111 research outputs found

    Determination of attitudes towards healthy eating of students studying at the school of physical education and sports: Beden eğitimi ve spor yüksekokulunda öğrenim gören öğrencilerin sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumlarının belirlenmesi

    Get PDF
    The aim of this study is to determine the attitudes of students studying at Hatay Mustafa Kemal University, School of Physical Education and Sports, towards healthy eating. 213 students participated in the study voluntarily. Students' Attitudes towards Healthy Eating Scale was used to determine the students' attitudes towards healthy eating. SPSS 26 package program was used to analyze the data. Independent T-test was used in pairwise comparisons and One Way ANOVA test was used to determine the difference between groups. No difference was found in the comparison of students' attitudes toward healthy eating according to gender and age variables. It was determined that the 4th-grade students in the class variable and the coaching department students in the department variable had higher attitudes toward healthy eating. As a result, it was concluded that the SBITS scores of the students of the School of Physical Education and Sports were in the high category. It is thought that the contributions of individuals who will especially teach and coach in their professional lives will be positive in raising students and athletes. (Extended English summary is at the end of this document) Özet Bu çalışmanın amacı Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunda öğrenim gören öğrencilerin sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumlarının belirlenmesidir. Çalışmaya 213 öğrenci gönüllü olarak katılmıştır. Öğrencilerin sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumlarının belirlenmesinde öğrencilerin Sağlıklı Beslenmeye İlişkin Tutum Ölçeği (SBİTÖ) kullanılmıştır.  Veri analiz etmek için SPSS 26 paket programı kullanılmıştır. İkili karşılaştırmalarda Independent T testi, gruplar arası farkın belirlenmesinde ise One Way ANOVA testi kullanılmıştır. Öğrencilerin sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumlarının cinsiyet ve yaş değişkenine göre karşılaştırılmasında fark saptanmamıştır. Sınıf değişkeninde 4. sınıfların ve bölüm değişkeninde ise antrenörlük bölümü öğrencilerinin öğrencilerin sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumlarının daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu öğrencilerinin SBİTÖ puanlarının yüksek kategoride olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Meslek hayatlarında özellikle öğretmenlik ve antrenörlük yapacak bireylerin öğrenci ve sporcu yetiştirirken katkılarının olumlu yönde olacağı düşünülmektedir

    Determination of athlete nutrition knowledge level of university students: Üniversite öğrencilerinin sporcu beslenme bilgi düzeylerinin belirlenmesi

    Get PDF
    The aim of the study is to determine the athlete nutrition knowledge level of the students educated at Hatay Mustafa Kemal University School of Physical Education and Sports. A total of 286 students, 156 male, and 130 female, between the ages of 18-25 participated in the study voluntarily. The Sports Nutrition Knowledge Questionnaire (NSKQ) was used to determine the athletes' nutrition knowledge levels of the students. The Independent T-test was used to compare the groups, and the One-Way ANOVA test was used to determine the difference between the departments. As a result of the analysis, both men and women were in the weak knowledge group in the classification of nutritional knowledge. No difference was found in the comparison of the nutritional knowledge scores according to the gender variable. In the comparison of the nutritional knowledge scores according to the status of taking a nutrition course, a significant difference was determined for both the total score and the sub-variables (weight control, macronutrients, micronutrients, sports nutrition, supplement, alcohol), and it was determined that the difference was in favor of the students who took the nutrition course. It was determined that this difference was in favor of the students who took nutrition lessons. It was also determined that there was a significant difference in the sub-dimension of macronutrients in the comparison of sports nutrition knowledge scores according to the departments, and the difference was in favor of the department of recreation. When comparing the nutritional knowledge scores of male and female students according to the department variable, it was determined that there was a difference in the sub-dimension of macronutrients and this difference was in favor of the department of recreation in men and in favor of teaching department students in women. As a result, it was revealed that the nutritional knowledge level of the students in the School of Physical Education and Sports was weak. In their professional lives, it is thought that increasing the hours of compulsory nutrition lessons will be beneficial for education to be at the desired level in nutrition. ​Extended English summary is in the end of Full Text PDF (TURKISH) file.   Özet Çalışmanın amacı Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunda (BESYO) eğitime-öğrenim gören öğrencilerin sporcu beslenme bilgi düzeylerinin belirlenmesidir.   Çalışmaya 18-25 yaş arası 156 erkek, 130 kadın olmak üzere toplam 286 öğrenci, gönüllü olarak katılmıştır. Öğrencilerin sporcu beslenme bilgi düzeylerinin belirlenmesi için Sporcu Beslenme Bilgisi Ölçeği (SBBÖ) kullanılmıştır. Grupların karşılaştırılmasında Independent T testi, bölümler arasında farkın belirlemesinde ise One Way ANOVA testi kullanılmıştır. Analiz sonucunda hem erkekler hem de kadınlar beslenme bilgi sınıflandırılmasında zayıf bilgi grubunda yer almışlardır. Cinsiyet değişkenine göre beslenme bilgi puanlarının karşılaştırılmasında fark saptanmamıştır. Beslenme bilgi puanlarının beslenme dersi alma durumuna göre karşılaştırılmasında, hem toplam puan hem de alt değişkenler (ağırlık kontrolü, makro besin öğeleri, mikro besin öğeleri, sporcu beslenmesi, supleman, alkol) için anlamlı fark belirlenmiş, farkın beslenme dersi alan öğrenciler lehine olduğu tespit edilmiştir. Bölümlere göre sporcu beslenme bilgi puan karşılaştırılmasında makro besin öğeleri alt boyutunda anlamlı fark olduğu farkın rekreasyon bölümü lehine olduğu tespit edilmiştir. Erkek ve kadın öğrencilerin bölüm değişkenine göre beslenme bilgi puan karşılaştırılmasında makro besin öğeleri alt boyutunda fark olduğu farkın erkeklerde rekreasyon kadınlarda ise öğretmenlik bölümü öğrencileri lehine olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, BESYO’da öğrencilerin beslenme bilgi düzeylerinin zayıf olduğu, mesleki hayatlarında beslenme konusunda istenilen seviyelerde olmaları için zorunlu beslenme dersi saatlerinin arttırılmasının eğitime faydalı olacağı düşünülmektedir

    Methods used in urban search and rescue in disasters and evaluation of current approaches

    Get PDF
    Afet; deprem, tsunami, sel, heyelan, volkan patlaması, kasırga, hortum, uçak kazaları, tren kazaları, nükleer santral kazaları, patlamalar ve terör saldırıları gibi çok sayıda insanın yaralanması ve ölümü ile birlikte ciddi fiziksel tahriplerle sonuçlanan olaylar olarak tanımlanmaktadır. Deprem, terör saldırısı ve heyelan gibi olaylar sonucunda yapılarda meydana gelen çökmeler sonrası yıkılmış yapı altında mahsur kalan insan ve hayvanların bulunması için kentsel arama ve kurtarma çalışmaları önem arz etmektedir. Afetin ilk saatlerinde kentsel arama ve kurtarma çalışmalarının başlaması mahsur kalanların canlı olarak çıkarılma oranını arttırmaktadır. İlk 24 saat sonrası afetzedelerin hayatta olma oranı %50 azalmaktadır. Özellikle depremlerle ilgili çok sayıda vaka çalışmasından elde edilen verilere göre, afet sonrası hayatta kalanların %50–95'i depremden sonraki ilk 24-48 saat içinde yerel halk tarafından kurtarıldığı belirtilmiştir. Fakat molozlar altında sıkışmış ve erişilmesi zor olan afetzedelere ulaşmada profesyonel ekiplere ihtiyaç duyulmaktadır. Çökmüş yapı içerisindeki artçı sarsıntılar ve diğer nedenlerden kaynaklı (molozların kaldırılması veya sabitlenmesi sırasında oluşan çökmeler ve afetzede yakınlarının enkaz üstünde yakınlarını aramasından kaynaklı çökmeler vb.) oluşan ikincil çökmeler, tehlikeli kimyasal madde sızıntıları, gaz kaçakları ve kazazedeye erişimdeki geçiş rotalarının dar olması gibi olumsuz etkenler kentsel arama ve kurtarma ekiplerinin güvenliğini tehdit eden unsurlardır. Bu tehditler arama ve kurtarma personelinin kentsel arama kurtarma çalışmalarında tek başına etkin ve verimli olmasını engellemektedir. Kentsel arama ve kurtarma çalışmalarında yerel halk ve profesyonel ekipler ile birlikte köpekler, robotlar, sismik ve akustik (dinleme) cihazlar ve görüntüleme cihazları gibi aktörler de rol almaktadır. Bu aktörlerin her biri farklı görevler ile kentsel arama ve kurtarma çalışmalarında etkili ve verimli olarak kullanılmakla beraber çalışmaların bütünsel olarak yürütülmesini sağlama ve birbirini tamamlama özelliklerine sahiptir. Bu çalışmada kentsel arama ve kurtarma çalışmalarında görev alan afet gönüllüleri, profesyonel arama ve kurtarma personelleri, arama ve kurtarma köpekleri, dinleme ve görüntülü arama cihazları ile robotların arama ve kurtarma çalışmalarındaki pozisyonları incelenmiştir.Disaster is an event that results in serious physical and death of large number of people, because of earthquake, tsunami, flood, landslide, volcano eruption, hurricane, hose, airplane accidents, train accidents, nuclear power plant accidents, explosions and terrorist attacks. Urban search and rescue works are important for finding people and animals trapped under the collapsed structure after the collapse of buildings as a result of earthquakes, terrorist attacks and landslides. The initiation of urban search and rescue activities in the first hours of the disaster increases the rate of live removal of the stranded. The survival rate of the victims 50% decreases, after the first 24 hours. According to the data obtained from numerous cases especially related to earthquakes, it was stated that 50-95% survivors after the disaster were rescued by the local people within the first 24-48 hours. However, there is need for professional teams to reach the victims who are trapped under rubble and are difficult to access. Secondary collapses due to aftershocks and other causes in the collapsed structure (collapses during removal or fixation of debris, and collapses due to the search of relatives on the debris of the relatives, etc.), dangerous leakage of gas, and leakage of access routes to the casualty. These are threats to the safety of urban search and rescue teams. These threats prevent search and rescue personnel from being effective and efficient in urban search and rescue activities. In urban search and rescue activities, local people and professional teams, as well as actors such as dogs, robots, seismic and acoustic (listening) devices and imaging devices are also involved. Each of these actors can be used effectively and efficiently in different tasks and urban search and rescue activities, but it has the characteristics of completing each other. In this study, the positions of disaster volunteers, professional search and rescue personnel, search and rescue dogs, listening and video search devices and robots in search and rescue activities were investigated

    Electromechanical delay detected by tissue Doppler echocardiography is associated with the frequency of attacks in patients with lone atrial fibrillation

    Get PDF
    Background: Our main purpose in this study is to compare atrial (inter-atrial, intra-leftatrial, intra-right atrial) electromechanical delays of patients with lone atrial fibrillation (LAF) with healthy individuals and examine the relationship of annual LAF attack frequency.Methods: 32 entirely healthy individuals and 32 patients who have presented with tachycardia and complying with LAF criteria have been included in the study. The time passing from the beginning of the P wave on electrocardiography to the A’ wave on tissue Doppler trace was accepted as the atrial conduction time (PA’). The PA’ time difference between the mitral annulus of left ventricle (ML) and the tricuspid annulus of right ventricle (TL) was defined as inter-atrial electromechanical delay (IA-EMD), the PA’ time difference between the ML and septal mitral annulus (MS) as intra-left electromechanical delay (ILeft-EMD), the PA’ time difference between MS and the TL as intra-right electromechanical delay (IRight-EMD).Results: ILeft-EMD (21.8 ± 9.1 vs. 14.1 ± 4.9, p < 0.001), IRight-EMD (9.3 ± 6.8 vs. 5.9 ± 4.9, p = 0.03) and IA-EMD times (24.7 ± 11.2 vs. 11.9 ± 7.1, p < 0.001) were significantly longer in LAF patients. In multivariate regression analysis, using a model including age, gender and left atrium (LA) volumes, ILeft-EMD times (OR 1.14, 95% CI 1.03–1.27,p = 0.012), IA-EMD times (OR 1.12, 95% CI 1.03–1.23, p = 0.007) and LA volumes (OR 1.18, 95% CI 1.05–1.32, p = 0.005) were independent predictors of LAF. In LAF group, the frequency of AF episodes was significantly correlated with ILeft-EMD (r = 0.90, p < 0.001) and IA-EMD times (r = 0.36, p < 0.004), whereas, IRight-EMD times and LA volumes were not correlated with recurrence rates.Conclusions: ILeft-EMD and IA-EMD may increase in the early stages of atrial fibrillation even without the left atrial dilation and may be more valuable than left atrial area and volume in predicting atrial fibrillation

    Predation of ant species Lasius alienus on tick eggs: impacts of egg wax coating and tick species

    Get PDF
    Several animal species, including ants, have been reported to be capable of predation on ticks. However, determining factors in most interactions between ticks and predators have not yet been fully deciphered. We hypothesized that the ant species Lasius alienus, which is unknown whether it has any impact on ticks, may exhibit predation on the eggs of tick species Hyalomma marginatum, H. excavatum, and Rhipicephalus bursa, and that the tick egg wax can be the main determinant in possible predation. In the study, 6300 tick eggs with the natural wax coating (waxed/untreated) and 2700 dewaxed tick eggs, the wax of which was removed in the laboratory, were repeatedly presented to the foraging workers belonging to three different ant nests in their natural habitat. Depending on the tick species and trials, the rate of the eggs carried by the ants ranged from 12.8 to 52.1% in the waxed and from 59.8 to 78.4% in the dewaxed eggs. It was observed that the dewaxing process both increased the interest of the ants in the eggs and resulted in a reduction in the variation associated with tick species. This study showed that L. alienus has a predatory effect on tick eggs, the severity of this impact is closely associated with the tick species, the tick-associated difference is caused by the species-specific property of the egg wax, and the variety in the protective effects of the wax seems to be an evolutional result of the biological and ecological adaptation process of the species

    Trakya Bölgesinde Organik Şaraplık Üzüm Yetiştiriciliği ve Şarap Yapımı

    Get PDF
    Dünyada geniş alanlarda uygulanan klasik tarımın giderek doğal dengeyi bozması sonucu örgütlenen üreticiler doğayı tahrip etmeyen, insan sağlığında yan etki yapmayan tarımsal ürünleri tercih etmeye başlamışlardır. AB ve FAO tarafından da klasik üretime alternatif olacak tarzda ortaya çıkan bu üretim şekli ekolojik veya organik tarım olarak isimlendirilmektedir. Ülkemizde 1985 yılında başlayan organik tarım ürünleri üretimi 2000’li yıllarda Dünya organik tarım pazarlarına talep yaratma çabaları ile yen bir boyut kazanmıştır.1999 yılında 92 tarım ürünü organik olarak üretilmiş olup bu üretimde üzümün payı 7182 ton’dur. Pestisit kalıntısı bulunmayan çevre dostu ürünlere, şarap sektörü de ilgi duymuş ve ekolojik şarapçılık gündeme gelmiştir. Ülkemizde şaraplık üzüm üretiminde büyük bir paya sahip Trakya Bölgesinde ekolojik ürün sertifikasyonuna sahip bağlar ve bu bağlardan elde edilen üzümlerden uygun yöntemlerle ekolojik şarap elde edilmesi için Enstitümüz tarafından proje bazında çalışmalar başlatılmıştır. Böyle çalışmaların üretici koşullarında ve çiftlik sistemleri araştırmaları kapsamında yürütülmesinin gerçekçi sonuçlar ortaya koyacağı düşünülmektedir

    The effectiveness of the ketogenic diet in drug-resistant childhood epilepsy

    Get PDF
    2nd International Behcet Uz Children's Congress -- MAR 04-07, 2020 -- Izmir, TURKEYBackground. We aimed to investigate the effectiveness of ketogenic diet (KD) in children with various types of refractory epilepsy. Methods. A total of 91 children (49 females) aged 3 to 193 months (median, 52 months) with drug resistant epilepsy who received KD treatment for at least 12 months were enrolled in the study. Seizure frequency, adherence to diet, reason for discontinuation of KD, and adverse effects were recorded. Response was defined as >= 50% improvement in seizure frequency compared to baseline. We also searched for influences of different variables on the outcome. Results. Intent-to-treat analysis revealed an improvement in seizure frequency for >= 50% in 73.6%, 80.2%, 75.8%, 73.6%, and 70.3% of patients at month-1,-3,-6,-9, and month-12, respectively. Overall, 32 (35.2%) patients remained seizure-free at month-12. There was no significant differences between responders and non responders in terms of age at onset of epilepsy, age at onset of KD, gender, or etiology. Mild hyperlipidemia was associated with a higher response rate. At the last follow-up (median: 20 months), 38 (41.8%) patients were still maintained on KD. While 15.4% of patients completed the diet with a success in seizure control, remainder discontinued KD due to lack of efficacy (23.1%), non-adharence to diet (11%), intercurrent infection (4.4%), adverse effects (3.3%), and death (1.1%). Conclusion. Ketogenic diet treatment appears to be effective in about two-thirds of children with various types of drug-resistant epilepsy, including one-third remaining seizure free. Mild hyperlipidemia seems to be associated with a higher response rate. Discontinuation of KD is mostly due to lack of efficacy or nonadherence, and rarely side effects

    An assessment on the technological disasters experienced in Turkey (between the years of 2000-2020)

    Get PDF
    Günümüzde hızlı nüfus artışı, plansız yapılaşma, hızlı ve plansız sanayileşme, teknolojideki gelişmeler, ülkeler ve bölgeler arası siyasi çekişmeler, savaşlar gibi faktörler, teknoloji-insan kaynaklı olayların afetlerle sonuçlanmasına sebep olabilmektedir. Teknolojinin gelişmesi aynı zamanda sanayi, ulaşım ve endüstriyel faaliyetlerin artmasına da yol açmıştır. Gerçekleştirilen faaliyetler esnasında gerekli tedbirlere uyulmaması veya gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda can ve mal kaybına yol açan kazaların meydana gelmesi kaçınılmaz olabilir. Dünyada yaşanan doğal ve teknolojik afetlerin kayıt altına alındığı ve arşivlendiği çeşitli uluslararası acil durum veri tabanları bulunmaktadır. Bu veri tabanları evrensel verileri ücretsiz bir şekilde kullanıcı hizmetine sunmaktadır. Bu çalışmada, 2000-2020 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen teknolojik afetlerin dağılımları ile etkilediği kişi sayısı ve ölüm oranlarının araştırılması amaçlanmıştır. Tanımlayıcı tipte planlanan çalışmanın evrenini veri tabanında bulunan, 2000-2020 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen teknolojik afetler oluşturmuştur. Veriler Excel ortamına aktarılmış ardından, SPSS 25.0 paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Veri tabanından alınan bilgilere göre Türkiye’de 2000-2020 yılları arasında 102 tane teknolojik afetin meydana geldiği görülmüştür. En fazla ölüm oranı %73,6 ile ulaşım kazaları sonucu meydana geldiği saptanmıştır. Teknolojik afetler, doğal afetlerden farklı olarak genellikle insan faaliyetlerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı için çeşitli tedbirlerin alınması bu afetlerin ortaya çıkmasını veya etkilerini ve ölüm oranlarını azaltabilir. Teknolojik kazalar ve bunlara bağlı afetler nedeniyle meydana gelen ölüm oranlarının azaltılabilmesi için bireysel, örgütsel ve yapısal önlemlerin alınması önem arz etmektedirToday, factors such as rapid population growth, unplanned structuring, rapid and unplanned industrialization, technological developments, political conflicts between countries and regions and wars can cause technologicalhuman-induced events to result in disasters. The development of technology has also led to an increase in industry, transport and industrial activities. In case the necessary precautions are not followed or the necessary measures are not taken during the activities carried out, it may be occur inevitable accidents which cause loss of life and property. There are various international emergency databases in which natural and technological disasters in the world are recorded and archived. These databases provide universal data free of charge to the user service. In this study, it is aimed to investigate the death rate and the number of people affected by the distribution of technological disasters occurring in Turkey between 2000 and 2020. The universe of the descriptive study planned, occurring in Turkey between the years 2000-2020, has been formed by the technological disasters in the database. The data were transferred to Excel and then analyzed using SPSS 25.0 package program. According to the information taken from the database was observed that 102 units of technological disasters ocur In Turkey between 2000 and 2020. It was determined that the highest death rate was 73.6% as a result of transportation accidents. Since technological disasters usually occur as a result of human activities, unlike natural disasters, taking various measures can reduce the occurrence or effects of these disasters and mortality rates. In order to decrease the death rates due to technological accidents and related disasters is important to take individual, organizational and structural measures

    Anatomic and Functional Results of Cartilage Type 1 Tympanoplasty in Children and the Evaluation of the Success of Surgery with Parental Perceptions

    Get PDF
    Objective:This study aims to determine the anatomic and functional results of cartilage Type 1 tympanoplasty in children and to evaluate the success of surgery with parental perceptions.Methods:Only pediatric patients who had undergone cartilage Type 1 tympanoplasty were included in this study. Patients older than 16 years and patients who had otorrhoea during the previous month, chronic otitis media with cholesteatoma and patients who had undergone mastoidectomy or ossiculopasty were excluded. The ‘anatomical’ success was accepted as an intact graft in the last control in the at least 6th month postoperatively. A satisfaction questionnaire with four questions about the perceptual results of surgical intervention was applied to the patients’ parents on the telephone.Results:In total, 44 ears of 41 cases (22 male 19 female) were included in the study. The mean age was 13.2±2.7 (8-16) and the mean follow-up time was 17 (7-36) months. Anatomical success rate was 88.6% (39/44). As a preoperative mean, the pure tone hearing threshold was 30.7±7.7 dB and the postoperative mean pure-tone hearing threshold was 18.8±7.8 dB. Among the operated ears, 88.6% (39/44) of the perforations were treated successfully. Of the 41 paediatric patients’ parents, only 28 (68.2%) could be reached by telephone; nineteen (68%) of the 28 parents contacted thought that the hearing level had improved postoperatively and only 10 parents (35%) stated that his/her child could attend a preoperatively-restricted activity postoperatively.Conclusion:Outcomes of cartilage tympanoplasty in children satisfy both surgeons and parents. Chronic otitis media in children must be managed with surgery as soon as favourable conditions are provided
    corecore