34 research outputs found

    BCG immunoterapisi sonucu gelişen granulomatöz prostatit

    No full text
    TEZ955Tez (Uzmanlık) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 1991.Kaynakça (s. 39-43) var.43 s. : res. ; 30 cm.

    Our laparoscopy experience in the nonpalpable testes

    No full text
    Laparoskopik teknikler bir çok açık ürolojik girişimlere alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Çocuk ürolojisinde laparoskopinin önemli uygulama alanlarından biri ele gelmeyen testisin tanı ve tedavisidir. Bu yazıda, ele gelmeyen testisli olgulardaki ilk laparoskopi deneyimlerimizin sonuçları sunulmaktadır. Aralık 2000-Temmuz 2001 tarihleri arasında 10 olguya genel anestezi ile laparoskopi uygulandı, internal spermatik damarlar ve vaz deferensin internal inguinal ringden girdiği görülen olgularda, inguinal kanal eksplore edildi. İntraabdominal testisi olan olgularda, laparoskopik orşiopeksi veya orşiektomi uygulandı, internal spermatik damarların kör sonlanması kaybolan (vanishing) testis olarak kabul edildi. 18 ay-25 yaş arası (ortalama 9.8 yıl) 10 erkek olguda 17 ele gelmeyen testisle karşılaşıldı. Bunlardan vaz deferensin ve damarsal yapıların internal inguinal ringe girdiği görülen 11'inde inguinal bölgeye eksplorasyon yapıldı. On testise orşiopeksi, bir testise de orşiektomi yapıldı. On yedi testisin 4'ü intraabdominaldi. Bunlardan 2'sine laparoskopik orşiopeksi, 2'sine de laparoskopik orşiektomi uygulandı. Bilateral ele gelmeyen testisi olan bir olguda vaz, damarlar ve testis görülemediği için, testisin olmadığı kabul edildi. Ele gelmeyen testislerin tanısında ullrasonografi ve/veya bilgisayarlı tomografinin yeterli bilgi vermediği durumlarda minimal invazif bir yöntem olan diyagnostik laparoskopi kesin tanının konulmasında yardımcı olduğu gibi, inlraabdominal teslisli olgularda orşiektomi veya orşiopeksi gibi tedaviler laparoskopik olarak yapılabilmekledir. Bu nedenle laparoskopi, ele gelmeyen testislerin tanı ve tedavisinde önemli yeri olan bir yöntemdir.Introduction: Laparoscopic techniques were introduced as alternatives to many open urologie procedures. In pediatrie urology, one of the main applications of laparoscopy is the evaluation and treatment of nonpalpable testis. We are presenting our initial experience with laparoscopy in patients with nonpalpable testis. Materials and Methods: Laparoscopy was performed under general anesthesia on 10 patients from December 2000 to July 2001. If the internal spermatic vessels and vas deferens made their way into the internal inguinal ring, the inguinal canal was dissected. Laparoscopic orchiopexy or orchiectomy was performed in cases with intra-abdominal testis. If the internal spermatic vessels terminated within blind end intraperitoneally, making it impossible to identify the testis, the case was judged to be vanishing testis. Results: Ten boys, aged from 18 months to 25 years (median 9.8 years) were identified with 17 nonpalpable testes. Of 17 nonpalpable testes, in 11 the vas and vessels entered an open internal ring. The inguinal region was explored in all the 11 testes. Orchiopexy was performed on 10 testes and orchiectomy was performed on one testis. Four of 17 testes were intra-abdominal. Laparoscopic orchiopexy was performed in two testes and laparoscopic orchiectomy was performed in two testes. In one boy with bilateral nonpalpable testes neither vas and vessels nor testes were visualized and this case was diagnosed as vanishing testis. Conclusion: Diagnostic laparoscopy is a very helpful minimally invasive technique in the diagnosis of nonpalpable testes especially when ultrasonography and/or computed tomography are not informative. In addition, orchiectomy and orchiopexy can be done as laparoscopically in the patients with intraabdominal testes. Therefore, the laparoscopy has an important role in the diagnosis and treatment of nonpalpable testes

    Our ureteroscopic experiences in lower ureteral calculus disease

    No full text
    Günümüzde, üreteroskopik girişim üreterin distal taşlarının tedavisinde ilk alternatif olma özelliğini korumaktadır. Kliniğimizde de uygulanan bu tekniğin sonuçlarını incelemek amacıyla Mart 1992-Ocak 1996 tarihleri arasında kliniğimize üreter alt uç taşı tanısı ile başvuran 335 hastadaki 360 üreteroskopik girişimin sonuçları retrospektif bir çalışma ile incelendi. Olguların yaşlan 18 ile 71 arasında (ortalama 42.2), cinsiyet dağılımı ise 147 kadın 188 erkekti. 11.5 ve 12.5F Wolf rigid, AUR-9 ACMI flexible, HTO-5 semirigid ve MR-6L ACMI rigid ureterorenoskop bu amaçla kullanıldı.Hastaların 220'sinde girişim öncesi balon ûreteral dilatasyon uygulandı. Taşların kırılması için elektrohidrolik veya ultrasonik enerji, büyüklük ve lokalizasyonlarına göre ekstraksiyonda yabancı cisim forsepsi veya basket kateter kullanıldı. Girişim sonrası 224 hastaya 48 saat ile 45 gün ûreteral stent kondu. Hastaların 241'inde (%72) taşların tamamı extrakte edildi, 60 hastada (%18) taşların bir kısmı çıkarılarak kalan parçaların stent eşliğinde diurez ile düşmesi sağlandı, böylece 301 hasta (%90) üreteroskopik yolla taştan kurtulmuş (stone free) oldu. Sadece 12 hastada (%3.6) ûreteral perforasyon gelişti. Perforasyon gelişen hastaların 3 tanesi (%0.9) aynı seansta açık operasyona alındı. Bir hastada (%0.3) girişim sırasında tespit edilemeyen perforasyona sekonder ürinom görüldü. Hastaların 11'inde (%3.3) taşlar proksimale doğru kaçtı. Bu hastalara kateter konulup SWL önerildi. Başarısız olunan 34 hastanın (%10) 11' inde (%3.3) önceden geçirilmiş açık operasyon veya üreteroskopi girişimi vardı, /ki hastada (%0.6) postoperatif ürosepsis gelişti. Bir hastada (%0.3) girişimden bir yıl sonra nonfonksiyone böbrek tanısı kondu ve nefrektomi uygulandı. Hiçbir hastada girişime bağlı mortaliteye rastlanmadı. Bu sonuçlarla, literatürde de belirtildiği üzere, üreter alt uç taşları tedavisinde üreteroskopik girişimin, kullanım kolaylığı, yüksek etkinliği ve düşük morbidite oranıyla ilk akla gelmesi gereken tedavi yöntemi olması gerektiği kanısına vardık

    Renal angiomyolipoma: Experience in 14 patients

    No full text
    İzlemde bulunan 14 hastadaki 15 renal anjiyomiyoHpoma ait bilgiler ve izlem sonuçları, bu tümörün doğal seyrini belirlemek amacıyla retrospektif olarak incelendi. Hastaların hiçbirisinde tüberoz skleroz tanısı yoktu. Ortalama yaşı 42 olan (28 ile 54 yıl arasında) hastaların tümü kadındı ve 1 tanesinde lezyon bilateraldi. On hastada tümör insidental olarak bulunurken 4 hastada semptomlara neden olmuştu. Tanı 10 hastada abdominal ultrasonografi ile kondu, bilgisayarlı tomografi ile onaylandı. Diğer 4 hastada tanı primer olarak tomografide saptandı. Üç hastada tümör çapı 4 cm'den büyüktü ve bu hastalara cerrahi tedavi uygulandı. Daha küçük tümörler altı aylık aralarla ultrasonografik olarak incelendi. İzlem süresi 1 yıl ile 5.5 yılarasında değişmekteydi (ortalama, 3.3 yıl). İzlemdeki hastaların hiçbirisinde tümör çapında değişiklik ve tümöre sekonder komplikasyon görülmedi. Çapı 4 cm'den küçük anjiyomiyolipomlarda konservatif yaklaşımın uygun yol olduğu, bu hastalarda makul bir izlem süresi içinde tümörün büyümediği ve komplikasyonlara yol açmadığı düşünülmüştür.Renal Angiomyolipoma: Experience in 14 Patients-To define the natural course of the tumor 15 renal angiomyolipomas in 14 patients were evaluated, retrospectively. No patient in the group had tuberous sclerosis. The mean age was 42 years (range; 28-54 years) and all patients were women with one having bilateral lesions. The tumor was diagnosed incidentally in 10 patients while 4 patients had suggestive symptoms. The diagnoses were made by ultrasonography in 10 patients and confirmed by computed tomography. In the remaining 4 patients the diagnosis was made primarily by tomography. Three patients had lesions greater than 4 cm in diameter and these underwent surgery. Patients with smaller tumors were followed up periodically by ultrasonograpy. The follow up duration ranged between 1 and 5.5 years (mean; 3.3 years). Patients on follow up showed an uneventful course and neither had complications secondary to the tumor. It appears that angiomyolipomas smaller than 4 cm in diameter can be treated conservatively and in a reasonable follow up period tumor growth or secondary complications are unlikel

    Soliter pelvis taşlarında extracorporeal shock wave lithotripsy

    No full text
    İlk defa 1980 yılında Chaussy tarafından kullanılan ESWL (Extracorporeal Shock Wave Lithotripsy) tüm dünyada ürolithiazis tedavisinde yaygın ve non-invazif bir yöntem olarak başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji ABD Taş Kırma Merkezi'nde Nisan 1991 ile Aralık 1995 tarihleri arasında böbrek taşı nedeni ile tedaviye aldığımız 1800 hastaya Dornier MPL 9000 İitotriptör ile ESWL uygulayarak elde ettiğimiz sonuçlar retrospektif olarak gözden geçirildi. Bu olgulardan 483'ü soliter pelvis taşı idi. Hastaların yaşı 4 ile 70 arasında (ortalama 36.7), 221'i kadın, 262'si erkek; sağ sol oranı 266/217 idi. 231 olguda taş boyutları 2 cm'den küçük, 252 olguda ise 2-4 cm arasındaydı. 2 cm'den büyük taşı olan bütün hastalara DJ (Double-J) stent yerleştirildi. Olgulara 1-7 (ortalama 1.3) arasında değişen sayılarda toplam 671 seans ESWL uygulandı. Çocuk hastalara ketamin anestezisi, erişkin hastalara ise diazepam + fentanyl ile sedasyon ve narkotik analjezi sağlandı. Taşın tamamen fragmente olup, tüm parçaların dökülmesi başarı olarak kabul edildi. 3 aylık takip süresi içinde kontrole gelen taşı 2 cm'den küçük 205 olgunun 181'inin (%88.3), 2 cm'den büyük 230 olgunun 191'inin (%83) taşdan temizlendiği saptandı. Hastaların 18'i (%3.7) komplikasyonlar ve ilave tedaviler için hospitalize edildi. Bu sonuçlara göre 2 cm'den küçük soliter pelvis taşları hastalarda ESWL'nin ilk tercih edilecek ve etkin bir tedavi şekli olduğu, 2 cm'den büyük soliter pelvis taşlı uygun hastalarda ise ESWL'nin mevcut tedavi alternatifleri arasında yer alabileceği düşünüldü

    Comparison of laser treatment with transurethral prostatectomy in surgical treatment of benign prostatic hyperplasia

    No full text
    Benign prostat hiperplazisinin cerrahi tedavisinde vizüel laser ablasyonu (VLAP) yönteminin etkinliği ve güvenilirliği transüretral prostatektomi (TURP) ile toplam 40 hasta içeren randomize, prospektif bir çalışmada karşılaştırıldı. Etkinlik ölçütleri olarak preoperatif ve postoperatif altıncı ay uluslararası semptom skoru (IPSS), maksimum idrar akım hızı ve rezidüel idrar miktarları; güvenilirlik ölçütleri olarak preoperatif ve postoperatif erken dönem (uyandırma odası) kan sodyum ve hematokrit değerleri kullanıldı. Buna göre iki grupta da mortaliteye rastlanmadı. Güvenilirlik parametreleri karşılaştırıldığında her iki yöntem arasında anlamlı fark gözlenmedi. Etkinlik parametrelerinde ise her iki grupta ciddi iyileşme gözlenirken bu iyileşmenin TURP grubunda daha belirgin olduğu saptandı. Prostatın laser ablasyonunun ancak uygun olgularda TURP'ye alternatif olabileceği düşünüldü.Comparison of Laser Treatment ıvith Transurethral Prostatectomy in Surgical Treatment of Benign Prostatic Hyperplasia- The efficacy and safety ofvisual laser ablation (VLAP) in surgical treatment of benign prostatic hyperplasia were compared ıvith those of transurethral prostatectomy in a randomised, prospective sudy zvhich included a total of '40 patients. The parameters of efficacy were preoperative and postoperative sixth month International symptom scores (IPSS), maximum urinary floıv rates and postvoiding residual urine volumes; ıvhile the parameters of safety luere preoperative and early postoperative (recovery room) serum sodium and hematocrit levels. No mortality was recorded overall. The safety parameters zvere comparable in the tıvo treatment groups. Although both groups shoıved significant amelioration, the efficacy ıvas more prominent in the TURP patients. Laser ablation ofthe prostate can be considered as an altenative method of treatment against TURP in only selected patients
    corecore