84 research outputs found
ACITRETIN IN THE TREATMENT OF RECALCITRANT WARTS: A CASE REPORT
Toplumda oldukça yaygın olarak görülen verrukalar özellikle ağrı, fonksiyonelbozukluk ve kozmetik rahatsızlık oluşturduğunda veya tedaviye direnç gösterdiğindehem hastalar hem de hekimler açısından ciddi bir sıkıntı kaynağı oluşturabilmektedir.Literatürde bildirilmiş farklı tedavi seçeneklerine rağmen henüz optimal tedaviaçısından bir görüş birliği bulunmamaktadır. Genellikle topikal tedaviler ve/veyadestrüktif yöntemler kullanılmakla birlikte, bu tedavilerin insan papilloma virüsüinfeksiyonuna karşı spesifik antiviral etki göstermemesi nedeniyle her zaman başarılısonuçlar alınamamaktadır. Burada ellerinde ve ayaklarında klasik tedavilere dirençliçok sayıda verrukası olan ve dört ay süreyle kullanılan 30 mg/gün asitretin tedavisinebüyük oranda yanıt veren 63 yaşında bir kadın olgu sunulmaktadır.Warts are extremely common throughout the population and can become a seriouschallenge for both patients and physicians, when they cause pain, functional disabilityand cosmetic embarrassment or when they are recalcitrant. Despite various treatmentmethods reported in the literature, there is still no consensus on optimal treatment.However topical treatments and/or destructive methods are used generally, thetreatment of warts is not always successful because of the lack of specific antiviralmedications against human papilloma virus infection. Herein, we report a 63-year-oldfemale of recalcitrant multiple warts on her hands and feet who respond markedly to30 mg/day acitretin treatment used for four months
UPPER RESPIRATORY TRACT INFECTİONS IN PATIENTS WITH PSORIASIS: DEMOGRAPHIC AND CLINICAL FEATURES
Amaç: Literatürde psoriyazisli olgularda bakteriyel veya viral boğaz enfeksiyonlarının deri lezyonlarının oluşumu ve/veya alevlenmesini tetikleyebildiği bildirilmiştir. Bu çalışmada psoriyazis vulgaris klinik alt tiplerinde Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu (ÜSYE) sıklığının değerlendirilmesi ve ÜSYE olan olgulardaki klinik ve demografik özelliklerin ÜSYE olmayan olgularla karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Retrospektif olarak planlanmış çalışmamızda kliniğimizde yatan 258 psoriyazis vulgaris olgusunun dosyası psoriyazis klinik tipi, demografik veriler, psoriyazis alan şiddet indeksi ve eşlik eden ÜSYE'ları açısından taranmıştır. Klinik olarak plak psoriyazisli olgular "stabil", guttat psoriyazisli veya guttat saçılımları olan plak psoriyazisli olgular ise "aktif" psoriyazis olarak tanımlanmıştır. Bulgular: Toplam 258 psoriyazis olgusunun 188 (%72,9)'inin aktif psoriyazis, 70 (%27,1)'inin ise stabil psoriyazis klinik özelliklerini taşıdığı saptanmıştır. Toplam 103 (%39,9) olguda ÜSYE belirlenmiş olup, aktif psoriyazisli olgularda %45,2 olarak saptanan ÜSYE sıklığının stabil psoriyazisli olgulara (%25,7) göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha fazla olduğu gösterilmiştir. Aktif grupta ÜSYE olan olgularda yaş ortalamasının anlamlı olarak daha düşük olduğu, ayrıca ÜSYE saptanan aktif ve stabil psoriyazisli olgularda psoriyazis başlangıç yaşının daha düşük, aile öyküsünün daha fazla, son alevlenme sürelerinin daha kısa ve psoriyazis alan şiddet indeksi değerlerinin 10 olduğu saptanmıştır. Sonuç: Aktif psoriyazisli olgularda ÜSYE sıklığının stabil olgulara göre daha fazla görülmesi nedeniyle guttat psoriyazis ve guttat saçılımlı plak psoriyazis olgularında ÜSYE araştırılmasının yararlı olacağı görüşündeyiz. Objective: In the literature, it has been reported that bacterial or viral infections of the throat can trigger the occurrence and/or exacerbation of the skin lesions in patients with psoriasis. The aim of our study was to evaluate the frequency of Upper Respiratory Tract Infection (URTI) and compare the clinical and demographic features of cases with and without an URTI in clinical subtypes of psoriasis vulgaris. Material and method: In this retrospective study, the files of 258 psoriasis vulgaris inpatients were evaluated for clinical type of psoriasis, demographic data, psoriasis area severity index and accompanying URTIs. Clinically, the patients of plaque psoriasis were defined as "stable" psoriasis, and those of guttate psoriasis or guttate flare of plaque psoriasis were defined as "active" psoriasis. Results: Of the 258 psoriasis patients, 188 (72.9%) patients were in active group and 70 (27.1%) of them were in stable group. Of all the patients, 103 (39.9%) were determined to have URTI. In patients with active psoriasis, the frequency of URTI was statistically higher (45.2%) than the stable group (25.7%). In active group, mean age was significantly lower in patients with URTI. Additionally, it was determined that the mean onset age of psoriasis was earlier, family history was more common, the time of the last exacerbation of lesions was shorter and the psoriasis area severity index values were ≥ 10 in both active and stable psoriasis patients with URTI compared to those of without URTI. Conclusion: Because of the higher frequency of URTI in patients with active psoriasis than stable psoriasis, we assumed that it would be beneficial to investigate of URTI in guttate psoriasis or guttate flare of plaque psoriasis
Liken planus: Klinik özellikler ve ilişkili hastalıkların retrospektif bir araştırma ile incelenmesi
Skin findings and their comparison in thyroid and type ii diabetic patients
Diabetes Mellitus ve tiroid sayrılıkları toplumda sık görülmekte olup deriye yansıyan birçok bulgusu bulunmaktadır. Diabetes mellitus; karbonhidrat, yağ ve protein metabolizması bozuklukları ile karakterize kronik metabolik bir sayrılıktır. Diyabetli hastaların %30-71'inde deri bulguları gözlenmektedir ve bunların önemli bir kısmını deri infeksiyonları oluşturmaktadır. Tiroid sayrılığında görülen deri bulguları kimi zaman tiroid hormonunun diğer organlardaki etkilerine bağlı olarak indirekt olarak gelişse de çoğu zaman epidermis, saç ve tırnaktaki keratinize epitele ve dermal stromal hücrelere direkt etki sonucu oluşmaktadır. Deri bulguları genellikle sayrılığın seyri esnasında ortaya çıksa da bazı bulgular sayrılığın ortaya çıkışında ilk belirti olabileceği için hem diyabet hem tiroid hastalarında deri bulguları iyi tanınmalıdır. Diyabetik populasyonda önemli morbidite ve mortalite sebebi olabilen başta mikotik infeksiyonlar olmak üzere diğer infeksiyoz deri bulguları da erken dönemlerde tespit edilerek gerekli teropatik ve koruyucu yaklaşımlar uygulanmalıdır.Çalışmaya Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Anabilim Dalı polikliniğinde izlenmekte olan ve Dermatoloji Polikliniği'ne başvuran yaş ortalaması 59,50±10,36 olan 100 Tip II Diabetes Mellituslu hasta (44 erkek 56 kadın) ve yaş ortalaması 49,09±13,54 olan 100 tiroid hastası (11 erkek, 89 kadın) alındı. Her iki gruptaki hastalara ayrıntılı dermatolojik muayene yapılarak gerekli olgularda wood bakısı ve mikotik incelemeler yapıldı. Hastalara ait demografik özellikler, sayrılık süreleri, HbA1c düzeyleri ve tiroid fonksiyon testleri ile autoantikor düzeyleri kaydedildi. Diabetes Mellituslu olgularda ortalama sayrılık süresi 7,52 +/- 6,61 yıl, ortalama HbA1c düzeyi 7,27+/- 1,72 idi. Hastalarda saptanan vasküler komplikasyonlar sırasıyla nöropati %29, retinopati %25 ve nefropati %4 idi. Tiroid grubunda ortalama sayrılık süresi 7,77 +/- 10,35 yıl idi ve hastaların %49'u ötiroidik, %35'i hipotiroidik ve %16'sı hipertiroidik idi. Diyabet grubunda en sık gözlenen 3 deri bulgusu %51 fibroma molle,%38 onikomikoz, %33 hemangioma; tiroid grubunda en sık gözlenen 3 deri bulgusu sırayla %64 tırnak distrofisi, %45 saç dökülmesi, %37 kserozis ve %37 plantar hiperkeratoz şeklinde idi. Çalışmamızda; diyabet süresi arttıkça diyabetik nöropati varlığı (p=0,000), palmar eritem görülme sıklığı (p=0,007) ve dermopati görülme sıklığının (p=0,031) istatistiksel olarak anlamlı şekilde arttığı belirlenmiştir. Diyabetik nöropati komplikasyonu olan olgularda; palmar eritem (p=0,005), kserozis (p=0,000), onikomikoz (p=0,007) görülme sıklığının istatistiksel olarak anlamlı oranda arttığı saptanmıştır. Diyabetik retinopati komplikasyonu olan olgularda ise onikomikoz (p=0,002) insidansının istatistiksel olarak anlamlı oranda arttığı saptanmıştır. Yaş ortalamasının üzerindeki yaş grubunda dermopati (p=0,021) ve onikomikoz (p=0,021) sıklığı istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha fazla saptanmıştır.Tiroid grubunun kendi içinde yapılan değerlendirmelerde; hipotiroidi grubunda kserozis (p=0,000), pruritus (p=0,005) ve saç kuruluğunun (p=0,030), hipertiroidik grupta ise saç dökülmesi (p=0,008) ve saç yağlanmasının (p=0,002) diğer gruplara oranla istatistiksel olarak daha fazla olduğu saptanmıştır. Diyabet ve tiroid grubunu karşılaştırdığımız değerlendirmelerde ise; tiroid grubunda tırnak distrofileri (p=0,000), saç dökülmesi (p=0,000) ve saç kuruluğu (p=0,000) diyabet grubuna oranla istatistiksel olarak daha fazla saptanmıştır. Diyabet ve tiroid hastalarında pek çok deri bulgusu gözlenebilmektedir. Dermatoloji polikliniklerine başvuran henüz tanı konmamış hastalarda bu deri bulguları ipucu olabilmekte ve tanıda ilk basamağı oluşturabilmektedir. Aynı zamanda diyabet ve tiroid hastaları; sayrılığın seyri esnasında da gelişebilecek olan deri bulguları yönünden izlenmelidir. Diabetes mellitus and thyroid diseases are common in general population and many cutaneous manifestationes may be observed in these groups. Diabetes mellitus is characterized by disturbances of carbonhydrate, lipid and protein metabolism. Cutaneous manifestations are observed in 30-71% of diabetic patients and cutaneous infections have an important role. Cutaneous manifestations in tyhroid diseases are generally due to thyroid hormon's direct effect on epidermis, hair and nail epitelium and dermal stromal cells.Although cutaneous findings generally apper during the diseases, they may be the first signs, so that the cutaneous changes must be well known. In diabetic group; especially mycotic infections should be recognized at early period and therapeutic and prophylactic approaches should be applied.The patients who were followed at the departmant of Endocrinology and attended to Department of Dermatology in Dokuz Eylul University Faculty of Medicine with type II Diabetes Mellitus and thyroid diseases underwent dermatologic examination. One hundred patients with type II Diabetes whose mean age were 59,50±10,36 and one hundred patients with thyroid diseases whose mean age were 49,09±13,54 get involved in study. In diabet group the mean duration of the disease was 7,52 ± 6,61 years. Neuropathy was observed in 29%, retinopathy was observed 25% and nephropathy was observed 4% of patients. In thyroid group the mean duration of the disease was 7,77 ± 10,35 years and 49% of patients were euthyroid, 35% of patients were hypothyroid and 16% of patients were hyperthyroid.In diabet group; skin tag (51%), onychomycosis (38%) and hemangioma (33%), in thyroid group nail dystrophy (64%), hair loss (45%), xerosis (37%) and plantar hyperkeratosis (37%) were most frequently observed cutaneous findings.There was a statistically significant relationship between the frequencies of diabetic neuropathy, palmar erythema, diabetic dermopathy and the duration of diabetes mellitus (p=0,000, p=0,007, p=0,031). There was a statistically significant relationship between the frequencies of palmar erythema, xerosis, onycomycosis and the presence of neuropathy (p=0,005, p=0,000, p=0,007). There was a statistically significant relationship between the frequencies of onycomycosis and the frequencies of retinopathy (p=0,002). Dermopathy and onycomycosis were also statistically significant in age groups who are older than the mean age.In hypothyroid group, xerosis, pruritus and hair xerasia were higher than thyroid group (p=0,000, p=0,005, p=0,030) and hair loss and lubrication of hair were higher in hyperthyroid group (p=0,008, p=0,002).As comparasion of diabet and thyroid groups; nail dystrophy, hair loss and hair xerasia were higher in thyroid group (p=0,000, p=0,000, p=0,000).Our study shows that varying types of skin manifestations can be observed in endocrinologic diseases. Therefore these patients should be evaluated and followed up also for skin disorders
- …