11 research outputs found

    GERİATRİ PRATİĞİNDE RASYONEL FARMAKOTERAPİ

    No full text
    Yaşlanma doğumla başlayıp ölüme kadar devam eden hem genetik hem de çevresel bileşenle-rin etkilediği çok faktörlü bir süreçtir. Canlılarda yaşlanma ilerleyici ve geri dönüşümsüzdür.İlerleyen yaş ile birlikte ortaya çıkan heterojen değişiklikler fonksiyonellikte gerilemeye yolaçmaktadır. Yaşlanma sürecini anlamak ve iyileştirebilmek için birçok farklı mekanizma ortayaatılmıştır. Bu bölümde en sık kabul gören yaşlanma teorileri özetlenmeye çalışılmıştır.Aging is a multifactorial process that starts with birth and continues until death, affected byboth genetic and environmental components. Aging in living things is progressive and irrevers-ible. Heterogeneous changes that occur with advancing age lead to a decline in functionality.Many different mechanisms have been proposed to understand and improve the aging process.In this section, the most widely accepted aging theories are tried to be summarized.</p

    Yaşlı Erişkinlerde Kırılganlık ve Anemi Arasındaki İlişki

    No full text
    Amaç: Anemi yaşlı erişkinlerde morbidite ve mortalitenin yaygınbir nedenidir. Anemi ile düşük fiziksel performans arasında güçlüilişki vardır. Ancak aneminin kırılganlık sendromu üzerindekietkisi net olarak bilinmemektedir. Bu çalışma, anemi vekırılganlık arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır.Gereç ve Yöntemler: Geriatri Kliniğinde takipli 383 hastaçalışmaya alınarak, hastalara ayrıntılı geriatrik değerlendirmeuygulandı. Tüm hastalar komorbidite açısından sorgulandı. Anemitanısı kadınlarda hemoglobin seviyesinin 12,2 g/dL ve erkeklerde13,2 g/dL’nin altında olması olarak kabul edildi.Bulgular: Hastaların 103’ünde (%26,9) anemi saptandı.Hastaların yaş ortalaması anemisi olan grupta anlamlı olarak dahayüksekti (p=0,01). Anemisi olan gruptaki bireylerin ilaç kullanımsayısının daha fazla olduğu, diabetes mellitus ve depresyonundaha yüksek olduğu saptandı. Fried kırılganlık ölçeğine göreanemik bireylerde kırılganlık skoru anlamlı olarak daha yüksekti(p&lt;0,01). Ayrıntılı Geriatrik Değerlendirmede kullanılan POMA(Performans Doğrultusunda Mobilite-Denge DeğerlendirmeTesti), Temel ve Enstrumental Günlük Yaşam Aktiviteleri, Kalkve Yürü Testi, Mini Nutrisyon Değerlendirme-Kısa Formutestlerinden alınan kötü sonuçların anemi grubunda daha fazlaolduğu saptandı (p&lt;0,01). Katılımcıların verilerinde yaş, cinsiyet,eğitim süresine göre düzeltme yapıldığında anemi ile kırılganlık(Odds Oranı 1,82 %95 Güven Aralığı 1,03-3,20 P=0,03) sıklığıarasında anlamlı ilişki olduğu görüldü.Sonuç: Anemi, kolaylıkla taranabilen bir laboratuvar bulgusudur,ancak yaşlılarda kırılganlıkla ve kötü sağlık sonuçlarıyla ilişkiliolabilir. Bu nedenle, anemisi olan yaşlı bireylerin tanı ve tedaviiçin çok yönlü değerlendirilmesi önerilir.&nbsp;Aim: Anemia is a common cause of morbidity and mortality inolder adults. There is a strong association between anemia andpoor physical performance. However, the effect of anemia onfrailty is not known clearly. This study focuses on the relationshipbetween anemia and frailty.Material and Methods: Comprehensive geriatric assessment wasperformed on 383 patients who were followed up in the GeriatricsClinic. All patients were questioned in terms of comorbidity. Thediagnosis of anemia was accepted as a hemoglobin level below12.2 g/dL in women and 13.2 g/dL in men.Results: Anemia was detected in 103 (26.9%) patients. The meanage of the patients was significantly higher in the anemia group(p=0.01). It was determined that the individuals in the anemiagroup had a higher number of drug use, diabetes mellitus, anddepression. According to the Fried frailty scale, the frailty scorewas significantly higher in anemic individuals (p&lt;0.01). Poorresults obtained from POMA (Mobility-Balance Evaluation Testin the Direction of Performance), Basic and InstrumentalActivities of Daily Living, Up and Go Test, Mini NutritionAssessment-Short Form tests used in Comprehensive geriatricassessment were found in the anemia group (p&lt;0.01). When theparticipants' data were adjusted for age, gender, and duration ofeducation, a significant correlation was found between thefrequency of anemia and frailty (Odds Ratio 1.82 95% ConfidenceInterval 1.03-3.20 P=0.03).Conclusion: Anemia is an easily screenable laboratory findingbut may be associated with frailty and poor health outcomes in theelderly. Therefore, it is recommended that older individuals withanemia be evaluated comprehensively for diagnosis and treatment.</p

    Geriatri Pratiğinde Koruyucu Hekimlik

    No full text
    Osteoporoz, bozulmuş kemik mikromimarisi ve kemik kütlesindeki azalma sonucu ortaya çıkanve kemik kırılganlığına neden olan ilerleyici bir metabolik kemik hastalığıdır. Osteoporozun en önemliklinik sonucu morbidite ve mortalitede önemli artışa neden olan frajilite kırıklarıdır. Kırıklar sağlık sistemleri için önemli bir yüktür. İlerleyen yaş, osteoporoz için önemli ve değiştirilemez bir risk faktörüdür. Bu nedenle yaşlılarla ilgilenen klinisyenler osteoporozu değerlendirebilecek niteliklere sahipolmalıdır. Osteoporoz gelişimini önlemek için değiştirilebilir risk faktörleri düzeltilmeli, 65 yaş üstü kadınlar ve 70 yaş üstü erkekler dual enerji x-ray absorpsiyometri (DEXA) ile taranmalıdır. Osteoporozdafarmakolojik olmayan tedavi yöntemlerine (egzersiz, diyet , yaşam tarzı değişikliği) ek olarak hasta özellikleri, ilaç etkileri ve yan etkiler göz önünde bulundurularak bifosfonatlar, denosumab gibi anti-rezorptif tedavi ajanları veya teriparatid, abaloparatid, romosuzumab gibi anabolik tedavi ajanları arasındanuygun olan ajan seçilerek uygulanmalıdır. Tedavi yanıtı takip edilmeli ve hiçbir tedavi ajanının kullanımısüresiz olarak kabul edilmemelidir.&nbsp;Osteoporosis is a progressive metabolic bone disease that results from deteriorated bonemicroarchitecture and a decrease in bone mass, which causes bone fragility. The most important clinical result of osteoporosis is fragility fractures that result in significant increase in morbidity and mortality. The age is an important risk factor for osteoporosis. Therefore, clinicians interested in older peopleshould have the qualifications to evaluate osteoporosis. To prevent osteoporosis development, the interchangeable risk factors must be corrected, and men over 65 and over 70 must be scanned with dual energy x-ray absorphaly (DEXA). In addition to non-pharmacological treatment methods (exercise, diet,lifestyle change) in the osteoporosis, patient characteristics, drug effects and side effects should be considered, and the appropriate agent must be applied between treatment agents such as biphosphanates,denosumab, teriparatid, abaloparatid, romosuzumab. The treatment response should be monitored, andno treatment agent should be considered indefinitely.&nbsp;&nbsp;</p

    Yaşlılarda Depresyon Düşme Sıklığı ile İlişkilendirilebilir mi?

    No full text
    Amaç: Düşme, yaşlı kişilerde yaygın olarak görülen vebireylerin bağımsızlığını tehdit eden önemli bir sağlıksorunudur. Düşme için önlenebilir risk faktörlerinin tanınmasıve ortadan kaldırılması bireyin yaşam kalitesi için önemlidir.Yaşlı bireylerde sık görülen sendromlardan biri olan geriatrikdepresyonun tanınması ve tedavisinin başlanması ayrıntılıgeriatrik değerlendirme ile mümkün olmaktadır. Buçalışmanın amacı, yaşlılarda sık görülen iki sendrom olangeriatrik depresyon ile düşme arasındaki ilişkiyi ortayakoymaktır.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 60 yaş ve üzeri 1372 hastaalındı. Çalışmamız kesitsel retrospektif olarak dizayn edildi.Katılımcıların sosyodemografik verileri, son bir yıldaki düşmesıklığı öyküsü, geriatrik depresyon ölçeği puanları, yürüme vedenge ölçeklerini içeren Ayrıntılı Geriatrik Değerlendirmeverileri hasta takip dosyalarından incelenerek değerlendirildi.Elde edilen sonuçlarla prevelans analizi yapıldı.Bulgular: Düşme, depresyon tanısı olan grupta, depresyontanısı olmayan gruptan anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla%35,2; %26,7, p=0,003). Her iki grup yaş açısından benzerlikgöstermekteydi. Depresyon tanısı alanlarda kadın cinsiyetoranı daha fazlaydı (p&lt;0,001). Düşme, depresyon tanılı yaşlıolgularda ‘’Zamanlı Kalk ve Yürü Testi’’ ve PerformansOdaklı Mobilite Değerlendirmesi (POMA) skorları ile korelebulundu (p&lt;0,001).Sonuç: Depresyon ve düşme sıklığı arasında anlamlı bir ilişkibulunmaktadır. Düşme öyküsü olan depresyon tanılı hastalarınyürüme ve denge durum değerlendirmesi ve bu durumlarınyönetimi gözden geçirilmelidir. Depresyonu olan yaşlıbireyler düşme açısından titizlikle sorgulanmalı ve takipedilmelidir. Bu konuda yapılacak destekleyici çalışmalaraihtiyaç vardır.&nbsp;Aim: Falls are an important health problem that is common inolder people and threatens individual’s indipendence.Recognition and elimination of preventable risk factors forfalls is important for individual’s quality of life. Recognizingand initiating the treatment of geriatric depression, which isone of the most common syndromes in elderly individuals, ispossible with Comprehensive Geriatric Assessment. The aimof this study is to reveal the relationship between two commonsyndromes in elderly, geriatric depression and falls.Material and Methods: 1372 patients aged 60 and over wereincluded in the study. Our study was designed as a crosssectional retrospective. Sociodemographic data of theparticipants, history of falls frequency in the last year,geriatric depression scale scores, Comprehensive GeriatricAssessment data including gait and balance scales wereanalyzed from patient follow-up files. Prevalence analysis wasperformed with the results obtained.Results: Falls was significantly higher in the group with adiagnosis of depression than the group without a diagnosis ofdepression (35.2%; 26.7%,respectively, p=0.003). There wasno significant age difference between the two groups. Thefemale gender ratio was higher in those diagnosed withdepression. Falls was found to be correlated with ‘’Timed Upand Go Test’’ and Performance-Oriented Mobility Assessment(POMA) scores in elderly patients diagnosed with depression(p&lt;0.001).Conclusions: There is a significant relationship betweendepression and frequency of fall. The gait and balance statusassessment of patients diagnosed with depression with ahistory of falls and the management of these conditions shouldbe reviewed. Elderly individuals with depression should bemeticulously questioned and followed up in terms of falls.Supportive studies are needed in this regard.&nbsp;</p

    Prevalence of depressive symptoms in elderly cancer patients receiving chemotherapy and influencing factors

    No full text
    BackgroundDepression is one of the most prevalent causes of distress in the geriatric population. The purpose of this study was to examine the prevalence of depressive symptoms in elderly cancer patients and to determine the possible associated factors

    Akut Miyeloid Lösemi Tanılı Hastalarda Remisyon İndüksiyon Kemoterapisi Döneminde Primer Antifungal Profilaksi Alan ve Almayan Hastaların Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi

    No full text
    Amaç: Akut miyeloid lösemi (AML) hastalarında gelişen invaziv fungal enfeksiyonlar (İFE)mortalitenin en önemli nedeni olarak görülmektedir. İFE gelişimi için yüksek riskli dönem olanindüksiyon tedavisi döneminde hastalara primer antifungal profilaksi önerilmektedir. Bu çalışmada, posakonazol profilaksisi ile İFE gelişimi, antifungal tedavi ihtiyacındaki azalma ve sağkalımarasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlandı.Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya remisyon/indüksiyon tedavisi alan 71 erişkin AML hastası dahiledildi. Posakonazol profilaksisi alan ve almayan hastaların sonuçları karşılaştırıldı.Bulgular: Tüm hastaların 40’ı primer antifungal profilaksi olarak posakonazol kullanmakta olup,31 hasta profilaksi almamıştır. Hastaların antifungal süreleri karşılaştırıldığında primer antifungalprofilaksi alan hastalarda toplam parenteral terapötik antifungal tedavi süresi 9.9 ± 10.4 gündü.Profilaksi almayan grupta ise 21.4 ± 14.8 gün olarak saptanmıştır. Primer antifungal profilaksialan hastalarda terapötik antifungal tedavi süresi anlamlı ölçüde kısa bulunmuştur (p= 0.001).Hastaların profilaksi ajan kullanım süresi ve terapötik parenteral antifungal tedavi sürelerinin toplamına bakıldığında ise primer antifungal profilaksi alan grupta 26.9 ± 9.7 gün, almayan gruptaise 21.4 ± 14.8 gün olarak saptanmıştır. Her iki grup arasında profilaksi ve terapötik parenteralantifungal kullanım süreleri toplamı arasında belirgin farklılık yoktu (p= 0.057). Median sağkalımsürelerine göre karşılaştırıldığında hasta grupları arasında sağkalım yönünden anlamlı bir farklılıkgörülmemiştir (p= 0.61).Sonuç: İnvaziv fungal enfeksiyonlar açısından yüksek riskli hastalarda primer antifungal tedavistratejilerinin geliştirilmesi için çok sayıda hasta içeren çalışmanın yapılmasına ihtiyaç vardır.Anahtar Kelimeler: Akut miyeloid lösemi; Antifungal profilaksi; Posakonazol; İnvaziv fungalenfeksiyonObjective: Invasive fungal infections (IFI) was seen as the most important cause of mortality in acute myeloid leukemia (AML) patients. Primary antifungal prophylaxis is recommended in remission induction chemotherapy, which has a high risk for devoloping invasive fungal infections. In our study, we examined the relationship between posaconazole prophylaxis and the development of invasive fungal infection, decreased antifungal therapy and survival. Patients and Methods: We included 71 adult AML patients who received remission induction therapy in our study. We compared the results of patients receiving and not receiving posaconazole prophylaxis. Results: Fourty of all patients used posaconazole as the primary antifungal prophylaxis and 31 patients didn’t receive. When the antifungal duration of the patients was compared, the total duration of parenteral therapeutic antifungal treatment in patients receiving primary antifungal prophylaxis was 9.9 ± 10.4 days. We were detected 21.4 ± 14.8 day in the non-prophylactic group. The need for therapeutic antifungal therapy was significantly lower in patients who were recieved primary antifungal prophylaxis (p= 0.001). When we compared the total usage time of prophylactic agent and parenteral therapeutic antifungal therapy; in the primary antifungal prophylaxis group it was 26.9 ± 9.7 days. It found 21.4 ± 14.8 day in the non-prophylactic group. There was no significant difference between the the total usage time of prophylactic agent and parenteral therapeutic antifungal therapy in this groups (p= 0.057). When the median survival times were compared, there was no significant difference between the patient groups in terms of survival (p= 0.61). Conclusion: There is need for studies that composed of more patients to improve primary antifungal therapy in high risk patients for IFI.</p

    Retrospective evaluation of patients with and without primary antifungal prophylaxis during remission ınduction chemotherapy in patients with acute myeloid leukemia

    No full text
    Amaç: Akut miyeloid lösemi (AML) hastalarında gelişen invaziv fungal enfeksiyonlar (İFE)mortalitenin en önemli nedeni olarak görülmektedir. İFE gelişimi için yüksek riskli dönem olanindüksiyon tedavisi döneminde hastalara primer antifungal profilaksi önerilmektedir. Bu çalışmada,posakonazol profilaksisi ile İFE gelişimi, antifungal tedavi ihtiyacındaki azalma ve sağkalımarasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlandı.Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya remisyon/indüksiyon tedavisi alan 71 erişkin AML hastası dahiledildi. Posakonazol profilaksisi alan ve almayan hastaların sonuçları karşılaştırıldı.Bulgular: Tüm hastaların 40’ı primer antifungal profilaksi olarak posakonazol kullanmakta olup,31 hasta profilaksi almamıştır. Hastaların antifungal süreleri karşılaştırıldığında primer antifungalprofilaksi alan hastalarda toplam parenteral terapötik antifungal tedavi süresi 9.9 ± 10.4 gündü.Profilaksi almayan grupta ise 21.4 ± 14.8 gün olarak saptanmıştır. Primer antifungal profilaksialan hastalarda terapötik antifungal tedavi süresi anlamlı ölçüde kısa bulunmuştur (p= 0.001).Hastaların profilaksi ajan kullanım süresi ve terapötik parenteral antifungal tedavi sürelerinin toplamınabakıldığında ise primer antifungal profilaksi alan grupta 26.9 ± 9.7 gün, almayan gruptaise 21.4 ± 14.8 gün olarak saptanmıştır. Her iki grup arasında profilaksi ve terapötik parenteralantifungal kullanım süreleri toplamı arasında belirgin farklılık yoktu (p= 0.057). Median sağkalımsürelerine göre karşılaştırıldığında hasta grupları arasında sağkalım yönünden anlamlı bir farklılıkgörülmemiştir (p= 0.61).Sonuç: İnvaziv fungal enfeksiyonlar açısından yüksek riskli hastalarda primer antifungal tedavistratejilerinin geliştirilmesi için çok sayıda hasta içeren çalışmanın yapılmasına ihtiyaç vardır.Objective: Invasive fungal infections (IFI) was seen as the most important cause of mortality in acute myeloid leukemia (AML) patients. Primary antifungal prophylaxis is recommended in remission induction chemotherapy, which has a high risk for devoloping invasive fungal infections. In our study, we examined the relationship between posaconazole prophylaxis and the development of invasive fungal infection, decreased antifungal therapy and survival. Patients and Methods: We included 71 adult AML patients who received remission induction therapy in our study. We compared the results of patients receiving and not receiving posaconazole prophylaxis. Results: Fourty of all patients used posaconazole as the primary antifungal prophylaxis and 31 patients didn’t receive. When the antifungal duration of the patients was compared, the total duration of parenteral therapeutic antifungal treatment in patients receiving primary antifungal prophylaxis was 9.9 ± 10.4 days. We were detected 21.4 ± 14.8 day in the non-prophylactic group. The need for therapeutic antifungal therapy was significantly lower in patients who were recieved primary antifungal prophylaxis (p= 0.001). When we compared the total usage time of prophylactic agent and parenteral therapeutic antifungal therapy; in the primary antifungal prophylaxis group it was 26.9 ± 9.7 days. It found 21.4 ± 14.8 day in the non-prophylactic group. There was no significant difference between the the total usage time of prophylactic agent and parenteral therapeutic antifungal therapy in this groups (p= 0.057). When the median survival times were compared, there was no significant difference between the patient groups in terms of survival (p= 0.61). Conclusion: There is need for studies that composed of more patients to improve primary antifungal therapy in high risk patients for IFI
    corecore