18 research outputs found
İntihar olgularının cinsiyete göre özellikleri
Bu çalışma, 08-11 Aralık 2008 tarihleri arasında İstanbul[Türkiye]’da düzenlenen 1. International Eurasian Congress of Forensic Sciences’da bildiri olarak sunulmuştur.Aim: We studied the patterns of suicide in forensic autopsies performed in Bursa province of Turkey to determine gender differences, incidence of suicide, subgroups of the population most vulnerable to,such deaths, and suicide methods used.
Materials and methods: Nine hundred fifty-five death cases due to suicide underwent forensic autopsy between 1996 and 2005 in Bursa were included into the study. All of the cases were analyzed in terms of age, gender, and method of suicide, time of year, and alcohol use. Results were subjected to discriminant analyses using SPSS 11.0.
Results: There were 955 cases, with 682 males (12-95 years; mean, 41.2 years) and 273 females (10101 years; mean, 33.1 years). For both genders, the most common method was hanging, accounted for 51.6% of the cases. Firearm injuries were more frequent in males than in females while insecticide poisoning, falling from height, and drug poisoning were more commonly used methods in females compared to males (P < 0.001), following hanging.
Conclusion: In our study there was a significant difference between men and women in terms of suicide age and suicide method. More research studies are needed on gender differences in suicidal behavior to develop prevention strategies.Çalışmamızda Türkiye’de Bursa İli’nde otopsisi yapılan intihar olgularının insidansını, cinsiyet farklılıklarını, hangi grupların intihara daha yatkın olduklarını, ve kullanılan intihar yöntemlerini ortaya koymayı amaçladık. Yöntem ve gereç: Bursa İli’nde 1996-2005 yılları arasında adli otopsisi yapılan 955 intihar olgusu çalışmaya dahil edildi. İntihar olguları yaş, cinsiyet, intihar metodu, mevsim ve alkol kullanımı yönünden değerlendirildi. Veriler SPSS 11 paket programı kullanılarak analiz edildi. Bulgular: 955 olgunun 682’si erkek, 273’ü kadındı. Erkeklerde yaş ortalaması 41.2 (min:12-max:95), kadınlarda yaş ortalaması 33.1 ( min:10-max:101) idi. Her iki cins için en fazla kullanılan intihar yöntemi (% 51,6) ası idi. Her iki cinste en sık kullanılan yöntem olan asının ardından, ateşli silah yaralanması erkeklerde daha sık kullanılan bir yöntem iken, insektisit zehirlenmesi, yüksekten düşme ve ilaç zehirlenmesi kadınlarda daha sık kullanılan intihar yöntemleri idi (P < 0,001) Sonuç: Çalışmamızda intihar yöntemi ve intihar yaşı açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir fark bulundu. İntiharın önlenmesine yönelik stratejiler geliştirilmesi açısından intiharlarda cinsiyet farklılıklarını ele alan daha çok araştırma yapılması gerekliliği olduğu sonucuna varıldı
Pheochromocytoma ın pregnancy: a case report
Bu yazıda ağır fetal distress saptanarak acil olarak sezaryen ile doğum yaptırılan, kronik hipertansif olarak takip
edilmiş bir gebede, feokromasitoma tanısı konularak kronik hipertansif gebelerde hipertansiyon etiyolojisinin
araştırılmasının önemi vurgulanmıştır. Gebelikte nadir görülen feokromasitoma nedeniyle literatür gözden
geçirilmiştir.Chronic hypertension is a challenging problem in pregnancy. A pregnant woman with a long history of hypertension had undergone caesarian section because of severe fetal distress. Pheochromocytoma was diagnosed postoperatively. The importance of evaluating the etiology of chronic hypertension in pregnancy is emphasized and related literature is reviewed
Severe kyphoscoliosis ın pregnancy: a case report
Gebelikte kifoskolyoz ve beraberinde bulunan tıbbi koşullar kendine özgü takip gerektirir. Çoğunlukla sorunsuz
olmakla birlikte bazı durumlarda gebeliğin sonlandırılması gerekmektedir. Ağır kifoskolyoz nedeniyle sevk
edilen, primigravid age, makat prezentasyon ve oblik duruş, 32 haftalık gebeliği olan olgunun takibi ve tedavisini
sunduk. Solunum zorluğu, bel ve kaburgalarda ağrı ve hareket kısıtlılığı nedeniyle doğum, preterm olarak
sezaryen ile gerçekleştirildi.Pregnancy with kyphoscoliosis may need modified management because of the severity of kyphoscoliosis and
her other medical conditions. Although most of the pregnancies can be completed successfully some cases are
advised as medical abortion. The primigravid age patient referred to clinic suffering form pain due to severe
kyphoscoliosis at her 32nd week of pregnancy with breech presentation and oblique lie. The case we reported was
performed preterm birth with cesarean section because of difficulty in respiration, spinal and rib pain and
restricted movements
The contraception methods preferred bywomen who demand legal abortion and their attitude about contraception methods following ınduced abortion ın Aydın.
Amaç : Aydın'da yasal tahliye amacıyla başvuran kadınların kontraseptif kullanım özelliklerini ve tahliye
sonrasında kullanmayı düşündükleri kontraseptif yöntem hakkındaki fikirlerini öğrenmek için yapılan
tanımlayıcı bir anket çalışması.
Yöntem : Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı ve Aydın
Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesi Aile Planlaması Polikliniği`nde rastgele günlerde yasal gebelik tahliyesi
amacıyla başvuran 107 kadın ile tahliye öncesinde yüz yüze görüşme yapıldı. Tanımlayıcı bulgular aritmetik
ortalama ± standart sapma ve yüzde değerleri ile verildi.
Bulgular : Çalışmaya alınan kadınların gebe kaldıklarında kullandıkları yöntemler: 21'i (%20) korunmamış, 71'i
(%66) geri çekme, 11'i (%10) takvim yöntemi, 3'ü (%3) kılıf ve 1'i (%1) rahim içi araç (RıA). Bundan sonra nasıl
korunmayı düşündükleri sorulduğunda, 48'i (%44) RıA, 22'si (%20) hap, 8'i (%8) tüp bağlatma, 8'i (%8) kılıf, 2'si
(%2) enjeksiyon, 2'si (%2) geri çekme yöntemini tercih edeceklerini ve 17'si (%16) ise henüz bir tercihi
olmadığını ifade etmiştir.
Sonuç : Yasal tahliye sonrası danışmanlık çok büyük önem kazanmaktadır. Evlilik öncesinde rutine girecek bir
danışmanlık hizmetine gereksinim vardır. Yasal tahliye için başvuran kadınlar yasal tahliyeyi halen bir aile
planlaması yöntemi olarak görmektedir. Temel çözüm etkili alternatif yöntemler önermek ve kullandıkları
yöntemlerle ilgili karşılaşılan sorunlara yönelik bilgilendirmede bulunmaktır. Aile Planlaması hizmetlerinin
organizasyonunda hizmet sonrası danışmanlık gerekli ve zorunlu bir örgütlenmedir.Objective: This descriptive study was designedto determine the contraception method preferred by womenwho demand legal abortion and their attitude about contraception methods following legal abortion inAydın.
Methods: Hundred and seven women admitted to Adnan Menderes University Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology and Aydın Maternity and Childcare Hospital for legal abortion participated in this questionnaire on random days. The questionnaire was filled out by interview. The descriptive results were analyzed and obtained in the format of average ± standard deviation and a percent ratio.
Results: The methods used by women at the time they got pregnant were as follows; 21 (20%) no method, 71 (66%)coitus interruptus, 11 (10%) calendarmethod, 3 (3%)condomand 1 (1%) intrauterine device (IUD).Atthe time of procedure, the contraception methods they would prefer following induced abortion were as follows, 48 (44%) iUD, 22 (20%) oral contraceptive steroid pills, 8 (8%) surgical sterilization, 8 (8%) condom, 2 (2%) oral contraceptive steroid injections, 2 (2%) coitus interruptus and 17(16%) no decision.
Conclusion: Counseling for family planning is gaining more importance following legal abortion. Routine pre-marriage counseling for family planning is necessary. Women participated in this study still think that legal abortion is a family planning method. A major solution would be advising alternative effective methods and informing women about the pitfalls of the methods they were using. Follow-up counseling for family planning services is amandatory component ofthe organization
Comparison of the effects of intranasal and transdermal estradiol plus dydrogestorone on lipids, lipoprotein(a) and apolipoproteins in postmenopausal women
Amaç: Bu araştırmanın amacı, postmenopozal kadınlarda, intranazal ve transdermal 17 östradiol ile
didrogesteronun kombine kesintisiz hormon replasman tedavisinin, serumlipid, lipoprotein(a) ve apolipoprotein
düzeyleri üzerindeki etkilerini karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Bu prospektif araştırmaya yaşları 43-54 arasında değişen, sağlıklı 50 postmenopozal kadın
dahil edildi. Olgular, 12 hafta süre ile 300 μg/g ün intranazal 17 β- östradiol (n=25) veya 50 μg/gün transdermal
östradiol (n=25) almak üzere iki gruba randomize edildi. Bütün olgulara 10 mg/gün oral didrogesteron
kesintisiz verildi. Araştırmanın başında ve sonunda, total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, VLDL,
lipoprotein(a), Apo A-I ve Apo B düzeyleri, grup içi ve gruplar arasında farkın yüzdeleri karşılaştırıldı.
İstatistiksel analiz içinMann-WhitneyUveWilcoxontesti kullanıldı. P<0,05anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Araştırmayı, intranazal grubunda 16, transdermal gurubunda 18 olmak üzere 34 olgu tamamladı.
İntranazal östradiol grubunda, tedavi başlangıcına kıyasla, tedavi sonunda sadece apolipoprotein B düzeyinde
anlamlı bir azalma izlenirken (2,0±0,4'den 0,9±0,1'ye, p=0,028), total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL,VLDL,
lipoprotein(a) ve Apo A-I düzeylerinde anlamlı değişiklik izlenmedi. Transdermal östradiol gurubunda hiçbir
değişkende anlamlı değişiklik gözlenmedi. Her iki grup arasında, tüm değişkenler açısından anlamlı farklılık
yoktu.
Sonuç: İntranazal ve transdermal östradiolün, didrogesteron kombinasyonuyla yapılan kesintisiz hormon
replasman tedavisinin, total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a) ve Apo A-I düzeylerine
etkileri benzerdir.Objective: To compare the effects of continuous hormon replacement therapy in the form of intranasal and transdermal 17β-estradiol combined with dydrogesterone on serum lipids, lipoprotein(a) and apolipoproteins among postmenopausal women.
Materials and methods: In this prospective study, 50 healthy postmenopausal women aged 43-54 years were randomly assigned to receive either 300 μg/day intranasal 17β- estradiol (n=25) or 50 μg/day transdermal 17β- estradiol (n=25) for 12 weeks. All women also received 10 mg/day oral dydrogesterone continuously. At the end of the study, changes in serum total cholesterol, triglyceride, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a), Apo A-I and Apo B levels within and percent changes between the groups were compared. Mann-Whitney U and Wilcoxon tests were used as indicated. P-values below 0.05 were considered significant.
Results: Thirty-four women completed this study (intranasal group, n=16; transdermal group, n=18). In intranasal estradiol group, only apolipoprotein B levels were decreased significantly after 12 weeks of treatment (2.0±0.4 to 0.9±0.1, p=0.028) whereas no changes in the levels of total cholesterol, triglyceride, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a) and Apo A-I were observed. Also, in transdermal estradiol group, no significant changes were seen in all variables. No significant differences with regard to variables were noted between the groups at the end of the study.
Conclusions: The effects of intranasal and transdermal estradiol plus dydrogestorone asa continouos hormone replacement therapy on the serum total cholesterol, triglyceride, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a) and Apo A-I levels are similar in postmenopausal women
Fetal and placental anthropometry and blood glucose levels inwomen at low risk of gestational diabetes mellitus
Amaç: Gestasyonel diyabetes mellitus (GDM) taraması pozitif ancak tüm oral glukoz tolerans test (OGTT) degerleri normal ve sadece birOGTTdegeri anormal olan gebelerin, fetal ve plasental antropometrik degerlerinin kıyaslanması Gereç ve Yöntem: GDM riski olmayan, 38.-40.gebelik haftaları arasında dogum yapmıs ve 24.-28.gebelik haftaları arasında 50 gram 1 saatlik glukoz tarama testi (GTT) uygulanan 317 olgunun dosyaları, retrospektif olarak incelendi. Tarama sonucu negatif olanlar ve taramasının pozitif olması nedeniyle (GTT-1.saat kan glukoz düzeyi 140 mg/dl) OGTT uygulanan olgular arastırmaya alındı. OGTT sonuçlarına göre, iki çalısma ve iki kontrol grubu olusturuldu: Group 1, tarama pozitif ancak OGTT’de tüm degerleri normal (OGTT - TDN, =24) olguları kapsadı. Grup 2, tarama pozitif ve OGTT'de sadece bir degeri yüksek (OGTT-BDY, =16) olgulardan olusturuldu. Kontrol grupları ise, tarama negatif (GTT-Normal, n=263) ve GDM ( =14) olgularından olusturuldu. Sadece GDM olguları diyet tedavisine alındı. Tüm olguların doguma kadar normoglisemik kalmaları saglandı. Gebelik öncesi agırlık ve vücut kitle indeksi (VKI), gebe son agırlıgı, gebelikte kilo alımı, fetal agırlık, ponderal indeks, plasental agırlık ve fötoplasental oranları kıyaslandı. Fetal ve plasental agırlıgın ve fötoplasental oranın, maternal antropometrik ölçümler ve kan glukoz degerleriyle iliskisi arastırıldı. Bulgular: Tüm degiskenler açısından, gruplar arasında istatistiksel bir fark yoktu. Fetal agırlıkla hiçbir degisken arasında iliski bulunmadı. Plasental agırlıkla, OGTT-2.saat dısında, tüm OGTT degerleriyle pozitif bir korelasyon saptandı. Plasental agırlıkla, gebelik öncesi VKI arasında pozitif, gebelikte kilo alımı arasında zayıf negatif bir iliski görüldü. Fötoplasental oranla, gebelikte kilo alımı arasında zayıf pozitif, GTT-0.saat degeri arasında zayıf negatif bir iliski saptandı. Sonuç: Sadece tarama pozitif oldugu içinGDMriski görece düsük özel bir populasyonda, “tanı testi negatif veya glukoz intoleransı” olan gebelerin fetal ve plasental antropometrik degerleri olumsuz etkilenmemektedir. Aynı sonucun, sadece diyet tedavisi alan GDM olgularında da gözlenmesi, riski görece düsük gebelerde çalısılmıs olmasından ve diyet tedavisinin yeterli olmasından kaynaklandıgını düsündürmektedir.Ancak GDM riski görece yüksek gebelerde dikkatli olunmalıdır.Aim: To compare fetoplacental anthropometric outcomes of gestational diabetes mellitus (GDM) in screening negative and positive women
Material and Methods: By retrospective surveillance of 317 women who delivered in their 38th-40thweek ofgestation and who had undergone glucose challenge test (GCT) in their 24th-28th of gestation, the screen negative and positive women (GCT-1st hour ≥140 mg/dl) were assigned into four groups: The screen positive women all of whose OGTT values were normal (n=24), screen positive women who had only one abnormal value (n=16),women negative for GDM (n=263) and women with GDM (n=14). Only GDM group was given a diet therapy. We compared fetal and placental weight (FW, PW), ponderal index and fetoplacental ratio (FPR). We also investigated the correlations between all variables.
Results: There was no significant difference in all variables between the groups. There was no correlation between FW and all other variables. There was a positive correlation between PW and BMI and all OGTT values except OGTT 2 hour value. The correlation between PW and weight gain and FPR and GTT-0.hour value was negative, whereas a positive correlation between FPR and weight gain was determined.
Conclusion: In a special population with a low risk of GDM, “having a negative diagnostic test or impaired glucose tolerance” do not adversely affect fetoplacental anthropometric outcomes. The same results also exist for the GDM cases. It might be due to the fact that the study was conducted in a low risk group and the diet therapy was appropriate. However, care should be taken in pregnant women at high risk
Blood transfusion in obstetricks and gynecology
Amaç: Ilimizde bulunan üniversite ve dogum hastanelerinin verilerini kullanarak kadın hastalıkları ve dogum
servislerinde yapılan kan transfüzyonları hakkında bilgi saglamak.
Gereç ve Yöntem: Ilimiz hastanelerinin Kadın Hastalıkları ve Dogum servislerinde Ocak 2005 ileAgustos 2006
tarihleri arasındaki 20 aylık transfüzyon kayıtları geriye dönük tarandı. Bu sürede dogum servisleri ile erken
gebelik ve jinekoloji servisleri degerlendirildi. Bu servislerde kaç hastaya kan ürünü verildigi ve miktarı
belirlendi, dogum sayıları dogum sekline bakılmaksızın kaydedildi. Erken gebelik müdahaleleri ve jinekolojik
hasta olarak bu servislere yatırılıp ameliyat edilen veya invaziv girisimde bulunulan hasta sayıları da saptandı.
Sadece tıbbi tedavi gören hastalar bu çalısmanın dısında tutuldu. Her iki hastanenin transfüzyon hızları, kan
ürünü çesidi kullanımı özellikleri, toplam transfüzyon miktarları, yıllık ihtiyaçları, transfüzyon yapılan olgularda
hasta basına transfüzyon miktarları belirlendi. Yine her gruptan 100 hasta için ihtiyaç duyulan miktarlar
hesaplandı.Bu incelemeler yine tüm olguları kapsayacak sekilde irdelendi. Iki hastane degerlerini karsılastırmak
için iki örnek oranının karsılastırılması yapıldı.
Bulgular: Bu çalısmada dogum hastaları, erken gebelik veya jinekolojik hastalıklar nedeniyle invaziv girisim
yapılmıs 10.149 hasta saptandı. Bunların 954'üne (%9,4) kan ürünü verildi. Hasta basına ortalama 2 ünite
transfüzyon yapıldıgı, her 100 hasta için 18,3 ünite kan ürünü gerektigi belirlendi. Hem dogum hastaları hem
diger hastalar için üniversite hastanesinde daha az oranda hastaya ancak hasta basına daha çok miktarda kan
verilmesi gerektigi saptandı (p<0.05).
Sonuç: Kadın hastalıkları ve dogum servislerinde girisim ve müdahale yapılan hastalarda kan ve kan ürünleri
transfüzyonu önemli bir oranda gerçeklestirilmektedir. Kan ürünlerinin ayrıstırılması tam kan kullanım oranını
azaltacaktır.Purpose: Using data from a university and a maternity hospital in our province, we aimed to report on the practice of blood use.
Material and Methods: Data between January 2005 and August 2006 were retrospectively obtained from the archives of the obstetrics and gynecology clinics from two hospitals. The data of obstetrics clinics and early pregnancy and gynecology clinics were evaluated seperately. Patients treated medically were excluded. Transfusion rates, type of blood product rates, total and annual uses, requirements for every 100 patients and amounts of transfusion per patient were calculated. Two-sample ratio-test was used for comparison of the data from two hospitals.
Results: There are 10149 patients who had delivered or experienced any invasive procedures, and 954 (9.4%) of them had been transfused. The amount of blood products transfused was at an average of 2 units per patient. The requirement for every 100 patients was 18.3 units of blood products in these two hospitals. More blood was used per patient in the university hospital, although the transfusion rate was lower than the maternity hospital's (p<0.05).
Conclusion: Transfusions of blood and use of blood products are quite common in the practice of obstetrics and gynecology clinics. Providing blood products would reduce the use of whole blood
True umbilical cord cyst: a case report
Umbilical cord cysts are important due to their association with fetal chromosomal abnormalities and fetal structural defects and in case of their rapid growth of umbilical cord cysts they are associated with compression of umbilical vessels and fetal distress. In this article we aimed to present a case with two umbilical cord cysts detected by ultrasonography at 31 weeks of gestation and who had delivered a healthy male fetus by cesarean section at 37 weeks of gestation. Histopathological examination of placenta and umbilical cord after birth revealed that cysts were true allantoic cysts. An additional urachal pathology and anomaly was not observed and the newborn was discharged after primary excision. As a result, we think that ultrasound examination of umbilical cord should be an important and routine part of obstetric ultrasonography
Meckel-gruber syndrome, a rare fetal anomaly: a case report
Otozomal resesif geçisli bir hastalık olan Meckel-Gruber Sendromu (MGS), multipl konjenital anomali
içeren nadir bir hastalıktır ve letal seyreden bir sendromdur. MGS'nin klasik triadı; bilateral kistik renal displazi,
oksipital ensefalosel ve postaksiyal polidaktilidir. Bunlardan üçünden en az ikisinin olması tanıyı koydurur. Bu
yazıda intrauterinMGSsaptanan bir olgu sunulmasını amaçladık.
Son adet tarihine göre 23 hafta 5 günlük gebelik + multipl fetal anomali nedeni ile gebe poliklinigimize
refere edilen olgu obstetrik ultrasonografi ile degerlendirildi. Yasayan 2 saglıklı çocugu olan 26 yasındaki
olgunun hikayesinden, daha önce 32. gebelik haftasında ölü dogum öyküsü oldugu, nedeninin bilinmedigi ama
polidaktilisi bulundugu ögrenildi. Olgunun yapılan ultrasonunda fetal bilateral multikistik displastik böbrek, her
iki elde polidaktili, bilateral ventrikülomegali ve anhidroamniyos saptandı. MGS düsünülen ve anhidramniyosu
olan gebeye konsey kararı sonucu ve ailenin istegi ile tıbbi tahliye uygulandı. 750 gram agırlıgında bir erkek
bebek ölü olarak dogurtuldu. Genetik incelemesi yapılan fetusun kromozom analizi normal (46, XY) olarak
geldi. Otopsi sonucunda bilateral polikistik böbrek, her iki el ve ayaklarda polidaktili ve micrognati mevcuttu.
Prenatal bilateral genislemis multikistik böbrek tanısı MGS'yi akla getirmelidir ve santral sinir sistemi
malformasyonları ve polidaktili arastırması yapılmalıdır. Bununla birlikte fetal otopsinin tanının
dogrulanmasında önemlidir.Meckel-Gruber Syndrome (MGS), an autosomal recessive disease, is a rare and lethal syndrome
with congenital polymalformations Classical triad of MGS is bilateral cystic renal dysplasia, occipital
encephalocele and postaxial polydactyly. For diagnosis, two out of these three findings required to be present. In
this article, we aimed to present a case with intrauterineMGS.
Patient with 23 weeks and five days pregnancy (according to her last menstrual period) with multiple
anomalies was evaluated by obstetric ultrasonography. The obstetric history of the 26-year-old patient revealed
that she had 2 healthy living children and one previous intrauterine ex fetus with polydactyly and an unknown
cause at 32 weeks of gestation. Ultrasonographic examination of the case showed fetal bilateral multicystic
dysplastic kidney, polydactyly in hands, bilateral ventriculomegaly and anhidroamnios. The case was diagnosed
as MGS and underwent medical termination of pregnancy with the consent of family and the council of doctors.
An ex male infant weighing 750 grams was delivered. Genetic analysis showed normal chromosome analysis
(46, XY). Bilateral polycystic kidneys, and polydactyly of both hands and feet, and microgynathy were found in
autopsy.
Investigation of central nervous system malformations and polydactyly should be conducted
in patients with prenatal detection of bilateral enlarged multicystic kidneys, when MGS is considered as a
possible diagnosis. Furthermore verification of the diagnosis with fetal autopsy is important
Bir Grup Hekimin 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile İlgili Değerlendirmeleri Anket Çalışması
Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) toplumun her alanında olduğu gibi hekimlik uygulamalarmda da bir takım yeni düzenlemeler getirmiştir. Bu çalışmanın amacı pratisyen hekimler ve çeşitli uzmanlık alanlarından bir grup hekimin 5237 sayılı Türk Ceza Kanu-nu’nun hekimleri ilgilendiren maddeleri ile ilgili bilgi düzeylerinin ve tartışmalı kimi maddelerle ilgili görüşlerinin değerlendirilmesidir. Uzman ve pratisyen hekimlerden oluşan 429 hekime 17.05.2005-20.11.2005 tarihleri arasında Türk Ceza Kanunu’nda yer alan değişiklerle ilgili 13 soruluk bir anket uygulanmış olup elde edilen veriler SPSS 11.0 programında değerlendirilmiştir. Anketi yanıtlayan 429 hekimin %25,9’u 26-30 yaş aralığında, % 24,5’i 31-35 yaş aralığında, %22,6’sı 36-40 yaş aralığında idi. Hekimlerin 111’i (%25,9) 1-5 yıllık hekimdi. Hekimlerin %76,9’u uzman, %19,3’ü pratisyen hekimdi. “5237 sayılı TCK ile ilgili herhangi bir eğitim aldınız mı?” sorusuna hekimlerin %80,9’u hayır yanıtmı verdi. Bildirim yükümlüğü ile ilgili soruya, hastalarının adli bir olaya karıştığından şüphelendikleri durumda adli makamlara bildirim yapıp yapmayacakları sorusuna hekimlerin %69’u bildirimde bulunacakları yanıtını verdi. Yapılan anket sonucunda hekimlerin 5237 sayılı TCK konusunda yeterince bilgi sahibi olmadıkları anlaşılmıştır. Öncelikli olarak hekimler yeni TCK ve cezai sorumlulukları konusunda bilgilendirilmeli, hekimlik uygulamalarmda ciddi sıkıntılar yaratacak maddeler tartışılmalıdır. Bildirim ile ilgili maddenin uygulamada ne denli sıkıntıya yol açacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar kelimeler: Türk Ceza Kanunu, yasal sorumluluklar, hekimle