28 research outputs found

    Determination of heavy metals transferring from cooking equipment to food

    No full text
    Yüksek Lisans TeziBu çalışmada, farklı ekipmanlarda (alüminyum, çelik, bakır, eski teflon ve yeni teflon) pişirilen nohut numunesine, pişirme ve depolama ile geçebilecek ağır metallerin (Al, Cd, Cr, Cu, Fe, Mn, Ni, Pb ve Sn) seviyesinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Pişirilen ve depolanan numunelerin, mikrodalga çözündürme işleminden sonra mikro ve toksik düzeydeki element konsantrasyonları ICP-MS cihazı ile ppm (mg/kg) cinsinden tayin edilmiştir. Elde edilen sonuçlar pişirme suyu, çiğ nohut numunesi ve literatür verileriyle karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Araştırmada Al, Cd, Cr, Cu, Fe, Mn, Ni, Sn ve Pb için elde edilen ICP-MS sonuçları ortalama olarak sırasıyla, 850±71-27.5±5.6, 0.026±0.003-0.011±0.007, 11.0±2.4-6.01±0.36, 13.5±1.1-12.0±1.8, 171±13-66.7±4.25, 47.5±3.1-30.1±1.3, 6.25±0.55-3.38±0.29 ve 20.5±2.0-0.179±0.014 mg/kg'dır. Pb tespit edilememiş olup, çiğ nohut numuneleri için belirtilen element seviyeleri ise; Al 1.409, Cr 8.225, Mn 34.46, Fe 121, Ni 3.646, Cu 13.61, Cd 0.017 ve Sn 0.391 mg/kg olarak tespit edilmiştir. Çalışmada tespit edilen en yüksek geçiş alüminyum elementinde gerçekleşmiştir. Bu geçiş 850±17 mg/kg ile eski teflon ekipmanda pişirmede ve 516±14 mg/kg ile alüminyum ekipmanda depolamada gerçekleşirken, en düşük geçiş ise kadmiyum elementinde 0,011 mg/kg ile çelik ekipmanda gerçekleşmiştir. Sonuç olarak pişirme ekipmanlarının cinsine bağlı olarak gıdalara pişirme ve depolama koşulları ile ağır metal geçişinin olduğu, bu geçişin pişirmeyi takiben elementlerin ham olarak kullanıldığı alüminyum ve demir gibi ekipmanlarda daha yüksek seviyede olduğu, bunun yanı sıra depolama ile adsorbsiyona bağlı olarak genel anlamda geçişin pişirmeye kıyasla daha düşük seviyelerde olduğu görülmüştür.n this study, determination of the level of heavy metals (Al, Cd, Cr, Cu, Fe, Mn, Ni, Pb and Sn) that can pass through the chickpea samples which are cooked in different equipments (aluminum, steel, copper, old Teflon and new Teflon) intended. Micro and toxic element concentrations were determined in ppm (mg/kg) by the ICP-MS device after the microwave dissolution of the samples cooked and stored. In the study, the results of ICP-MS obtained for Al, Cd, Cr, Cu, Fe, Mn, Ni, Pb and Sn were found to be 850±71-27.5±5.6, 0.026±0.003-0.011±0.007, 11.0±2.4-6.01±0.36, 13.5±1.1-12.0±1.8, 171±13-66.7±4.25, 47.5±3.1-30.1±1.3, 6.25±0.55-3.38±0.29, could not be detected and 20.5±2.0-0.179±0.014 mg/kg. The element levels specified for raw chickpea samples are; A1 was found to be 1.409, Cr 8.225, Mn 34.46, Fe 121, Ni 3.646, Cu 13.61, Cd 0.017 and Sn 0.391 mg/kg. The highest pass found in the study was carried out in the aluminum element. This transition was carried out in old Teflon equipment with 850±17 mg/kg and in storage in aluminum equipment with 516±14 mg/kg the lowest pass is in steel equipment with cadmium element at 0,011 mg/kg. As a result, depending on the type of cooking equipment, cooking and storage conditions and heavy metal transition to food, this transition is used as raw materials followed by cooking elements such as aluminum and iron, as well as the higher content of storage as well as storage depending on the adsorption of the transition compared to cooking low levels

    Pediyatrik hastalarda kaudal bupivakain ve kaudal morfin uygulamasının inspiratuvar sevofluran ve end tidal sevofluran miktarı üzerine etkinliğinin karşılaştırması

    No full text
    Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.ÖZET AMAÇ: Genel anestezi altında öpere olacak bir grup pediyatrik hastaya kaudal epidural aralıktan lokal anestezik olan bupivakain, bir grup hastaya da opioid analjezik olan morfin uygulamasının, sevofluran ihtiyacı açısından fark olup olmadığım araştırmayı amaçladık. MATERYAL METOD: Çocuk cerrahisi ameliyathanesinde 4-16 yaş arası ASA I-II grubu inguinal herni, hidrosel, inmemiş testis, kordon kisti ameliyatı olacak hasta rasgele olarak 2 gruba ayırdık. Entübasyon sonrasında BİSPEKTAL indeks elektodu bağlayıp hastaya yan pozisyon verilerek sakral hiatustan epidural aralığa girilerek ilaç uygulaması yaptık. Birinci grup morfin30 mcg/kg kaudal (M grubu) İkinci grup bupivakain (%0,25) 1 ml/kg kaudal (B grubu) uyguladık. Hastaların bis skorlarını operasyon boyunca 40-60 arasında tutuk. Bis değerini sevofluran titrasyonu ile bu değerler arasında tutmaya çalışırken moniterize ettiğimiz end tidal sevofluran değeri, inspriratuvar sevofluran değerini kaydettik. BULGULAR:İki grup arasında inspiratuvar ve end tidal sevofluran değerleri açısından bupivakain lehine anlamlı fark çıkarken diğer vital bulgular ve postoperatif ağrı skoru açısından fark bulunamadı: TARTIŞMA: çeşitli mekanizmalarla epidural ve spinal anestezinin sedasyon sağladığı ve EEG değişiklikleri yaptığı bilinmektedir. Bu etkilere bağlı olarak.BİS değeri değişmektedir. Rejyonel anestezi ile uygulanan Bupivakainin stres hormonlarım Morfinden daha iyi baskıladığı bilinmektedir. Stres hormonlarının genel anestezi altındaki hastaların EEG aktivitesini ve uyanıklığım artırmaktadır. SONUÇ: Bupivakain ile yapılan kaudal analjezinin çocuklarda sevolfluran ihtiyacım kaudal morfin analjezisinden daha etkin azalttığım gösterdi

    Analysis of waiting times in healthcare processes in public hospitals in Istanbul

    No full text
    Sağlık hizmetlerindeki bakım kalitesinin en önemli noktalarından biri bekleme süresidir. Bekleme süresi arttıkça algılanan kalite düşmektedir. Sunulan sağlık hizmetinin kalitesini ve hasta memnuniyetini önemli ölçüde etkilemektedir. Bekleme süresi, hastanın kuruma gitmeden önce almış olduğu randevu saati ile muayene zamanı arasındaki fark olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmanın amacı; 2016 yılında İstanbul'da faaliyet gösteren kamu hastanelerindeki ayakta muayene işlemlerinin çocuk sağlığı ve hastalıkları, genel cerrahi, iç hastalıkları ile kadın hastalıkları ve doğum polikliniklerindeki bekleme sürelerinin, haftanın günlerine, gün içindeki saat farklıkları ve aylara göre değişkenliklerinin belirlenmesidir. Çalışma kesitsel, retrospektif tanımlayıcı bir çalışmadır. Çalışma evrenini İstanbul'da hizmet veren 2. ve 3. basamak sağlık kurumlarında 2016 yılındaki ayakta tedavi başvuruları; çalışmanın örneklemi ise 2016 yılındaki 2. ve 3. basamak sağlık kurumlarındaki çocuk sağlığı ve hastalıkları, iç hastalıkları, genel cerrahi ile kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine gelen ayakta muayene işlemi gerçekleştiren 847,972 başvuru oluşturmaktadır. Araştırma verileri ikincil verilerden sağlanmıştır. Çalışmada ortalama, standart sapma, medyan, kartiller, yüzdelikler gibi tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra, değişkenlerin karşılaştırılması için bağımsız örneklem t-Testi, tek yönlü varyans (ANOVA) analizi kullanılmıştır. Çalışmada hastaların %71,9 kadın hastalardan, %28,1'i erkek hastalardan oluşmaktadır. Çalışmadaki bekleme süresi ortalaması 17,27±27,19 olmaktadır. En yüksek bekleme süresi kadın hastalıkları ve doğum polikliniklerinde(20,518±24,068) gerçekleşmiştir. Sağlık hizmet basamağına göre ortalama bekleme süresi en yüksek üçüncü basamak sağlık kurumlarında (18,24±22,07) yaşanmaktadır. En yüksek bekleme süresi pazartesi günü (18,57 dakika, medyan 9) yaşanmaktadır. Çalışma neticesinde, bekleme süresinin ayakta muayene süreçlerinde incelenen değişkenlere göre farklılıklar ortaya konmaya çalışılmış ve politika yapıcılara sunulmuştur.One of the most important aspects of the quality of care in health services is the waiting period. As the waiting time increases, the perceived quality decreases. It significantly affects the quality of the health service provided and patient satisfaction. Waiting time is defined as the difference between the appointment time that the patient received before going to the institution and the examination time. The aim of this study; The aim of this study is to determine the waiting times of the outpatient clinics in pediatric health and diseases, general surgery, internal diseases and obstetrics and gynecology outpatient clinics in public hospitals operating in Istanbul in 2016, according to the days of the week, hour differences in the day and the months. The study is a cross-sectional, retrospective descriptive study. Outpatient treatment applications in 2016 at the 2nd and 3rd level health institutions serving in Istanbul; The sample of the study consisted of 847.97 applicants who performed outpatient examinations in the pediatric health and diseases, internal diseases, general surgery and gynecology and obstetrics outpatient clinics in 2nd and 3rd level health institutions in 2016. Research data were obtained from secondary data. In addition to descriptive statistics such as mean, standard deviation, median, quartiles, and percentiles, independent samples t-Test and one-way analysis of variance (ANOVA) were used to compare variables. In the study, 71.9% of the patients were female patients and 28.1% were male patients. The average waiting time in the study was 17.27±27.19. The highest waiting time was observed in the obstetrics and gynecology outpatient clinics (20.518±24.068). According to the health care level, the highest average waiting time is experienced in tertiary health institutions (18.24±22.07). The highest waiting time is experienced on Monday (18.57 minutes, median 9). As a result of the study, it was tried to reveal the differences according to the variables examined in the outpatient examination processes of the waiting period and presented to the policy makers

    Opinions of Kitchen Workers on Industrial Kitchen Planning

    No full text
    This study intends to reveal the opinions of kitchen staff on industrial kitchen planning, and survey technique, which is one of the quantitative research methods, was used at the stage of data collection. In this direction, descriptive analyses (frequency, arithmetic mean, standard deviation), Mann-Whitney U test -for the comparison of two groups-, and Kruskal-Wallis test -for the comparison of more than two groups- were applied on the data obtained from 354 kitchen staff working in five-star hotels operating in Istanbul. Statistical significance level was determined as p .05). It was determined that there was a statistically significant difference among the kitchen staff's educational status and industrial kitchen experience and their opinions on industrial kitchen planning (p < .05)

    Heavy Metal Contaminations in Cuisine: Cooking Equipment

    No full text
    Gıda güvenliği konusu yeryüzünde bireylerin yaşamlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri ve sağlıklı toplumların oluşturulabilmesi açısından oldukça önemli bir konudur. Günlük yaşam içerisinde mikrobiyal ve fiziksel unsurların yanı sıra halk sağlığı için endişe uyandıran birçok kimyasal unsurun da bulunduğu bilinmektedir. Bu unsurların başında da ağır metaller, pestisit denilen zirai ilaçlar ve toksinler gelmektedir. İnsan sağlığı için oldukça tehlikeli olan ağır metaller gerek besinler aracılığı ile gerekse muhtelif diğer bulaşma kaynakları aracılığıyla vücuda alınarak insan sağlığını tehlikeye sokabilmektedir. Bu çalışmada özellikle yiyecek-içecek sektörü ve ev mutfaklarında yiyecek üretimde kullanılan çelik, alüminyum, bakır, teflon gibi materyallerden üretilen pişirme ekipmanlarından gıdalara bulaşabilen indikatör ağır metaller hakkında bilgi verilmesi amaçlanmıştır. Kimyasal tehlikeler sınıfında yer alan ağır metaller birçok kaynak üzerinden insanlara bulaşabildiği gibi pişirme ekipmanları aracılığıyla da vücuda alınarak uzun vadede hastalık yapıcı boyutlara ulaşmaktadır. Yapılan literatür çalışması neticesinde pişirme ekipmanlarından gıdalara sızıntı yoluyla ağır metal bulaştığı, ekipmanın eski-yeni olma durumu, ekipmanda yiyeceğin bekletilme süresinin hatta kullanılan gıdanın yapısal özelliklerinin de ağır metal geçişinde etkili faktörler olduğu görülmüştür. Sonuç olarak ekipman yapımında alüminyum gibi ham olarak kullanılan elementlerden üretilen materyal kullanımının en aza indirilmesi, yiyeceklerin mümkünse cam kaplarda muhafaza edilmesi, eski ve yıpranmış kapların kullanılmaması gibi alınacak bazı tedbirlerle bu bulaşmanın önüne geçilebileceği ve insan sağlığının korunmasının sağlanabileceği belirtilmiştir.Food safety is a very important issue in terms of sustaining the lives on earth and creating healthy societies. It is known that in addition to microbial and physical elements in daily life, there are many chemical elements that cause concern for public health. Heavy metals, pesticides and toxins are the leading factors. Heavy metals which are very dangerous for humans may endanger human health by being taken into the body either through food or through various sources of contamination. In this study, it is aimed to give information about heavy metals that can be transmitted to food from cooking equipment produced from materials such as steel, aluminum, copper, teflon which are used in food production, especially in food and beverage sector and home kitchens. Heavy metals, which are in the class of chemical hazards, can be transmitted to people from many sources as well as they can be taken into the body from cooking equipment and reach illness levels in the long term. As a result of the literature study, it has been observed that heavy metal is contaminated by leakage from the cooking equipment to food, the condition of the equipment being old or new, the holding time of the food in the equipment and the structural properties of the food used are also effective factors in the transition of heavy metal. As a result, it has been stated that this contamination can be prevented and human health can be protected by some measures such as minimizing the use of materials produced from raw elements like aluminum in the construction of equipment, if possible, preserving food in glass containers and not using old and worn containers

    2000-2004 Yılları Arasında Science Citation Index’de Taranan Türkiye Kaynaklı Adli Tıp Yayınlarının Değerlendirilmesi

    No full text
    Bilim insanlarının kendi alanlarındaki gelişmeleri izlemeleri kadar, yapmış oldukları araştırmaları diğer araştırmacılarla paylaşmaları da önemlidir. Uzun zaman alan ve yoğun emek ürünü olan bilimsel çalışmaların sonuçlarmı, bilim insanları ile paylaşmak ve kalıcılığını sağlamak açısından en doğru yol uluslararası kabul gören seçkin dergilerde yayınlamaktır. Bu çalışmada; 2000-2004 yılları arasındaki 5 yıllık süreçte, ülkemizdeki adli tıp uzman ve asistanlarının katkılarıyla yapılan uluslararası yayınları TUBITAK-Uluslararası Bilimsel Yayınları Teşvik Programı ölçütlerine göre değerlendirmek ve bu yayınların Türkiye adresli Science Citation Index - Journal Citation Reports kapsamındaki yayınlara katkısını araştırmak amaçlanmıştır. Bu amaçla, “Pubmed” ve “Web of Science” veri tabanlarından yararlanılmıştır. 01.01.2000 - 31.12.2004 tarihleri arasındaki 5 yıllık sürede, Web of Science veri tabanı kapsamındaki dergilerde, yazarları içinde ülkemizden adli tıp alanında çalışanların bulunduğu toplam 86 yayın yapılmıştır. Türkiye kaynaklı tüm yayınlara olan katkı oranı, son iki yılda binde 1.1’den binde 2.3’e yükselmiştir. Yayınların 70’inin (%81.4) tam makale, 15’inin (%17.4) tam makale dışı olduğu saptanmıştır. TÜBİTAK-Uluslararası Bilimsel Yayınları Teşvik Programı ölçütlerine göre, yayınların 3’ü (%3.5) A Grubu, 54’ü (%62.8) B Grubu, 23’ü (%26.7) C Grubu dergi listelerinde yer almaktadır. Yazar sayısı 4 ve daha fazla olan yayınlar, toplam yayınların %79.1’i oluşturmaktadır. Forensic Science International, 24 (%27.9) yayınla en fazla yayının yapıldığı dergi olup adli tıp alanındaki dergilerde (Forensic Science International, American Journal of Forensic Medicine and Pathology, Journal of Forensic Sciences, International Journal of Legal Medicine) yapılan yaymlar toplam yayınların %39.5’ini oluşturmaktadır. Çalışmanın, adli tıp alanmdaki uluslararası yayınların geliştirilmesine katkıda bulunacağı düşünülmüştür. Anahtar kelimeler: Adli tıp, Science Citation Index, Türkiy

    E-Commerce Applications and a Model Proposition in the Food and Beverage Industry During the Covid-19 Outbreak Period

    No full text
    Ekonomiler, ticari süreçlerin gelişmesi ve değişmesiyle birlikte yeni uygulamaları hayata geçirerek, çağın gerekliliklerine ayak uydurmuş ve pazar paylarını koruyabilmişlerdir. Elbette yiyecek ve içecek işletmeleri de süreçlerini dijitalleşme adı altında elektronikleştirmiştir. Ticari süreçlerin elektronik ortamlarda ve internet aracılığıyla yapılması olarak açıklanan elektronik ticaret (e-ticaret), bugün ekonomileri ve sektörleri yeniden yapılandırmıştır. İşletmelerin dijitalleşme durumunun bireylerin satın alma alışkanlıklarında değişime sebebiyet vermesi online alışveriş kavramının doğuşunu sağlamış, dijitalleşme durumu müşterileri e-ticarete katılmaya teşvik etmiştir. Aralık 2019’dan şimdiye kadar ki süreç içerisinde Covid-19 virüsü ve beraberinde gelen salgın koşulları, bireylerin satın alma alışkanlıklarını da değiştirerek, e-ticaret faaliyetlerinde yükselişe sebep olmuştur. Çalışmada, Covid-19 süreci ile artan e-ticaret uygulamalarının yiyecek ve içecek işletmeleri yönünden irdelenmesi ve örnek bir model oluşturulması amaçlanmıştır.Economies have been able to keep up with the requirements of the time and maintain their market shares by implementing new practices as the commercial mechanisms developed and changed. Food and beverage businesses have also transferred their processes onto electronic platforms within the framework of digitalization. Electronic commerce, which consists of commercial processes carried out on electronic platforms and through the internet, has restructured economies and industries. The change in the purchasing habits of individuals resulting from the digitalization of businesses has brought the concept of online shopping to life and digitalization has encouraged customers to take part in electronic commerce. COVID-19 and the accompanying pandemic conditions have transformed the purchasing habits of individuals, generating a boost in e-commerce activities since December 2019. This study examined e-commerce applications that have become popular during the COVID-19 pandemic with regard to the food and beverage industry and an exemplar model proposition was made for businesses in the industry
    corecore