5 research outputs found
As alterações do ângulo escapulotorácıco afetam o desenvolvımento de escápula alada e escores funcıonaıs durante o tratamento de fratura de clavícula?
Introduction: To compare surgical and conservative management of midshaft clavicle fractures according with scapulothoracic joint angle change, considering clinical, functional, and radiological outcomes. Methods: A total of 95 midshaft clavicle fracture patients aged between 18-70 years with a minimum follow-up duration of 12 months were included in this study. Patients were treated either conservatively (Group I) or surgically (Group 2). Plane deformities, scapulothoracic joint angle, shortness and isokinetic muscle strength were measured. Shoulder Pain, Disability Index (SPADI) and Short Form-36 (SF36) were assessed. Results: Scapulothoracic joint angles were higher in the conservative treatment group than in surgery group (p=0.036). Consequently, winged scapula was seen more commonly in the conservative treatment group than in the surgery group (p=0.001). Surgical treatment was associated with significantly better SF-36 physical scores and with SPADI pain and disability scores. However, the two groups did not differ in terms of isokinetic muscle strength. Negative anteroposterior plane deformity (p<0.001) and negative axial plane deformity (p=0.004) were more frequent in the conservative treatment group. Clavicle shortness was more common in the conservative treatment group. Conclusions: According to our findings scapulothoracic joint angle changes were seen in the conservative treatment group more than in the surgery group. Consequently, winged scapula was seen more commonly in the conservative treatment group than in the surgery group (p=0.001). Level of Evidence III; Retrospective comparative study.Introdução: Comparar o manejo cirúrgico e conservador das fraturas
da diáfise da clavícula conforme alteração do ângulo escapulotorácico,
considerando resultados clínicos, funcionais e radiológicos. Métodos: Um
total de 95 pacientes com fratura do terço médio da clavícula com idade
entre 18-70 anos, com um tempo mínimo de seguimento de 12 meses, foram
incluídos neste estudo. Os pacientes foram tratados conservadoramente
(Grupo I) ou cirurgicamente (Grupo 2). Deformidades planas, ângulo escapulotorácico, encurtamento e força muscular isocinética foram medidos. O
Índice de Dor e Incapacidade do Ombro (SPADI) e a Short Form-36 (SF36)
foram avaliados. Resultados: Os ângulos da articulação escapulotorácica
foram maiores no grupo de tratamento conservador do que no grupo de
cirurgia (p=0,036). Consequentemente, a escápula alada foi vista mais
comumente no grupo de tratamento conservador do que no grupo de
cirurgia (p=0,001). O tratamento cirúrgico foi associado a escores físicos
SF-36 significativamente melhores e escores SPADI de dor e incapacidade.
No entanto, os dois grupos não diferiram em termos de força muscular
isocinética. A deformidade no plano anteroposterior negativo (p<0,001) e
a deformidade no plano axial negativo (p=0,004) foram mais frequentes
no grupo de tratamento conservador. O encurtamento da clavícula foi mais
comum no grupo de tratamento conservador. Conclusões: De acordo com
nossos achados, as alterações do ângulo escapulotorácico foram mais
observadas no grupo de tratamento conservador do que no grupo de
cirurgia. Consequentemente, a escápula alada foi vista mais comumente no
grupo de tratamento conservador do que no grupo de cirurgia (p=0,001)
Compari̇son the medi̇um cli̇ni̇cal outcomes of plate-screw fi̇xati̇on and ti̇tani̇um elasti̇c nai̇l fi̇xati̇on anda locki̇ng i̇ntramedullary nai̇l fi̇xati̇on by open or closed reducti̇on i̇n humeral shaft fractures
Bu çalışmamızda erişkin humerus diyafiz kırıklarında plak vida tespiti, kilitli intramedüller çivi ile tespit ve yeni bir tedavi metodu olarak titanyum elastik çivi ile tespit sonucunda kırık kaynama oranlarını, komplikasyon oranlarını ve hastaların fonksiyonel sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Elde edilen bulgular ışığında humerus cisim kırıkları için daha basit, kırık biyolojisine daha uygun ve fonksiyonel durumu en üst düzeye çıkarabilecek bir tedavi metodu ortaya konulabilir mi sorusunu araştırmayı planladık. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalında Ocak 2012 ve Ocak 2015 tarihleri arasında tedavi edilen 38 erişkin yaş grubu humerus diyafiz kırığı retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların yaş aralığı, cinsiyete göre dağılımı, kırık etyolojisi,ve hastanede kalış sürelerine yönelik veriler kayıt altına alındı. Hastaların kırık sınıflandırılması AO/OTAsınıflamasına göre yapıldı. En az 6 aylık takibi olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların kontrolleri esnasında direk grafi ile kırık kaynama oranları, varus/valgus dereceleri, ön/arka planda açılanma oranları incelendi. Hastalara fonksiyonel skorlama olarak Omuz, dirsek ve el sakatlık skorlaması (DASH), Mayo Dirsek Skorlaması, UCLA Omuz Skorlaması, Steward-Hunley kriterlerine göre değerlendirme yapıldı. Tüm bu veriler istatistiksel olarak değerlendirilerek 3 tedavi yöntemi arasında fark olup olmadığı değerlendirildi. Bulgular: Gruplar arasında epidemiyolojik olarak anlamlı fark bulunamadı. Kırık etyolojisi, cinsiyet dağılımı ve yaş aralığı literatürle uyumlu bulundu. Hastanede yatış süresinin TEN grubunda anlamlı olarak kısa olduğu bulundu. Kırık kaynama oranlarında ve fonksiyonel skorlamalarda tedavi tiplerine göre anlamlı bir farkı olmadığı anlaşıldı. Varus/valgus ve ön/arka planda açılanma oranlarının TEN ile tedavi edilen grupta bir miktar yüksek olduğu görüldü. Ancak bu oranlar humerus diyafiz kırıkları için kabul edilebilir sınırlar arasında bulundu. Varus/valgusun ve ön/arka plandaki açılanmanın fonksiyonel skorlara etkisi de değerlendirildi ve fonksiyonel durumu etkilemediği analiz edildi. Her üç tedavi tipinde de mükemmel ve iyi sonuçların çoğunlukta olduğu ve gruplarının birbirine istatistiksel olarak üstün olmadığı sonucuna varıldı. Sonuç: Sonuçlarımız ve literatür bilgileri ışığında konservatif tedavinin ekstremiteyi uzun süre hareketsiz bırakması, hastaların yaşam konforunu ve kişisel bakımlarını kısıtlaması, plak vida osteosentezinde yumuşak doku hasarı ve kırık biyolojisinin bozulması, ve kilitli intramedüller çivilerdeki muhtemel omuz problemleri göz önünde bulundurulduğunda titanyum elastik çivinin humerus cisim kırıklarında iyi bir alternatif olabileceğini düşünmekteyiz. Ancak bu tedavi metoduyla alakalı hem bizim serimizin ve takip süremizin az olması nedeniyle hem de literatürde böyle çalışmalar bulunmadığı için yüksek vaka sayılı ve daha uzun süre takipli, randomize kontrollü, prospektif çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Humerus diyafizer kırıkları, elastik çivi ,TEN, intramedüller çivi, plak vida tespit, erişkin yaş, fonksiyonel sonuçlar, varus/valgus deformiteThe aim of this study is analyze union rates, peroperative complications and funcitonal outcomes of the patients in treatment of humerus shaft fractures in adults with plate-screw fixation, locking intramedullary nail fixation and new treatment method of titanium elastic nail fixation. W aimed to find the treatment of humerus diaphyseal fractures which is minimal easier and optimal for fracture healing biology and which increase the functional outcomes in patients. Materials and Methods: A total of 38 adult patients evaluated in this retrospective study treated for humerus shaft fracture in Necmettin Erbakan Üniversity Meram Medical Faculty Department of Othopedics and Traumathology between January 2012 and January 2015. Ages, sexes, fracture ethiology and hospital duration datas were recorded. Fractures are classified according to AO/OTA classification. The study inlucdes only the patients who has minimal 6 months follow up. Union and varus/valgus and angulation rates were evaluated with X-ray views in clinical visits all of the patients. Funcitonal outcomes were evaluated by Disability of shoulder, elbow and Hand (DASH), Mayo elbow score, UCLA shoulder score and Steward-Hunley criterias. All of these data were analyzed for significant or nonsignificant statistical difference between three treatment methods of humerus shaft fracture. Results: There were no significant difference in epidemological data of three groups. Fracture ethiology, ages, sexes was congruent with literature. Hospital duration time was shorter than the other methods in the group treated with TEN and this was significant. Analysis of union rates and differences in functional outcomes were not significant between three groups. İn TEN group Varus/valgus and angulation rates were higher than the other methods. But this result was in acceptable range for humerus shaft fracture. Also we analysed the correlation of varus/valgus, angulation and funcitonal outcomes. There was no correlation between these deformities and funcitonal outcomes. In all of three groups most of the results were found to be excellent and good (there was no significant difference between groups). Conclusions: According to our results and literature knowledges conservative methods immobilize the extremity, decrease the life quality, and complicate the personal care, plate screw fixation can damage more soft tissue and fracture healing biology than the others, surgical technique of locking intramedullary nail can cause shoulder problems. We think that TEN can be a good alternative for theese fractures. However prospective randomised stıdies with larger number of patients and longer follow-up are needed. Key Words: Humerus diaphyseal fractures , elastic nail, TEN, intrmedullary nail,plate screw fixation, adult age, functional outcomes, varus/valgus deformit
Surgical treatment of isolated acute dislocation of the distal radioulnar joint without fracture: A rare pediatric case report
Distal radioulnar eklem (DRUE), el bilek stabilitesinde rol oynayan en önemli yapılardan biridir. DRUE çıkığı atlanırsa, instabilite ile sonuçlanır. Bu da el bileği fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Çocuklarda kırık olmadan distal radioulnar eklem çıkığı nadirdir. Cerrahi olarak tedavi edilen ve 12 ay takip edilen nadir görülen pediatrik bir vakayı sunuyoruz. Travma hikayesi olup, ağrılı önkol supinasyon ve pronasyon varlığında bu yaralanmadan şüphe etmek gerekir. Radyografi ile tanı tam doğrulanmalıdır. Kapalı redüksiyon ve perkütan Kirschner teli ile yapılan cerrahi sonrası olumlu klinik ve fonksiyonel sonuç verir.Distal radioulnar joint (DRUJ) is one of the most important structures that play a role in wrist stability. If the DRUE output is skipped, it results in instability. This affects the wrist functions negatively. It is rare for children to have distal radioulnar joint without fracture. We present a rare pediatric case treated surgically and followed for 12 months. Trauma is a story, painful forearm supination and pronation in the presence of this injury should be suspicious. The diagnosis should be confirmed by radiography. Closed reduction and percutaneous Kirschner wire make positive clinical functional results after surgery
Clinical and Radiological Results of Microsurgical Posterior Lumbar Interbody Fusion and Decompression without Posterior Instrumentation for Lateral Recess Stenosis
Study DesignA single-center, retrospective patient review of clinical and radiological outcomes of microsurgical posterior lumbar interbody fusion and decompression, without posterior instrumentation, for the treatment of lateral recess stenosis.PurposeThis study documented the clinical and radiological results of microsurgical posterior lumbar interbody fusion and decompression of the lateral recess using interbody cages without posterior instrumentation for the treatment of lateral recess stenosis.Overview of LiteratureAlthough microsurgery has some advantages, various complications have been reported following microsurgical decompression, including cage migration, pseudoarthrosis, neurologic deficits, and persistent pain.MethodsA total of 34 patients (13 men, 21 women), with a mean age of 56.65±9.1 years (range, 40-77 years) confirmed spinal stability, and preoperative radiological findings of lateral recess stenosis, were included in the study. Interbody polyetheretherketone cages and auto grafts were used in all patients. Posterior instrumentation was not used because of limited resection of the posterior lumbar structures. Preoperative and postoperative radiographs, computed tomography scans, and magnetic resonance imaging were assessed and compared to images taken at the final follow-up. Functional recovery was also evaluated according to the Macnab criteria at the final follow-up.ResultsThe average follow-up time was 35.05±8.65 months (range, 24-46 months). The clinical results, operative time, intraoperative blood loss, and duration of hospital stay were similar to previously published results; the fusion rate (85.2%) was decreased and the migration rate (5.8%) was increased, compared with prior reports.ConclusionsAlthough microsurgery has some advantages, migration and pseudoarthrosis remain challenges to achieving adequate lumbar interbody fusion