17 research outputs found

    Periton Diyalizi Hastalarında, Rezidüel Renal Fonksiyonların Kaybı Boylamsal Ürik Asit ve CRP Düzeyleri ile İlişkili midir?

    Get PDF
    Amaç: Periton diyalizi yapan hastalarda rezidüel renal fonksiyonların morbidite ve mortalite üzerinde olumlu etkileri vardır. Amacımız, periton diyalizi başlanmadan önceki bazal verilerin ve başlandıktan sonra ilk üç yıldaki boylamsal ürik asit ve C-reaktif protein (CRP) düzeyinin rezidüel renal fonksiyon kaybı üzerindeki etkilerinin araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Retrospektif kohort bir çalışmadır. Son dönem böbrek yetmezliği nedeni ile periton diyalizi başlanan 34 hasta çalışmaya dahil edildi. Primer sonlanım noktası rezidüel renal fonksiyon kaybıydı ve rezidüel idrar miktarının 200 mL/24 saatten az olması olarak tanımlandı. Hastalar, periton diyalizi başlandıktan sonra üç yıl boyunca veya RRF kaybı olana kadar takip edildi. Hastaların klinik ve laboratuvar verileri hasta dosyalarından kaydedildi. Bulgular: Takip süresi 32,7 (12,9-36) aydı. Periton diyalizi başlandıktan 22,1±9,8 ay sonra 10 hastada rezidüel renal fonksiyon kaybı oldu. Boylamsal ürik asit düzeyi 6,1±1,2 mg/dL ve boylamsal CRP düzeyi 0,5 (0,3-0,7) mg/dL idi. Rezidüel renal fonksiyon kaybı olan hastalarda, bazal sodyum, trigliserid düzeyleri daha düşük iken parathormon düzeyi daha yüksekti. Her iki grup arasında boylamsal ürik asit ve CRP düzeyi açısından fark yoktu. Periton diyalizi başlanmadan önceki parathormon [tehlike oranı (HR), 1.003; %95 güven aralığı (GA) 1.001-1.006; p=0,013], sodyum (HR 0,801; %95 GA 0,665-0,965; p=0,019) ve vücut kitle indeksi (HR 0,817; %95 GA 0,684-0,975; p=0,025) rezidüel renal fonksiyon kaybı için risk faktörüydü. Sonuç: Periton diyalizi hastalarında, bazal sodyum, trigliserid ve vücut kitle indeksi rezidüel renal fonksiyon kaybı için risk faktörü olarak bulunmuştur. Rezidüel renal fonksiyon kaybı ile boylamsal CRP ve ürik asit düzeyi arasında ilişki gösterilememiştir. İdeal ürik asit ve CRP düzeyinin belirlenmesi için prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır

    Transplantasyon sonrası yeni başlangıçlı diabet (PTDM) patogenez, sıklık, risk faktörleri ve sonuçları

    No full text
    Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.[Abstarct Not Available

    Renal transplantasyon hastalarında hepatit C virusu nedenli karaciğer hastalığının şiddetini etkileyen faktörler

    No full text
    Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.ÖZET 1. Ege Üniversitesi Organ Nakli Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde 1987- 2000 tarihleri arasında toplam 388 renal tranplantasyon gerçekleştirilmiştir. Buna ek olarak başka merkezde RT (renal transplantasyon) uygulanan 124 hasta kliniğimizde izlenmiştir. Halen 348 hasta aktif olarak poliklinik izleminde olup, bu hastalarda anti HCV sıklığı %40'dır (140 hasta). 2. RT hastalarında immun yanıtın bir göstergesi olan lenfosit subtipleri dağılımın, karaciğer hastalığının patogenez ve klinik seyrinin belirleyiciliğinin önemini araştırmak amacıyla biz HCV+RT, HCV-RT ve HCV+GE hastalarında lenfosit subtip dağılımını belirleyip bu değerleri kontrollerle karşılaştırdık. Ayrıca HCV+RT hastalarında HCV nedenli karaciğer hastalığının klinik ve histopatolojik sonuçlarını, histopatoloji ile ALT, viremi ve RT anındaki anti-HCV durumu arasındaki ilişkiyi araştırdık. 3. Biz çalışmamızda 4 grubu (HCV+RT, HCV-RT, HCV+GE ve kontrol grubu) inceleyerek bunlar arasındaki ortak değişkenlerden yaş, cinsiyet ve immünolojik açıdan lenfosit subtiplerini karşılaştırdık. Yaş açısından gruplara bakıldığında HCV+GE hastaları (55.4±13.1); HCV+RT (39±10), HCV-RT (32.3±8.47) ve kontrol grubundan (35.9±6.0) daha yaşlı hastalardan oluşmaktaydı. Cinsiyet açısından bakıldığında ise 4 grup arasında istatiksel bir fark bulunmadı. 4. HCV+RT olan toplam 54 kişi ortalama 66 ay boyunca izlenmiştir ve izlem süresince yapılmış olan KC biyopsilerine göre; 10 hastada karaciğer biyopsisi normal, 40 hastada kronik hepatit ve 4 hastada siroz mevcuttu. Bunların histolojik açıdan grade ortalamaları 4.2+3.0 ve stage ortalamaları 1.3+1.2 idi. HCV+GE hastaları ise toplam 10 kişi olup bunların tahmini hastalık süreleri ortalama 240 ay idi ve bunların karaciğer biyopsileri incelendiğinde tüm hastaların kronik hepatit oldukları ve siroz ya da normal histoloji göstermedikleri gözlendi. Bu grubun ortalama grade değerleri 6.4±1.5 ve stage değerleri 1.9±0.7 idi ve RT hasta grubundan daha şiddetli karaciğer patolojileri mevcut olup bunu da daha uzun süreli hastalığa sahip olmalarına bağladık. 815. RT hastalarındaki HCV nedenli karaciğer hastalığının patogenezini araştırmak için yaptığımız immünolojik inceleme sonucunda immunsupresyon etkisi ile; karaciğerde yetersiz CD3 sekestrasyonu, beklenildiği kadar aktif T hücre yanıtının olmaması ve CD4'de sayısal/fonksiyonel yetersizlik ve kompansatuar CD8 artışının HCV+RT hastalarında viral persistansa katkıda bulunan mekanizmalar olabileceği sonucuna vardık. Bu da göstermekteydi ki, RT hastalarında HCV nedenli karaciğer hastalığının seyrinin daha ağır olabileceğini düşündürmekte olup, klinik olarak kesin sonuç elde etmek için daha uzun süreli izleme gerek vardır. 6. HCV+RT hastalarındaki biyokimyasal bulgular ve histopatoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirdiğimiz zaman; A paternine sahip hasta sayısı 8, B patemine sahip hasta sayısı 9, C paternine sahip hasta sayısı 30 ve D paternine sahip hasta sayısı 7 idi. Bu 4 grubun histolojik açıdan stage ve grade ortalamakarına baktığımızda A pateninden D paternine doğru gidildikçe stage ve grade skorlarının ortalamalarının istatiksel açıdan anlamlı şeklide arttığını gözledik. Aynı zamanda son ALT düzeyleri açısından bakıldığında D paternine sahip olan grubun diğer 3 gruba (A, B ve C paternindekiler) nazaran daha yüksek son ALT düzeylerinin olduğunu gördük. Bu sonuçlarda göstermekteydi ki; ciddi karaciğer histolojisine sahip olan hastalarda ALT sürekli yüksek ya da dalgalanan bir yükseklik göstermeye eğilimlidir. Normal ALT düzeyleri karaciğer hastalığı olmadığını göstermez. 7. HCV+RT hastalarından 43 tanesine kantitatif HCV RNA testi yapıldı. Kantitatif HCV RNA düzeyleri 850.000 lU/ml'in üzerindeki değerlere dilüsyon yapma imkanı zor olduğu için: 850.000 ve >850.000 şeklinde sınıflandırıldı. Karaciğer hastalığının şiddeti (grade ve stage olarak) ile HCV RNA viral litrelerinin miktarı arasında bir ilişki bulamadık. 8. RT anındaki anti HCV durumuna göre klinik, biyokimyasal ve histolojik açıdan değerlendirildiğinde; Pre-tx HCV+RT (25 kişi) hastalarında klinik açıdan hiçbirinde akut hepatit ya da dekompanze karaciğer yetmezliği kliniği yoktu. Pre-tx HCV-RT (29 kişi) hasta grubu ki bunlar HCV enfeksiyonunu transplant anında yapılan peroperatuar kan transfüzyonları veya organ nakli ile kazanmış hasta grubu olup, transplant sonrası dönemde HCV pozitif hale gelmişlerdir. Bu grupta ise klinik açıdan 9 hastada akut hepatit ve 8 hastada 82dekompanze karaciğer yetmezliği gelişip immunsupresyon dozunun azaltılması neticesinde hasta kaybı olmamış ve klinik belirtiler gerilemiştir Histolojik aktiviteyi yansıtan grade değeri, post-tx HCV+RT hastalarında (5.48±3.17), pre-tx HCV+RT hastalarına (2.92±2.40) göre anlamlı olarak yüksek bulduk. Bunun yanısıra fibrozisi yansıtan stage değeri de post-tx HCV+RT hastalarında (1.76±1.21)t pre-tx HCV+RT hastalarına (0.84±1.07) göre yüksek bulduk. Tüm bu sonuçlar neticesinde, RT anında kazanılan HCV enfeksiyonunda klinik ve histopatolojik seyir daha ağır seyretmektedir. Bunun nedeni HCV enfeksiyonunun kazanıldığı andaki maksimum immunsupresyona bağlı olarak; HLA gen ekspresyonunda down-regülasyon, sitokin reseptörlerinde down-regülasyon, sitokin üretiminin baskılanması ve immünolojik tolerans viral klirensin sağlanamaması ve viral persistansa katkıda bulunabilir. 9. Bizim çalışmamızda, tüm grupları içeren (HCV+RT ve HCV-RT) 69 RT hastasında en az 1 kez akut rejeksiyon atağı gösteren hasta oranı %26'dır. HCV enfeksiyonu olan 54 hastada 14 akut rejeksiyon atağı (%26) saptanmıştır. HCV enfeksiyonu olmayan 15 hastada 4 akut rejeksiyon atağı (%26) bulduk ki bu şekilde, HCV+RT ve HCV-RT hastalar arasında akut rejeksiyon atağı sıklığı açısından farklılık gözlenmedi. HCV+RT hastalarındaki bu akut rejeksiyon ataklarının 3'ü pre-tx HCV+RT, 11'i post-tx HCV+RT hastalarında ortaya çıkmıştır. HCV enfeksiyonu olan hastalarda, HCV nedeni ile immunsupresyonda ağırlaşma olmaktadır. Fakat bu hastaların ciddi hepatit dönemlerinde (özellikle post-tx HCV+RT hastalarında daha fazla gözlendiği gibi) immunsupresyon kesiliyor, karaciğer hastalığından düzelme sırasında immunsupresyon başlatılmasındaki gecikme akut rejeksiyonun ortaya çıkması için zemin hazırlamaktadır. 33

    Enteropati-tipi T-hücreli lenfoma olgularında EBER in situ hibridizasyon yöntemiyle Epstein-Barr virüs ilişkisinin araştırılması

    No full text
    Enteropathy-type T-cell lymphoma (ETTCL), is a type of ;amp;#8220;mature extranodal T- and NK-cell lymphoma;amp;#8221;, derived from intraepithelial T-lymphocytes, representing ;lt;%1 of all non-Hodgkin lymphomas. It is pathogenetically related to gluten hypersensitivity (Coeliac disease), however some cases, reported from South and Central America have been associated with Epstein-Barr virus (EBV). We searched the relationship of EBV and ETTCL in five cases by chromogenic in situ hybridization method using early RNA probe of EBV (EBER). The cases were retrieved from a series of 94 patients diagnosed as T- and NKcell lymphoma, excluding the leukemic and cutaneous subtypes between 1997-2007 in our department. They accounted for 5.3% of all cases. Three of the cases were male, two were female, with a mean age of 47.2;plusmn;13.6 years (range: 27-63). The most common presentation symptoms were diarrhoea, abdominal pain and weight loss. All tumors were located in small bowel and ulcerated. Neoplastic cells were atypical and large in two cases, small to mediumsized in the rest. They expressed CD3+, CD4-, CD8;plusmn; immunophenotype and showed cytotoxic granules. All cases had enteropathy related morphology. Modified Marsh classification was Type IIIA in one case, Type IIIB in three cases and Type IV in the remaining case. EBER in situ hybridization was positive in minority of cells (;lt;%5) of one case having a history of renal transplantation and were thought to represent isolated reactive lymphoid cells and immunoblasts. In our study, no reliable evidence was found relating ETTCL to EBV. The higher proportion of ETTCL cases within the T- and NK-cell lymphoma group in our series, compared especially with Far-East series, was attributed to the higher prevalence of Coeliac disease in our country. Further multicenter studies combining immunohistochemistry and molecular methods are needed to achive reliable epidemiological data.“Enteropati-tipi T-hücreli lenfoma (ETTHL)”, intraepitelyal T-lenfositleri kökenli bir “matür ekstranodal T ve NK hücreli lenfoma” türüdür. Tüm non-Hodgkin lenfomalar içerisindeki oranı %1'in altındadır. Gelişiminde gliadin hipersensitivitesi (Çöliak hastalığı) rol oynar. Ancak Güney ve Orta Amerika'dan bildirilen bazı vakaların Epstein- Barr virüsü (EBV) ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir. Çalışmamızda, Anabilim Dalı'mızda ETTHL tanısı alan beş olgudaki EBV varlığı, EBV erken RNA (EBER) probu kullanılarak kromojenik in situ hibridizasyon yöntemiyle araştırılmıştır. Olgular, 1997-2007 yılları arasında, lösemik ve kutanöz tipler dışında ekstranodal ve nodal T ve NK hücreli lenfoma tanısı alan 94 hasta arasından derlenmiştir ve bu grubun %5.3'ünü oluşturmaktadır. Yaş ortalamaları 47.2±13.6 (dağılım: 27-63) olup ikisi kadın, üçü erkektir. Diyare, karın ağrısı ve kilo kaybı en sık rastlanan başvuru yakınmalarıdır. Tümörlerin hepsi ince barsakta yerleşmiştir, yüzeyleri ülseredir. Neoplastik hücreler, iki olguda büyük, diğerlerinde küçük/orta büyüklükte atipik lenfoid hücre görünümündedir. CD3+, CD4-, CD8± immünfenotip ve sitotoksik granüller göstermektedirler. Tüm olgularda komşu mukozada enteropati bulguları mevcuttur. Modifiye Marsh evresi, bir olguda Tip IIIA, üç olguda Tip IIIB, bir olguda da Tip IV olarak değerlendirilmiştir. EBER pozitifliği, yalnızca böbrek transplantasyonu öyküsü olan bir olguda ve az sayıda (%5), izole reaktif lenfoid hücre ve immünoblast olabileceği düşünülen, hücrede izlenmiştir. Araştırmamızda ETTHL ile EBV'nin ilişkili olduğunu düşündürecek güçlü bir veri elde edilmemiştir. Serimizdeki ETTHL'ların, tüm T ve NK hücreli neoplaziler içerisindeki oranının, özellikle Uzakdoğu serilerinden yüksek olması, Çöliak hastalığı prevalansının yüksek olduğu ülkelerden biri olmamızla ilişkilendirilmiştir. Ancak epidemiyolojik düzeyde daha güvenilir veri oluşturabilmek için kombine immünhistokimyasal ve moleküler yöntemlerle desteklenmiş, çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır

    The extracellular water corrected for height predicts technique survival in peritoneal dialysis patient

    No full text
    OBJECTIVE: Most patients on peritoneal dialysis (PD) consume a normal Western diet that contains a large amount of salt. This causes increase in extracellular volume (“fluid overload“) that has to be removed mostly with the dialysis fluid, as residual renal function (if present) cannot cope with it. in the present study, we prospectively investigated whether an increased extracellular volume (corrected for height) predicted technique survival in PD patients. MATERIAL and METHODS: Ninety-five prevalent PD patients from one center (mean age 50±13 years, 10 of them diabetic) were studied. Extracellular water (ECW), total body water (TBW), and intracellular water (ICW) were measured by multi-frequency bioimpedance analysis (m-BIA). Echocardiography was performed in all patients. Volume status was also evaluated by measuring left atrium diameter (LAD) and left ventricular end-diastolic diameter (LVEDD). Demographical, biochemical analyses, peritoneal equilibration test, weekly total Kt/V urea and weekly total creatinine clearance (CCr) results were obtained from patient chart. We identified a cut-off value for ECW/height by drawing ROC curves that differentiate patients with FO and those without, using LAD and LVEDD measured by echocardiography as confirmatory parameters. Technique survival (TS) was defined as the time on PD treatment until transfer to hemodialysis. Technique survival (TS) was assessed at the end of the follow-up and significant predictors of technique survival were investigated. RESULTS: During the follow-up, 62 patients dropped out. Thirty-six patients were switched to hemodialysis (severe peritonitis in twelve, hernia in one, peritoneal leaks in five, inadequate dialysis in seventeen and unwillingness in one patient), twelve patients received transplants, five patients were transferred to other center and nine patients died (4 patients from infection, 4 patients from cardiovascular disease and 1 patient from malignancy). Patients switched to hemodialysis were older and had higher duration of PD treatment, body mass index, ECW/height and LAD than patients that stayed on PD. Patients that switched to HD also had significantly lower weekly total KT/Vurea, weekly total CCr and daily total urine volume than patients that stayed on PD. on ROC analysis, we found a cut-off value for ECW/height of 10.5 liters/m with specificity of 78 % and sensitivity of 75% for the diagnosis of FO. Patients with the ratio of ECW/height values above the cut-off values had significantly worse technique survival than those with ECW/height below 10.5 L/m (mean survival, 28.7±2.6 vs. 35.1± 1.9 months; p=0.016). on multivariate analysis, weekly total CCr, serum CRP level and ECW/height above 10.5 L/m were independent predictors of technique failure. CONCLUSION: An increased extracellular volume corrected for height as a fluid overload marker is associated with decreased technique survival in PD patients.AMAÇ: Biz prospektif olarak, periton diyalizi(PD) hastalarında artmış ekstrasellüler suyun (boya göre düzeltilmiş) teknik sağkalımı öngörüp öngöremeyeceğini araştırdık. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Çalışmaya halen PD’ine devam etmekte olan doksan beş hasta alındı. Ekstrasellüler su (ESS) miktarı çok frekanslı biyoimpedans cihazı ile ölçüldü.Volüm durumu ekokardiyografi ile ölçülen sol atriyum (SA) ve sol ventrikül endiyastolik (SVED) çap ölçümü ile değerlendirildi. Demografik ve biyokimyasal analiz sonuçları hasta dosyalarından elde edildi. Sıvı yükü olan ve olmayan hastaları ESS/boy oranına göre ayırt etmek için ROC analizinde ekokardiyografi ile ölçülen SA ve SVED çapları doğrulayıcı parametre olarak kullanılarak ESS/boy için en iyi eşik değer saptandı. İzlem sonu teknik sağkalım değerlendirildi. BULGULAR: İzlemde 62 hasta PD’inden çıktı. Bunlardan 36 tanesi hemodiyalize geçti, 12 hasta böbrek nakli, 5 hasta başka merkeze gitti ve 9 hasta öldü. ROC analizinde sıvı yüklenmesi için ESS/boy eşik değerini 10.5 lt/m olarak bulduk. Eşik değerin üstünde ESS/boy oranına sahip olan hastaların teknik sağkalımı eşik değerin altında olan hastalara göre daha kötüydü (p=0.016). Çok değişkenli analizde, haftalık total kreatinin klirensi, serum CRP düzeyi ve eşik değerin üstündeki ESS/boy oranı teknik sağkalımın bağımsız öngörücüleri olarak bulundu. SONUÇ: Sıvı yüklenmesinin göstergesi olarak artmış ESS/boy oranı, PD hastalarında azalmış teknik sağkalım ile ilişkilidir
    corecore