27 research outputs found

    Chronic Intermittent Hypoxemia in Patients with Obstuctive Sleep Apnea Syndrome Causes Reduction of Peripheral Nerve Motor Fibers (Unit Number)

    Get PDF
    Objective:Obstructive Sleep Apnea syndrome (OSAS) is a chronic intermittent hypoxic process. In this study, we aimed to investigate electrophysiologically the changes in number of skeletal muscle motor unit due to chronic intermittent hypoxemia in cases followed up with the diagnosis of OSAS.Materials and Methods:According to the apnea-hypopnea index (AHI), patients divided into two groups (group 1: AHI 0.5). Maximum M mean area of nerve medianus was 50.8±20.4 (16.1-121.7) in group 1 and 48.6±20.05 (10.5-111.4) in group 2 (p=0.55). The mean MUNE values were 155.3±41.17 (46.6- 251.7) in group 1 and 127.7±40.2 (22.8-235) in group 2 (p<0.00).Conclusion:The MUNE method demonstrates that chronic intermittent hypoxemia during sleep causes reduction of the motor unit number in OSAS patients and is an independent risk factor for subclinical polyneuropathy

    Normal ve beyin sapı tutuluşu olan deneklerde, uykudaki elektroensefalografik, somatik ve otonomik değişimlerin poligrafik yöntemle araştırılması

    No full text
    Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.ÖZET 19-66 yaşlar arasında 10 normal ve 13-77 yaşlar arasında da 16 patolojik olmak üzere, 4 ü kadın 22 si er kek toplam 26 denek - spontan olarak uyudukları 26 gece içinde poligrafik yöntemle incelenmişlerdir. Bu inceleme süreci içinde 26 denekte EEG, HGD börstleri, hycid kas tonusu ve nabız, 25 denekte solunum, 23 denekte ekstremitelerde MD 1er, 23 denekte DD, 16 denekte nPE 1ar ve 16 denekte de beden sıcaklığı değişimleri değerlendirilmiştir. Patolojik deneklerimizden elde edilen çeşitli değerler, normal denek grubundan elde edilen değerlerle önce yaş gruplarına göre karşılaştırılmışlardır. Varılan sonuçlar özellikle elektroensefalografik uyku dönemleri ve dağılışları yanında, behavioral özellikleri açısından da oldukça geniş bir dağınıklık olduğunu göstermektedir. Bununla beraber, patolojik deneklerde 3 tip özellik görülmüştür. 1- Normallere göre siklik uyku pat temlerinde değişim göstermeme; Bu deneklerde de, normal denekle re oranla uyanıklık ve AB dönemleri artışı görülmektedir. Aynı zamanda DU dönemleri kısalmıştır. 2- Normal SU patt emlerine karşın DU görülmemesi 3- Hiç bir elektrcgrafik uyku patterni görülmemesi ( SU ve DU dönemlerinin birlikte yokluğu ) Son iki grupta, saf pontin 2 vaka ve 1 yaygın BS- tut ulusu olan vaka vardır. Bu veriler pontin ya da ponto- bulber lezycnlarm ağır uyku bozukluklarına yol açabilece ğini belirten yayınları desteklemiştir. Bazı pontin vakalarda uyku patternlerinin yalnızca AB ve uyanıklık dönemleri artışı dışında normallerden pek büyük ayrıcalıklar- 174 - vermemesi ise, lezyonların daha ventralde oturuşu ile açıklanmak istenmiştir. Genel olarak tek yanlı BS tutuluşları uyku dönemlerini pek etkilememekle birlikte, ponstalckalize tek yanlı tutuluşların ağır uyku bozukluğuna yol açabileceği görülmüştür. Ayrıca paleostriatum tutuluşu olan 1 vakadaki ileri uyku bozukluğu da dikkate alınarak uykunun ayrıca farmakolojik özellikleri üzerinde de durulmuştur. İncelenen nabız, salonum, DD ve PE özellikleri ise BS tutuluşu için anlamlı görülmüş, ve bu açıdan da BS yapılarının uykunun nörofizyolojisi ile olan bağıntısı tartışılmak istenmiştir. B. sıcaklığı ölçümleri, BS grubunda anlamlı değişim göstermemiştir. Ayrıca poligrafik Ölçümler için oluşturulmuş olan DD, PE, solunum ve B. sıcaklığı ölçerleri ilgili teknik literatürle karşılaştırılmıştı

    Adult onset acid maltase deficiency

    No full text
    Glikojen depo hastalığı tip II (GDHII, Pompe hastalığı), lizozomal alfa-glukosidaz eksikliğine bağlı otosomal resesif bir, hastalıktır, infantil, juvenil ve adult olmak üzere üç farklı form tanımlanmıştır. Asit maltaz eksikliği olan otuz yaşında bayan hasta sunulmuştur. Lökosit asit maltaz seviyesi sıfır olan hastamızda semptomlar iskelet kasına sınırlıydı. Bu olgu nörolojik ve histopatolojik özellikleri ile tartışılmıştır.Glycogen storage disease type II (GSDII, Pompe's disease) is an autosomal recessive inherited deficiency of lysosomal alpha-glucosidase (GAA). Three different clinical forms as infantile, juvenile and adult form have been descibed. A thirty-year-old-female with adult form acid maltase deficiency is presented. Although the leucosyt acid maltase level was zero in our patient the symptoms were restricted to skeletal muscle. The neurological and histopathological findings of this case are discussed

    Status epilepticus; The etiology, seizure type and prognosis

    No full text
    Status epileptikus (SE); nöbetlerin ardışık olarak 30 dakika veya daha uzun süre devam etmesi halidir. Klinikte SE tanısı ile izlenen 50 (29 erkek, 21 kadın) hasta incelenmiştir. 43 olguda parsiyel, 7 olguda primer jeneralize nöbetler görülmüştür. 14 olgu ilk kez epileptik nöbet geçiren ve SE tablosu gösteren olgulardır. 38 olguda nöbeti tetikleyici faktörler (düzensiz antiepileptik tedavi: 15, üst solunum yolu enfeksiyonu:7, entoksikasyon:6 <2 olgu karbonmonoksit entoksikasyonu, 2 olgu alkol entoksikasyonu 1 olgu yüksek doz karbamazepin kullanımı ve 1 olgu yüksek doz analjezik ve antienflematuar kullanımı, serebral infarkt:3, subaraknoid kanama:2, beyin tümörü:2, subdural hematom:1 gebelik:1, nöbet rekürrensi:1) tespit edilmiştir. 12 olguda ise SE'un nedeni ortaya konamamıştır. 35 olguda etkili ilaç tedavisi ile nöbetler kontrol altına alınmıştır. 6 olguda nöbet frekansı azalmıştır. 9 olgu eksitus (düzensiz antiepileptik tedavi+üst solunum yolu enfeksiyonu:3, subaraknoid kanama:2, entoksikasyon:2, serebral infarkt:1, beyin tümörü:1) olmuştur.Gözlemlerimiz SE'un en önemli nedeninin düzensiz antiepileptik ilaç kullanımı ye üst solunum yolu enfeksiyonu olduğunu ve bu ciddi durumun akut olarak uygun tedavi protokolü ile düzeltilmesi gerektiğini göstermiştir.Status epilepticus (SE) is the state of seizures lasting for 30 minutes or more. 50 patients (29 male, 21 female) with a diagnosis of SE have been followed up in the clinic. Partial seizures in 43 cases and primary generalized seizures in 7 cases have been observed. 14 cases of SE experienced seizure for the first time in their lives. Trigger factors could be detected in 38 of the cases which were; irregular antiepileptic treatment in 15, upper respiratory system infection in 7, intoxication in 6 (2 cases with carbon monoxide intoxication, 2 cases with alcohol intoxication, 1 case with high dose carbamazepine and 1 case with high dose analgesic and antiinflamatory drugs), cerebral infarct in 3, subarachnoid hemorrhage in 2, brain tumor in 2 cases and subdural hematoma, pregnancy and recurrence of the seizure each in one case. The reason for the seizure could not be detected in 12 cases. Seizures were under control in 35 cases. Frequency of the seizures has been reduced in 6 cases. 9 cases died (irregular treatment + upper respiratory system infection: 3, subarachnoid hemorrhage: 2, intoxication: 2, cerebral infarct: 1, brain tumor: 1). Our observations have shown that the most important reasons for the SE are irregular use of drugs and upper respiratory system infection and therefore this serious state has to be acutely improved by the means of proper treatment protocol

    A family with Hypokalemic periodic paralysis

    No full text
    Hipokalemik periyodik paralizi, periyodik kas güçsüzlüğü veya paralizi atakları ile karakterize konjenital bir hastalıktır. Ataklar, günde veya yılda bir olup birkaç saat veya birkaç gün sürebilir. Atak sırasında serumdaki potasyum seviyesi düşüktür. Ama ataklar arasında serum potasyum seviyesi normaldir. Vücutta potasyum eksikliği yoktur. Burada, ilk ailesel hipokalemik periyodik paralizi atağını, viral ve/veya üst solunum yolu enfeksiyonunu takiben birinci dekadta geçiren, bir anne ve iki oğlu klinik ve laboratuvar özellikleri ile sunulmuştur.Hypokalemic periodic paralysis is a congenital disorder which is characterized by intermittent episodes of muscle weakness or paralysis. The attacks can occur everyday or once a year may last for a few hours or for several days. The potassium level of serum is low during the attack. But the serum potassium levels are normal between two attacks. There is no potassium deficiency in the whole body. In this paper, a mother and two sons who had first attack of familial hypokalemic periodic paralysis at 1st decade following viral and/or upper airway infections were presented according to the clinical and laboratory features

    The efficiency of carbamazepine and oxcarbazepine in partial seizures

    No full text
    Amaç: Karbamazepin (KBZ) parsiyel nöbetlerde ilk seçenek olarak tercih edilen antiepileptik bir ajandır. Bu çalışmada, KBZ ve okskarbazepin (OKZ) tedavisi alan parsiyel nöbetli olgularda antiepileptik ilaç (AEİ)’ların etkinliği ve yan etki profilleri değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntemler: Parsiyel epilepsi tanısı ile izlenen, yaş ortalaması 37.61 ± 17.24 (13-75) olan, 61 (%51)’i kadın, 59 (%49)’u erkek toplam 120 olgu çalışmaya alınmıştır. Olguların %60.8 (n: 73)’i KBZ, %39.2 (n: 47)’si ise OKZ sağaltımı aldıkları, KBZ grubunda ortalama 517.81 ± 180.54 mg/gün (200-1200 mg/gün), OKZ’de ise ortalama 839.36 ± 340.71 mg/gün (450-1800 mg/gün) dozda ilaç kullandıkları belirlenmiştir. Bulgular: Nöbetlerin kontrol edilebilme süreçleri açısından her iki grup arasında istatistiksel yönden anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p: 0.311). Sonuç: Nöbetlerin, olguların %66.7 (n: 80)’sinde tam, %33.3 (n: 40)’inde kısmen kontrol altına alındığı gözlenmiş olup, geriye kalan 3 (%2.5) olguda ise nöbet frekansında değişiklik olmadığı belirlenmiştir. Her iki ilacın, nöbet kontrolü üzerindeki etkinlikleri irdelendiğinde KBZ’nin daha etkin olduğu ve daha düşük dozlarda bunu sağladığı saptanmıştır (p< 0.014).Objective: Carbamazepine (CBZ) is a first-choice antiepileptic agent used primarily for partial seizures. In this study, we compare the clinical effects, safety and efficacy of CBZ and oxcarbazepine (OCZ) in patients with partial seizure. Material and Methods: The mean age of one hundred twenty patients (61 female and 59 male) is 37.61 ± 17.24 (13-75) years old. 60.8% percent (n= 73) of these were administered CBZ and 39.2% (n= 47) OCZ. The mean dosage of CBZ was 517.81 ± 180.54 mg/d (range: 200-1200 mg/d), while the oxcarbazepine dosage was 839.36 ± 340.71 mg/d (range: 450-1800 mg/d). Results: Statistically, there was no difference between the two groups (p= 0.311) during the control period in terms of seizure activity. Conclusion: Seizures were well controlled in 80 patients (66.7%); however, in 40 (33.3%) some seizure activity was seen to intermittently occur. We found no differences in seizure frequency in 3 (2.5%) patients. These findings suggest CBZ monotherapy to be more effective than OCZ. Furthermore, CBZ achieved this effectiveness with smaller dosages than OCZ (<0.014)

    White matter lesions and migrain

    No full text
    Bilimsel zemin: Migrenli olgularda, posteriyor sirkülasyonda subklinik inmeler ve beyaz cevher lezyon (BCL) yüklülüğü arasında birebir ilişki vardır. T2 sekanslı görüntülerde bu hiperintens lezyonlar migrenli olgularda %6-29 arasında değişen oranlarda görülmüştür. Olgu kontrollü çalışmalarda ve popülasyon çalışmalarında migren öyküsü, özellikle de auralı migren öyküsü iskemik inme için bir risk olarak kabul edilmektedir. Amaç: Migren tanılı ve T2 sekans-MRG'de BCL saptanan ve saptanmayan olguların klinik ve tanısal açılardan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Prospektif bir çalışma olup Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Başağrısı Polikliniği'nde Haziran 2004-Ağustos 2006 yılları arasında ICD-II sınıflaması ölçütlerine göre migren tanısı alan kişiler çalışmaya alınmıştır. MRG'de BCL belirlenen ve belirlenmeyen hastalar olarak iki farklı grupta ve kişisel onayları alınarak çalışmaya dahil edilmişlerdir. Olguların demografik verileri, öz ve soygeçmiş özellikleri, alışkanlıkları, başağrısı özellikleri, ayrıntılı fizik ve nörolojik değerlendirmeleri yapılmıştır. Olguların hematolojik incelemeleri (tam kan sayımı, ayrıntılı biyokimyasal değerlendirmesi) ve homosistein düzeyleri değerlendirilmiştir. Sonuçlar: Hasta ve kontrol grubunda, klinik özellikleri açısından herhangi bir farklılık gözlenmemiş, BCL olan olgularda kontrol grubuna göre homosistein ortalama düzeyi yüksek olarak saptanmıştır. Yorum: Bulgularımız, migrenli olgularda, MRG'de BCL'nin varlığı, vasküler risk faktörleri ve olguların klinik özellikleri açısından bir fark ortaya koymamaktadır. Bu noktadan hareketle, migren ile iskemik inme birlikteliği için etiyolojik ortak bir açıklama getirmek ve BCL'leri bir belirteç olarak tanımlamak olası görünmemektedir. Ancak auralı migren ile BCL'ler arasında bir yakınlık olabileceği öngörüsüne varılmıştır.White Matter Lesions and Migrain Scientific background: There are close correlations between subdinical ischaemic strokes and white matter lesions (WML) in migraineurs as shown by imaging studies. T2-weighted images of migraine patients displayed hyperintense lesions in 6-29% of the cases in different studies. It is well known that the presence of migrain, especially migrain with aura, is an important risk factor for ischaemic stroke. Objective: The aim of this study is to investigate the clinical and diagnostic features of migrain patients with and without WML in T2-weighted MR images. Method: Patients, according to the criteria of ICD-II, diagnosed as migrain with and without aura were subjected in this prospective study. Following to obtain informed consents, patients were grouped according to the presence or absence of WML as group 7 and group 2, respectively. Each group has been evaluated considering their demographic data, medical history, physical and neurological findings, the features of headache, hemogram, biochemical analysis and the level of hemosistein. Results: When the headache characteristics and demographic data were compared, no differences were encountered between two groups. However, mean homosistein level was found to be higher in patient with WML in MRI. Conclusion: Except the higher levels of homosistein, the presence of WML in migrain patient did not differ for the vascular risk factor and other clinical features. Hence, the association betwen migrain and ischaemic stroke seems to be hypothetical rather than evidence based although there seem to be a proximity between migraine with aura and white matter lesions in our subjects
    corecore