37 research outputs found
The relation of CD3, CD4, CD8 and PD-1 expression with tumor type and prognosis in epithelial ovarian cancers
Objectives: Ovarian cancer is a heterogeneous disease, where chronic inflammation plays a key role in carcinogenesis. In this study, it is aimed to analyze the relationship with prognosis and chemotherapy response to clinicopathologicalnvariables in epithelial ovarian cancers such as proliferation of PD-1 +, CD8 +, CD4 +, CD3 + T-lymphocytes infiltrating the tumor and tumor stroma.Material and methods: Seventy-six cases diagnosed with primary epithelial ovarian tumor from biopsy or surgical resection materials were included in the study. Immunreactivity of CD3, CD4, CD8, PD1 was evaluated immunohistochemically in lymphocytes in tumor infiltrating lymphocytes and stromal lymphocytes.Results: Seventeen (22.4%) of the cases were Type I, 59 (77.6%) of them were Type II ovarian carcinoma. PD-1 positivity was observed in stromal and intraepithelial lymphocytes in 22 (28.9%) of 76 cases. In the presence of PD-1 + T-lymphocytes that infiltrate tumor and stroma, disease-free survival are shorter (p = 0.037). The presence of stromal CD4 + and CD8 + T-lymphocytes was more common in late stage patients (p = 0.012, p = 0.036; respectively). The disease-free and overall survival rate was statistically significantly shorter in the presence of CD8 + T lymphocytes (p = 0.009, p = 0.003; respectively).Conclusions: CD3, CD4 and CD8 may contribute to PD-1 mediated tumor control. Anti PD-1 therapy may be an alternative to chemotherapy in PD-1 positive patients. Identifying patients who do not respond to chemotherapy through PD-1 expression prior to immunotherapy will help develop potential personalized immunotherapy
İleri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserli hastalarda serum leptin, adiponektin, resistin ve ghrelin düzeylerinin yaşam kalitesi ile ilişkisi
Cancer cachexia is one of the most frequent effects of malignancy, is often associated with poor prognosis, and may account for up to 20% of cancer deaths. Cancer cachexia is a complex, multifactorial metabolic state, involving anorexia and decreasing body weight secondary to accelerated loss of skeletal muscle and adipose tissue. Pathogenesis of cancer cachexia is not clearly explained although several cytokines and acute phase proteins have some roles on this catabolism. Serum levels adipokines are strongly associated with cancer cachexia and the quality of life but their roles is not established yet. The aims of our study were to evaluate the relationship with cancer cachexia and serum levels of adiponectin, resistin, leptin, ghrelin and nutritional assesment and quality of life in advanced non-small cell lung cancer patients. Sixty seven patiens (62 male, 5 female) and twenty healhty (16 male, 4 female) volunteers were included in this study. Demographical, anthropometrical, laboratory data and serum levels of adipokines were mesured for two groups. PG-SGA for evaluation of nutrition and the questionnaire of quality of life like SF-36, EORTC QLQ-C30 and HAD were assessed. Patients presented significantly higher serum resistin (p=0.000) and lower serum leptin levels (p=0.025) than controls. Patients with weight loss presented significantly increased serum ghrelin (p=0.009) and decreased serum leptin levels (p=0.044) compared to patients without weight loss. Low serum ghrelin levels and high adiponectin serum levels were associated with fatigue and pain. Patients who had high serum resistin levels had low quality of life. High serum levels of LDH, ferritin and ghrelin were associated with disease progression. Low serum levels of leptin was associated with survival. In conclusion, the role of adipokines in cancer cachexia and quality of life is showed. But further studies are needed to determine its potential role in cancer cachexia.Malignensilerin en sık etkilerinden biri olan kanser kaşeksisi, kansere bağlı ölümlerin %20 sinden fazlasından sorumlu olabilir ve kötü prognozla ilişkilidir. Kanser kaşeksisi, artmış iskelet kası ve yağ dokusu kaybına sekonder kilo kaybı ve anoreksiyi içeren kompleks, multifaktöryel metabolik bir durumdur. Birçok sitokinin ve akut faz proteinlerinin bu katabolizmada rolü olmasına rağmen, kanser kaşeksi patogenezi henüz tam anlamıyla açıklanmamıştır. Serum adipokin düzeyleri kanser kaşeksisi ve yaşam kalitesi ile ilişkilidir fakat rolleri henüz kanıtlanmamıştır. Çalışmamızın amacı ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserli hastalarda kanser kaşeksisi, serum adiponektin, resistin, leptin, ghrelin düzeyi, beslenme durumu ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Altmış yedi hasta (62 erkek ve 5 kadın) ile 20 sağlıklı gönüllü (16 erkek ve 4 kadın) çalışmaya dahil edildi. İki grubta demografik, antropometrik,labaratuar verileri ve serum adipokin düzeyleri ölçüldü. Beslenme durumunu gösteren PG-SGA ve SF-36, EORTC-QLQ-C30, HAD yaşam kalitesi anketleri değerlendirildi. Hastaların kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek serum resistin ve düşük serum leptin düzeyleri vardı. Kilo kaybı olan hastaların anlamlı olarak yüksek serum ghrelin ve düşük serum leptin düzeyleri vardı. Düşük serum ghrelin ve yüksek serum adiponektin düzeyleri yorgunluk ve ağrı ile ilişkiliydi. Yüksek serum resistin düzeylerine sahip olan hastaların yaşam kalitesi düşüktü. LDH, ferritin ve ghrelin yüksekliği progresyon ile ilişkiliydi. Leptin düşüklüğü sağkalım ile ilişkiliydi. Sonuç olarak adipokinlerin kanser kaşeksisinde ve yaşam kalitesindeki rolü gösterildi. Fakat adipokinlerin kanser kaşeksisindeki potansiyel rollerini ortaya koymak için birçok çalışmaya ihtiyaç vardır
Evaluation of Serum MicroRNA Levels and Mutations Using Next-Generation Sequencing of Liquid Biopsies From Metastatic Pancreatic Cancer Patients: A Turkish Pilot Study
Pancreatic cancer is highly aggressive and at the time of diagnosis, 80% of patients are in the metastatic stage. Personalize d therapy guided by genomic biomarkers for pancreatic cancer has only recently begun to be investigated.This study aimed to comprehensively identify possible activating and pathological mutations in metastatic pancreatic cancer with NGS of liquid biopsies and to investigate miRNAs and mutations as therapeutic targets as we evaluated their relationships and effect on prognoses Seventeen patients and 20 healthy volunteers were included in the study. Blood samples were taken from the patients, cell free DNA was isolated from the serum, and mutation profiles were analyzed by NGS. Serum miRNA levels were analyzed by isolating circulating miRNA from the same samples from all groups. In patients with G288G synonymous mutants in the HNF1A gene compared to non-mutant patients, miR-17, miR-24, and miR-150 levels were found to be statistically significantly lower;The miR-17 and miR-146a levels of patients with a TP53 gene Pro72Arg mutation were found to be statistically significantly higher than that of the non-mutant group Survival was lower with the c.2472 C>T mutation located in exon 18 of the PDGFRA gene; higher in patients with P72R mutations in the TP53 gene and those with miRNA 17 and 146 upregulation carrying this mutation. This study is clinically meaningful in revealing possible pathogenic mutations detected in tumor cells circulating in metastatic pancreatic cancer, both in terms of prognostic value and whether the information can be used to target treatment, including gene therapy. © 2023, Yuzuncu Yil Universitesi Tip Fakultesi. All rights reserved
Meme kanserinde serum matriks metalloproteinaz 2-7-9, doku matriks metalloproteinaz inhibitörü 1, vasküler endotelial büyüme faktörü, interlökin 6 ve interlökin 8 düzeylerinin değerlendirilmesi
Amaç:Meme kanseri insidansının artması ve gelişen tedaviler ile sağkalımın uzaması izlemde yeni belirteçlere gereksinim ortaya çıkarmaktadır. Serum matriks metalloproteinaz 2, 7, 9 (MMP2, MMP7, MMP9), doku matriks metalloproteinaz inhibitörü1 (TIMP1), interlökin 6, interlökin 8 ve vasküler endoteliyal büyüme faktörü (VEGF) kanserogenezin farklı basamaklarında rol almaktadırlar. Çalışmamızın amacı meme kanseri hastalarında bu parametrelerin klinik evre, histopatolojik özellikler ve laboratuar değerleri üzerine etkilerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Meme kanseri patolojik tanısı konmuş kemoterapi naif yetmiş sekiz kadın hasta çalışmaya alındı. İstatistik, Statistical Package for Social Sciences version15 ile hesaplandı. Sonuçlar %95 güven aralığında değerlendirildi. p0,05 olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Hasta gruplarını karşılaştırmalarında kikare ve Mann Whitney-U testi uygulandı. Bulgular: Hastaların medyan yaşı 52±11,6 bulundu. Hastalar “non-metastatik” ve “metastatik” şeklinde iki gruba ayrıldı. Metastatik grupta serum VEGF değeri 3,4 kat yüksek saptandı. Serum CA15-3 seviyesinde yükselme, artmış MMP9 ve IL6 seviyeleri ile anlamlı ilişkiliydi. Serum LDH seviyesi artmış hastalarda serum VEGF ve TIMP1 seviyeleri anlamlı arttı. Serum CRP artışı IL8, IL6 ve MMP9 artışı ile ilişkili bulundu. Serum VEGF seviyeleri progrese olgularda yüksekti. İzlemde kaybedilen hastaların serum VEGF seviyesi daha yüksek olmakla beraber istatistiksel anlamlı değildi. Hormon pozitif grupta negatif gruba göre serum MMP7 seviyeleri anlamlı düşük saptandı. HER2 (3+) hasta grubunda serum MMP2 seviyeleri HER2 (0/1+/2+) hasta grubuna göre daha yüksekti. Serum TIMP1 seviyesi ki 67 oranı %40 ve üzeri hastalarda, oran %40 altında olan hastalara göre anlamlı düşük bulundu. Sonuç: Çalışmamız kısıtlı hasta sayısı ile yapılan kısa takip süresine sahip bir ön çalışma özelliğindedir
The relationship between single gene polymorphism and response to cisplatin and 5-FU treatment in patients with head and neck cancer
Aim: Head and neck cancers are the sixth most common type of cancer worldwide. The treatment process of head and neck cancers is classified as chemotherapy or chemoradiotherapy. In this study, the relationship of ERCC1, XRCC1 and MTHFR genes with treatment response was investigated. Material and Methods: In the study, 5 ml of blood was collected from the patients to investigate single nucleotide polymorphism, DNA was isolated and investigated by pyrosequencing method. Results: Patients were evaluated according to RECIST criteria; head and neck computed tomography scans were performed before treatment (4 weeks) and after every three cycles. The overall response rate (RR) was 10 (25%) PD, 7 (17.5%) SD, 9 (22.5%) PR, and 14 (35%) CR. Of the patients who presented with at least one polymorphic variant, four had PD, 3 had SD, 3 had PR and 1 had CR. Conclusion: In this study, the clinical behaviour of a group of head and neck carcinoma patients was retrospectively evaluated for association with three single nucleotide polymorphisms. These included C8092A in the ERCC1 gene, G28152A in the XRCC1 gene, and C677T and A1298C in the MTHFR gene
The frequency of EGFR and KRAS mutations in the Turkish population with non-small cell lung cancer and their response to erlotinib therapy
In this study, profiles of epidermal growth factor receptor (EGFR) and Kirsten ras sarcoma (KRAS) mutations and response to erlotinib therapy have been investigated in patients with non-small cell lung cancer (NSCLC). DNA from 300 patients with NSCLC was extracted from paraf-fin-embedded tissues. After the extracted DNA was sequenced by pyrosequencing method, a total of 97 (32.0%) patients out of 300 were detected to carry an EGFR mutation and 75 (25.0%) patients out of 300 carried a KRAS mutation; 20 (6.6%) patients were detected to carry both of EGFR and KRAS mutations. The EGFR mutations were found to be statistically significant in female patients (48.0 women vs. 28.0% men, non smokers (49.0 vs. 26.0%) and adenocarcinoma (37.8 vs. squamous 26.8%). The overall rate of survival in patients receiving erlotinib therapy than in patients who did not. In patients without the KRAS mutation, the median overall survival rate was 161 ± 30 weeks with erlotinib therapy and 90 ± 13 weeks in patients without erlotinib therapy. In patients having KRAS mutation, the median overall survival was 98 ± 16 weeks with erlotinib therapy and 34 ± 16 weeks with no erlotinib therapy. In our study, we once again demonstrated that the presence of these mutations affected response to erlotinib therapy. The KRAS mutations negatively affected survival rate with and without erlotinib therapy. © 2018 Demiray A, Yaren A, Karagenç N, Bir F, Demiray AG, Karagür ER, Tokgün O, Elmas L, Akça H, published by Sciendo
Over Kanserli Hastalardaki ERCC1 ve ABCB1 gen polimorfizminin platin ve taksan tedavisine yanıt ile ilişkisi
Amaç: Kanser kemoterapisine yanıtta bireysel farklılıkların oluşmasında genetik polimorfizmlerin rolü büyüktür. Gen polimorfizmleri ve mutasyonlar, kombinasyon kemoterapi tedavilerinde, yaygın olarak kullanılan ilaçların metabolizmalarını etkileyebilmektedirler. Bu sebeple, bu polimorfizmlerin belirlenmesinin, birçok kanser türünde, kemoterapiye klinik yanıt ya da kemoterapi ilişkili toksisiteyi öngörmede etkili olabilecekleri düşünülmektedir. Biz de çalışmamızda bu amaçla over kanseri hastalarında ERCC1 geni C8092A ve T19007C ile ABCB1 (MDR1) geni C3435T tek nükleotit değişiminin platin ve taksan tedavisine yanıtta bir etkisinin olup olmadığını araştırmayı planladık. Gereç ve yöntem: Çalışmamıza Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Polikliniği’nde takipli 20 over kanser tanılı hasta dahil edildi. Hastalardan 5ml tam kan alındı. Toplanan tam kanlardan DNA izolasyonu qiagen miniBlood kit kullanılarak elde edildi. Elde edilen DNA’lardan pyrosequencing sistem kullanılarak tek gen değişimi analiz edildi. İstatistik, Statistical Package for Social Sciences version17 ile hesaplandı. Sonuçlar %95 güven aralığında değerlendirildi. p0,05 olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Hastalarımızın ortanca yaş değeri 61 yıl idi (alt ve üst sınırlar: 46-73 yıl). Hastalardan 8’i evre 3c ve 12’si evre 4’tü. Histopatolojik olarak, 18’i seröz papiller, 2’si berrak hücreli olarak tanımlanmıştı. ERCC1 geni C8092A değişimi; 14 hastada wild tip iken 6 hastada heterozigot veya mutant, ERCC1 geni T19007C değişimi; 5 hastada wild (yaban tip) iken 15 hastada heterozigot veya mutant olarak saptanmıştır. ABCB1 (MDR1) geni C3435T değişimi; 11 hastada wild iken 9 hastada heterozigot veya mutant olarak analiz edilmiştir. ERCC1 ve ABCB1 geni tek nükleotit değişimi araştırılan 20 hastanın progrese olma süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Ancak ERCC1 geni C8092A değişimi wild tip olan hastaların ortalama sağkalım süresi anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur. Sonuç: Gen polimorfizmleri tedaviye yanıtı ön görmede yol gösterici bir belirteç olarak kullanılabilir. Polimorfizmi taşıyan hastaların belirlenmesi klinisyenlerin kemoterapi tedavilerini bireyselleştirmelerine yardımcı olacaktır. Farmakogenetik yaklaşımlı daha fazla hastanın dahil edildiği geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır
Optimal Tedavi, Altmış Beş Yaş ve Üstü Glioblastome MultiformeTanılı Hastalarda Sağkalım Üzerine Etkili mi?
Amaç: Glioblastoma Multiforme (GBM) erişkinlerde en sık görülen primer malign beyin tümörüdür. Optimal tedavisi, mümkün olan en geniş cerrahi rezeksiyon (maksimum güvenli rezeksiyon) sonrasında adjuvan eşzamanlı kemoradyoterapi ve ardından adjuvan kemoterapidir. Fakat, geriatrik grup optimal tedavi edilmemektedir. Son çalışmalarda genç hastalarla benzer olarak yaşlı grupta da optimal tedavinin fayda sağladığı gösterilmiştir. Biz de, 65 yaş ve üstü GBM’li hastalarda optimal tedavinin sağkalım üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.Yöntemler: Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Polikliniğinde 2010-2018 yılları arasında takip edilen GBM patolojik tanılı 71 hastanın dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik ve klinikopatolojik özellikleri dosyadan kaydedildiBulgular: Değerlendirilen 71 hastanın 25’i (%35,2) 65 yaş ve üstü, 46’sı (%64,8) 65 yaş altındaydı. Yirmi beş hastanın 11’i (%44) erkek, 14’ü (%56) kadındı. Tüm hasta grubunda ortanca takip süresi 16,2 ay (12,4-19,9), ortanca genel sağkalım süresi 12,5 ay (10,4-14,7 ay) idi. Altmış beş yaş altı hastaların ortanca genel sağkalımı 15,1 ay (12,6-17,6 ay), 65 yaş ve üstü hastaların ise 8,6 ay (7,9-9,3 ay) idi (p0.001). Optimal tedavi alan 65 yaş ve üstü hastaların ortanca genel sağkalımı 8,9 ay (8,4-9,4 ay) iken, almayan hastalarda ortanca genel sağkalım 7,9 ay (3,4-12,4 ay) idi (p:0.048).Sonuç: Optimal tedavi alan 65 yaş ve üstü hastaların ortanca genel sağkalım süresi almayanlara göre anlamlı olarak daha uzundu. Performansı iyi olan yaşlı hastaların genç hastalar gibi optimal tedaviyi alabildiklerinde sağkalım sonuçlarının iyileştiği görülmüştür
The influence of obesity on the recurrence of cancer in HER-2 positive breast cancer patients related to adjuvant trastuzumab treatment
Amaç: Humanize monoklonal bir antikor olan trastuzumabın, HER-2 pozitif erken evre meme kanseri tanılı kadınlarda sağkalımı uzattığı gösterilmiştir. Retrospektif olarak HER-2 pozitif meme kanserinde trastuzumabın etkisinin obezite ile değişip değişmediğini araştırdık. Gereç ve yöntem: HER-2 pozitif 170 hastanın 129unun verilerine ulaşılabildi ve 114 hastanın istatistik analiz için kayıtlardan bulunabilen boy/kilo ölçümleri elde edilebildi. Bu hastalardan vücut kitle indeksi (VKİ) 30 kg/m2 olan grupta 68 (60%) hasta ve ?30 kg/m2 olan grupta 46 (40%) hasta mevcuttu. Bulgular: Progresyonsuz sağkalım VKİ30 kg/m2 olan grupta 8.8 ± 6.5 ay iken, VKİ?30 kg/m2 grupta 78.09 ± 12.43 ay olarak hesaplandı ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.32). Trastuzumab verilen 95 hastanın 7sinde (%7.4) progresyon saptanırken, verilmeyen grupta 34 hastanın 13ünde (%38.2) progresyon mevcuttu. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p0.001). Karsinoma insitu saptanan 53 hastanın 32si VKİ30 kg/m2 olan grupta, 21I de VKİ ? 30 kg/m2 olan grupta idi. Cox regresyon analizinde ise sadece karsinoma insitu varlığı ile progresyonsuz sağkalım arasında anlamlı ilişki mevcuttu. [HR 0.44 (95% CI 1.05-34.28, p=0.044)]. Trastuzumab tedavisi ile tümör çapı (p=0.04), hormone reseptör pozitiflik durumu ile progresyonsuz sağkalım arasında anlamlı ilişki saptandı (p=0.002). Ayrıca, hormone reseptör negatif olan hastalarda Trastuzumab almadıkları takdirde, nüks riskinin 7.6 kat arttığı saptandı. Takip süresi median 24 ay (sınırlar 3-257 ay) olup, 20 hastada (%15.5) nüks saptandı. Takipte 5 hasta ex oldu. Tüm hasta grubunda Trastuzumab kullanımı ve karsinoma insitu varlığı progresyonsuz sağkalımla ilişkili idi. Hormon reseptör negatifliği ve progresyonsuz sağkalım obez hastalarda daha uzundu ama aradaki fark anlamlı değildi (p =0.659). Sonuç: Trastuzumab, meme kanserinde özellikle hormon reseptör negatif olan hastalarda progresyonu önlemede etkili bulundu