bir kez peritonit atağı geçirdiği saptandı. HD’ den SAPD’ ye geçenlerde, katater ilişkili enfeksiyon geçirenlerde, peritonit görülme sıklığında istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı. Kohort spesifik peritonit insidansı 0,62 atak/hasta yılı olarak saptanmıştır. 2000 – 2006 yılları arasında en sık görülen peritonit etkeni koagülaz-negatif Stafilokoklardır (% 17,1). Tüm peritonitlerin % 37,6’ sı Gram-pozitif bakteriler, %12,7’ si Gram- negatif bakteriler ve % 0,5’ i mantarlar tarafından meydana gelmektedir. Kültür negatif peritonitler % 49,2 oranındadır. Hastalar, yıllara göre iki gruba ayrılarak incelendiğinde peritonit insidansında ve etkenlerin dağılımında değişiklikler dikkati çekmiştir. 2000 – 2003 yılları arasında kohort spesifik peritonit insidansı 0,79 atak/hasta yılı; 2003 – 2006 yılları arasında ise 0,46 atak/hasta yılı olarak hesaplanmıştır. 2000 - 2003 yılları arasında kültür negatif peritonit oranı %53,1 iken, 2003 – 2006 yılları arasında en ise % 43,2’ ye düşmüştür. Ayrıca E Coli ve MRKNS görülme sıklıklarında yıllara göre istatistiksel olarak anlamlı değişiklik saptanmıştır Her merkez belirli aralıklarla peritonit etkenlerinin antibiyotik dirençleri konusunda araştırma yaparak gerekli olduğunda ampirik tedaviyi değiştirmelidir. Tüm PD merkezleri için, peritonit hızını azaltma konusunda en önemli nokta eğitimdir. Konvansiyonel kültür yerine, otomatize kan kültürü sistemleri kullanılarak, daha net sonuçlar elde edip tedavi başarısını artırmak mümkün olacaktı

    Vaccination Attitudes Among Patients With Cancer Receiving Chemotherapy

    No full text
    Immunization against vaccine preventable diseases is an essential but mostly overlooked issue in oncology practice. We aimed to investigate the utilization of adult immunization recommendations and the perception of the patients with cancer receiving chemotherapy on immunization. A 15-item questionnaire about immunization in adults with cancer diagnosis was administered to patients with various cancers treated in daycare chemotherapy unit of Hacettepe University Cancer Institute. Total of 229 patients completed the survey. Fifty-four percent of patients were vaccinated at least once, most commonly against influenza and tetanus over 18 years old. Higher rate of participants was opposed to vaccination of patients with cancer diagnosis compared with those who were opposed to vaccination of healthy adults. Vaccination was never recommended in 93% of the participants. Only 9% of patients (n=21) were shot after cancer diagnosis. There was a strong association between doctor's advice and vaccination status. Twelve of 15 patients (80%) who were recommended to be vaccinated did so whereas only 9 of 214 remaining patients (4.2%) were vaccinated. Among those not vaccinated after diagnosis of cancer, most frequent reason was; not recommended by the doctor. Neither vaccination rates nor perceptions on adult immunization differed by age, gender, marital status, presence of co-morbidity or type of cancer. Among adult patients with cancer and receiving chemotherapy, immunization rates were found to be very low. Main reason was the lack of recommendation by the primary physician involved in the treatment, mostly oncologist. Awareness on this issue in physicians, particularly oncologists, may increase vaccination rates.WoSScopu

    Frequency of Respiratory Syncytial Virus Infection Among Patients Hospitalized for Influenza-like Diseases and its Impact on Mortality: Prospective, Multi-center Real Life Results

    No full text
    Introduction: Respiratory syncytial virus (RSV) is among the major causes of severe mortality and morbidity in both children and adults worldwide. This study aimed at demonstrating the course of RSV in our country. Materials and Methods: Simultaneous RSV surveillance was implemented within the scope of Global Influenza Hospital Surveillance Network in Ankara in the season of 2016-2017. Results: A total of 917 cases were included into the study, and RSV polymerase chain reaction was positive in 145 patients (15.8%). Among the RSV positive cases, 132 were under five years old and 13 were over five. There was no underlying disease in 86.3% of the cases under five years of age, and the most common underlying disease was chronic obstructive pulmonary disease in the five years and older group. While 9.8% of the cases under the age of five was admitted to the intensive care unit, only one case out of 13 patients over the age of five was admitted to the intensive care unit. Although the rate of infection was higher among children under five years of age, there was one mortal case in this group, while one of two patients older than 65 years died in the group over the age of five. Conclusion: In our country, clinical and epidemiological data have great importance for the prevention of mortality and morbidity associated with RSV infections, and extensive surveillance studies are needed

    Hacettepe Dahiliye Ders Kitabı 2

    No full text
    Ondokuzuncu yüzyılın tıp literatürü, korku filmi gibidir. Hekimlerin, ellerine geçirdikleri her şeyi, akıllarına gelen her yöntemi tedavi için kullandıkları görülür. Bilgiye değil, kulaktan dolma duyumlara dayanan, “içten doğma” uydurma fikirlerle hastaların yelken kürek tedavi edilmeye çalışıldığı bir dönemdir. Litrelerce kan alınır, barsaklar yüksek basınçlı lavmanlarla delik deşik edilir, hastalar buzlu sulara yatırılıp uzuvlar gangren olana dek dondurulur, dondurmak işe yaramazsa kaynar kazanlara sokulur, deriyi kabartan bitkisel merhemlerle epidermis eritilir, terkibi ikinci kez asla tutturulamayan envai çeşit bitkisel karışımlarla organlar iflas ettirilirdi. Yirminci yüzyılın başında, modern tıbbın kurucusu sayılan Dr. William Osler öncelikle bu “palavra tıbba” rest çekmiş, yeni bir çağı aralamıştır. Çağdaşı olan bazı hünerli hekimlerle birlikte, önümüze gelen her hastayı, elimize geçirdiğimiz her şeyle, bu şekilde rastgele tedavi edemeyiz, öncelikle hastalıkları tanımamız gerekir diyerek, tıbbın önceliğini tanıya yöneltmişler, kendilerine kadar olan eski devirlerden miras iki ilaç (digoksin ve morfin) dışındaki tüm o ilkel tedavi yöntemlerini reddetmişlerdir. Akıldışı eski tedavileri reddederek, yerine henüz yeni bir tedavi seçenekleri de olmadığından; yalnızca (doğru) tanı koymaya çalışan ve hastanın prognozunu tayin etmeye odaklanmış, tepkisel ve aslında bir bakıma muhafazakar yeni bir tıbbı başlatmışlardır. Tıp eğitimini de bu doğrultuda değiştirip, çalakalem ilaç ve tedavi veren hekimler yerine; hastanın hastalığını kavramaya çalışan, doğru tanı koyan hekimler yetiştirmeye yönelmişlerdir. Tıp eğitimindeki “hasta başı vizitler” bizzat Dr. William Osler tarafından başlatılmıştır. Bu ekol, 1900’ların başında cesur bir kararla, neyi tedavi ettiğini bilmeyen eski hekimlik pratiğini kapatıp, öncelikle hastalıkları kavramaya, hastalarına titizlikle isabetli bir tanı koymaya odaklanmıştır. Bu devir, tıbbın rönesansı sayılır. Kuruluşundan itibaren çağdaşı modern tıp dünyasının bir takipçisi ve aktörü olan Hacettepe Tıp Fakültesi; hünerli hekimler, iyi klinisyenler yetiştirmeyi amaçlamıştır. Prof. Dr. Şeref Zileli’nin kurucusu olduğu İç Hastalıkları Anabilim Dalımız, mezuniyet öncesi tıp eğitiminde yatay ve dikey entegrasyon modeliyle klinik eğitim aşamasında, öğrencilerimize “dahiliye nosyonu” kazandırmayı hedeflemiştir. Dahiliye nosyonu, hastaya saçından tırnağına bir bütün olarak bakabilmeyi; hastanın sorunlarını rasyonel bir klinik denklem haline getirebilmeyi; semptomlarından başlayıp, fizik muayene ve isabetli tetkik seçimiyle en doğru tanıyı koyabilmeyi ve hastaya en az zarar verecek en uygun tedaviyi planlayabilmeyi gerektirir. Mezuniyet öncesi İç Hastalıkları Klinik Eğitim programımızın öğrenim hedefleriyle, içeriği ve ulusal çekirdek müfredatımız gözetilerek hazırlanan bu kitap; İç Hastalıkları, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji anabilim dallarımız öğretim üyelerinin ortaklaşa titiz bir çalışmasıdır
    corecore