92 research outputs found

    Ortadoğu Bağlamında Türkiye İsrail Güvenlik İlşkileri

    Get PDF
    İbranilerin Kenan ili adı verilen bölgeye ilk gelişleri M.Ö yaklaşık 1800’lerde olmuştur. Burada aynı zamanda peygamber olarak kabul edilen Hz Davut zamanında ilk devletlerini kurmuşlar, fakat çeşitli tarihlerde çeşitli milletlerin istilasına uğrayarak sürgün hayatı yaşamışlardır. En son M.S 70 yılında Romalıların işgal ederek Yahudilerin bütün dünyaya yayıldığı olay diaspora olarak adlandırılmaktadır. Yahudilerle Türkler arasındaki dostça ilişkiler 1492’de İspanya zulmünden kaçarak Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmalarına ve hatta Osmanlıların daha önceki, fetih ettiği bölgelerde Yahudilerin Osmanlı fetihlerini kolaylaştırıcı bir rol oynamalarına kadar geri gitmektedir. Avrupa’da milliyetçilik akımlarının güçlenmesi Yahudiler üzerinde hem menfi hem de müspet birer etkiye sebep olmuştur. Yahudiler bir yandan güçlenen anti-semitik akımlarla karşı karşıya kalmışlar diğer yandan kendilerinde de bihassa kültürel alanda güçlenen Yahudi milliyetçiliğine konu olmuşlardır. Avusturyalı bir gazeteci olan Theodor Herzl 1896 yılında Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını öngören Der Judenstaat adlı kitapçığı kaleme almış ve 1897’de İsviçre’de bir Yahudi kongresi toplamaya muvaffak olmuştur. Basel’de toplanan kongrede Dünya Siyonist teşkilatı kurulmuştur. 2 Kasım 1917 tarihli İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un imzasını taşıyan ve Balfour Deklarasyonu olarak adlandırılan mektup Filistin’de bir Yahudi “ulusal yurdu” kurulmasını öngörmüştür. 29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Filistin meselesi görüşülmüş ve Genel Kurul Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında paylaşımını öngören kararı kabul etmiştir. Bu karar ile Filistin’de Araplarla Yahudiler arasında vuku bulan çatışmalar şiddetlenmiş ve 14 Mayıs 1948’de Yahudi Devleti’nin ilanı ile birlikte 1948 Arap İsrail savaşı halini almıştır. 1948, 1956, 1967 ve 1973’te yer alan Arap İsrail savaşları neticesinde İsrail Suriye’den Golan Tepeleri’ni, Mısır’dan Sina Yarımadası’nı ve Gazze’yi, Ürdün’den ise Batı Şeria’yı kendi topraklarına katarak B.M’de kendine ayrılan toprakları birkaç katına çıkarmıştır. Türkiye İsrail’in kuruluşunu takip eden 1949 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Fakat 1956 yılında büyükelçilik düzeyinde olan İsrail ile resmi ilişkilerini maslahatgüzalık seviyesine 1980 yılında ise ikinci kâtiplik düzeyine indirmiştir. Türkiye’nin bilhassa 1960’lı yıllardan başlayarak İsrail’e karşı, Araplarla eşit mesafe politikası güttüğü görülmektedir. 1977’de Mısır ile İsrail arasında başlayan Camp David süreci ve İsrail’in FKÖ’yü tanıdığı, Arapların İsrail’in varlığını bir realite olarak kabul ettiği Oslo süreci ile birlikte İsrail ile yakın ilişkiler kurma yönünde Araplardan duyulan çekince de ortadan kalkmış ve 1991 yılında, 1988’de ilan edilen Filistin Devleti ile birlikte eş zamanlı olarak İsrail ile ilişkilerini yeniden Büyükelçilik düzeyine yükseltmiştir.Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler bilhassa 1996 yılından başlayarak stratejik işbirliği haline gelen ve tarafların imzaladığı Askeri Eğitim İşbirliği ve Savunma Sanayi İşbirliği anlaşmaları ile devam etmiştir. Türkiye bu ilişki düzeyi ile Avrupa ülkeleri ve ABD’den insan hakları ve diğer bazı gerekçelerle almasına engel olunan modern silahları İsrail’den temin etmiş ve F-4, F-5 uçaklarının ve tanklarının modernizasyonu ile ilgili anlaşmalar imzalamıştır. Aynı zamanda hem İsrail hem Türkiye bölgede çekince duyduğu İran, Suriye gibi ülkelere karşı kendilerini yakın hissettikleri birer stratejik ortak bulmuşlardır. Bu anlaşmalar ile Türkiye ve İsrail arasında başlayan, İsrail’in eğitim uçuşlarında Türkiye’nin hava sahasını kullanarak stratejik derinlik kazandığı ilişkiler, ABD’nin de katıldığı ortak tatbikatların düzenlenmesiyle devam etmiştir. Türkiye, Batı’da kendisine temininde güçlük çıkarılan silah alımını İsrail’den gerçekleştirerek Batı’nın engellemelerinden kurtulmuş, İsrail ile kurulan yakın ilişkiler, her iki ülkeyi bölgedeki yalnızlığından kurtarmış aynı zamanda Türkiye’nin Filistin sorununda “kolaylaştırıcı rol” üstlenmesi ve bölgedeki oynadığı rolün etkin hale gelmesi mümkün hale gelmiştir

    Dose rate estimates and spatial interpolation maps of outdoor gamma dose rate with geostatistical methods; A case study from Artvin, Turkey

    Get PDF
    In this study, compliance of geostatistical estimation methods is compared to ensure investigation and imaging natural Fon radiation using the minimum number of data. Artvin province, which has a quite hilly terrain and wide variety of soil and located in the north-east of Turkey, is selected as the study area. Outdoor gamma dose rate (OGDR), which is an important determinant of environmental radioactivity level, is measured in 204 stations. Spatial structure of OGDR is determined by anisotropic, isotropic and residual variograms. Ordinary kriging (OK) and universal kriging (UK) interpolation estimations were calculated with the help of model parameters obtained from these variograms. In OK, although calculations are made based on positions of points where samples are taken, in the UK technique, general soil groups and altitude values directly affecting OGDR are included in the calculations. When two methods are evaluated based on their performances, it has been determined that UK model (r = 0.88, p < 0.001) gives quite better results than OK model (r = 0.64, p < 0.001). In addition, as a result of the maps created at the end of the study, it was illustrated that local changes are better reflected by UK method compared to OK method and its error variance is found to be lower. (C) 2015 Elsevier Ltd. All rights reserved.This work was supported by Cekmece Nuclear Research and Training Centre (CNEAM) and Artvin Coruh University research grant (BAP-2013.F42.02.05)

    Radiochemical characterization of mineral waters in the Eastern Black Sea Region, Turkey

    Get PDF
    This study has evaluated the levels of natural radionuclides and chemical components of mineral waters in the Eastern Black Sea Region (Turkey). The mean activity concentrations of (226)Ra, (232)Th, (137)Cs, (40)K, gross alpha and gross beta were found as 129, 33, 28, 714, 125 and 170 mBq L (-aEuro parts per thousand 1), respectively. Due to consumption of mineral waters, the radiological impact of them on the inhabitants was calculated by taking the annual intake into account through ingestion of aforementioned radionuclides. The estimated effective doses from mineral water were found to be 13.20 mu Sv year (-aEuro parts per thousand 1) ((226)Ra), 2.74 mu Sv year (-aEuro parts per thousand 1) ((232)Th), 0.13 mu Sv year (-aEuro parts per thousand 1) ((137)Cs) and 1.62 mu Sv year (-aEuro parts per thousand 1) ((40)K). The overall contribution of these radionuclides to the committed effective dose from a year's consumption of mineral water in the region is therefore estimated to be only 17.69%, which is in concordance with the recommended WHO value (100 mu Sv year (-aEuro parts per thousand 1)). The chemical analysis results showed that these waters contain Na, Al, P, Cl, K, Ca, V, Mn, Fe, Ni, Cu and Zn elements. These values were evaluated and compared with the internationally verified values. This study provides important information for consumers and authorities because of their internal radiochemical exposure risk from mineral water intake.Karadeniz Teknik University 2008.111.01.

    The role and significance of ıslam in ınternational relations

    No full text
    Doktora TeziYaşadığımız günlerde özellikle köktendinci İslam anlayışındaki gelişmeler uluslararası ilişkiler açısından da önem arz etmektedir. Günümüz dünyasında iletişim ve ulaşım alanlarında yaşanan devrim niteliğindeki gelişmeler bu görüş sahiplerine anakronik bir şekilde yepyeni olanaklar sunabilmektedir. Bu dünya görüşünün içeriğini yalnızca uluslararası ilişkilerin ortodoks kavramları ile değil kendi kavramlarıyla da anlamaya çalışmak gerekmektedir. Bu çalışmada üzerinde çaba sarf edilen bu noktadır. İslam dinin doğuşunu önceleyen yıllarda Arabistan yarımadası da önemli değişim ve dönüşüm geçirmektedir. Özellikle devrin iki büyük imparatorluğu Doğu Roma ve Pers İmparatorlukları arasında süregiden savaşlar sonucunda doğu-batı arasındaki mevcut ticaret yolları sekteye uğramış ve özellikle Mekke’de ticaret ile uğraşan bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu değişimin Arapların o güne kadarki toplumsal yapılarında da önemli değişimlere yol açmıştır. Göçebe Arap toplumlarının kabile anarşisi yerine bir devlet sistemi içinde örgütlü bir toplumsal yapıya geçiş ihtiyacı doğmuştur. Dolayısıyla İslamiyet’in doğuşu ile Arapların devletleşmeleri aynı süreci yansıtmaktadır. Devletin doğuşu ile birlikte uluslararası ilişkiler de söz konusu olmaktadır. Tezimde Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicreti ile ilk İslam devletinin doğuşu ve İslamiyet’in uluslararası ilişkiler yaklaşımı ele alınacaktır.AbstractThe World has been living through sweeping changes. The increase of İslamic fundamentalist understanding has special reflections on international relations. Breathtaking developments especially in telecomunication and transportation offers brand new possibilities to the people that has fundementalist İslamic thinking anacronically. In order to catch the essence of this thought, we are obliged to conceive its own concepts besides international relations’ orthodox dictionary. I am trying to accomplish this task in this study. The Arabian peninsula was in alteration and transformation just before the birth of Islam. The trade ways of the time sustained interruption because of the persisting wars between the two big empires of the period, Byzantium and Persian Empires. As a result, a trader class was born especially in Mekka. This tansformation gave way to important changes in Arabian social structures, too. In stead of tribal anarch of the nomadic Araps, an organized social structrure in a state became imperative. For this reason, the birth of Islam and the formation of an Arap state coincide. And with the birth of a state, international relations came into question. In this study, I will dwell upon the birth of first İslamic state as a result of the Prophet’s migration to Medina from Mekka and Islamic approach to international relations

    Topraksız Tarım

    No full text

    Population status of the Taurus frog, Rana holtzi Werner (1898), in its terra typica: Is there a decline?

    No full text
    The herpetofauna of the Taurus Mountains is diverse, and many species are locally abundant. the Taurus frog, Rana hoftzi, is endemic to Maden Lake in the Taurus Mountains in Turkey. Although it was thought to be abundant in its restricted habitat, the population size of the Taurus frog and its related trend are uncertain. Like many animals, a great number of anurans have declined or become extinct over the past decades. in 2003, we conducted a mark-recapture study on the Taurus frog population in its terra typica. Our objective was to monitor ft holtzi in its terra typica to estimate its population size and assess the extent of any decline. Our results indicate that this species is facing a very high risk of decline in its natural habitat.Toros Dağlan herpetofaunası çeşitlidir ve çoğu tür lokal olarak boldur. Toros Kurbağası, R. holtzi Toros Dağları'ndaki Maden Gölü'ne endemiktir. Bu türün sınırlı habitatında daha önceleri bol olduğu düşünülmesine rağmen, populasyon büyüklüğü ve buna ait eğilimi belirli değildir. Diğer hayvanlarda olduğu gibi, çoğu anurun geçmiş yıllarda azaldığı veya neslinin tükendiği bilinmektedir. 2003 yılında Toros Kurbağası'nın tip lokalitesinde markala-tekrar yakala çalışması yapılmıştır. Amacımız bu çalışma ile ft holtzînin doğal yaşam ortamında gözlenmesi, populasyon büyüklüğünün hesaplanması ve sayıca azalmanın belirlenmesidir. Elde ettiğimiz sonuçlar bu hayvanların doğal habitatlannda ciddi bir azalma ile karşı karşıya kaldıklarını göstermektedir

    New distributional records for Rana bedriagae caralitana in Anatolia

    No full text
    Anadolu Göller Bölgesi'nin güney kısmında herptil türlerini araştırmak ve tespit etmek amacıyla, herpetofaunistik çalışma yaptık. İki yıl süren çalışmamızda Rana bedriagae caralitana alttürüne ait üç yeni lokalite; Gencek Lake (Derebucak/Konya), Derebucak (Konya) ve Tınaztepe (Seydişehir/Konya) tespit edilmiştir. Bu lokalitelerden iki tanesi Göller Bölgesi'nde altürün dağılış alanın güneydeki en uç iki noktasını oluşturmaktadır
    corecore