8 research outputs found

    D vitamini eksikliğinin total tiroidektomi sonrası hipokalsemi riski üzerine etkisi

    No full text
    Amaç Serum D vitamini düzeyinin total tiroidektomi sonrası gelişen hipokalsemi üzerine etkisini araştırmak. Yöntem İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi A Servisinde Ocak 2014 ve Eylül 2014 tarihleri arasında total tiroidektomi uygulanan 89 ardışık hasta prospektif olarak değerlendirildi. Hastalar ameliyat öncesi D vitamini (25-OH D vit) düzeylerine göre iki gruba ayrıldı. Ameliyat öncesi 25-OH D vitamini düzeyi 20 ng/ml ve altında olanlar Grup 1 (n = 63) ve 20 ng/ml’nin üzerinde olanlar Grup 2 (n = 26) olarak sınıflandırıldı. İki grup yaş, ameliyat öncesi ve sonrası düzeltilmiş kalsiyum ve parathormon (PTH) düzeylerine göre karşılaştırıldı. Bulgular Ortalama yaş 47.8 ±14.1 ve kadın / erkek oranı 70/19 (1/3.68) olarak bulundu. Demografik veriler açısından iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p= 0.15, p= 0.4). 25-OH D vitamini düzeyi grup 1’de ortalama 11.1 ± 4 ng/ml, grup 2’de ise 30.6±10.4 ng/ml olarak bulundu. Grup 1’de ameliyat öncesi serum PTH düzeyi 58.4 ± 24.6 pg/ml, grup 2’de ise 45.9 ± 13.1 pg/ml olarak bulundu (p=0.01). Grup 1 ve 2 de ameliyat sonrası 1. gün PTH düzeyleri arasında anlamlı fark saptanmadı (31.9 ± 20.5 pg/ml vs 25.8 ± 14.4 pg/ml;p=0.7). Ameliyat sonrası düzeltilmiş kalsiyum değerleri grup 1’ de 8.5 ± 0.6 mg/dl, grup 2’de 8.7 ± 0.7 mg/dl olarak hesaplandı. İki grup arasında ameliyat sonrası kalsiyum değerleri açısından anlamlı fark saptanmadı (p= 0.25). Sonuç Ameliyat öncesi D Vitamini eksikliğinin total tiroidektomi sonrası oluşan hipokalsemi üzerine anlamlı etkisinin olmadığı izlenmiştir

    Ciddi komorbiditesi olan semptomatik primer hiperparatiroidi hastalarında radyofrekans ablasyon sonuçları

    No full text
    Amaç Ciddi komorbiditesi olan ve cerrahi tedaviyi reddeden primer hiperparatiroidili (PHPT) hastalarda uygulanan radyofrekans ablasyon (RFA) sonuçlarının değerlendirilmesi. Yöntem 2013 Mart-2014 Aralık tarihleri arasında İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD, A servisinde ciddi komorbid hastalıklar nedeniyle cerrahi tedaviyi reddeden veya mevcut durumu nedeni ile cerrahi tedavinin ertelenmesi gereken beş hastanın verileri değerlendirildi. İleri derecede kardiyak hastalık nedeniyle ASA IV olarak sınıflandırılan ve lokal girişim dahil cerrahi tedaviyi reddeden 4 hastada tedavi amaçlı, ciddi hiperkalsemiye sekonder ağır nekrotizan pankreatit ve takiben gelişen derin ven trombozu nedeniyle cerrahi yoğun bakımda takip edilen bir hastada ise cerrahi girişim uygulanabilecek döneme kadar geçen dönemde semptom kontrolü amacıyla lokal anestezi ile USG eşliğinde RFA uygulandı. Hastaların işlem öncesi, işlem sonrası 1. gün ve 3.ayda serum kalsiyum (Ca) ve parathormon (PTH) değerleri kaydedildi. Bulgular Ortalama yaş 50,8 (14-74) ve kadın/erkek oranı 4/1 olarak bulundu. Ortalama takip süresi 10 ay olarak hesaplandı. Paratiroid lezyonlarının ortalama çapı 30.2±22mm olarak bulundu. İki hastada bir ablasyon sonrası, ve iki hastada ise iki ablasyon sonrası olmak üzere toplam dört hastada serum Ca ve PTH düzeyleri normal düzeylere indi. Ağır nekrotizan pankreatit ve derin ven trombozu nedeniyle takip edilen hastada ise ablasyon sonrası serum kalsiyum değerleri replasman gerektirecek seviyelere düşmesine rağmen, PTH düzeyleri normal seviyelere inmedi. Bu hastada uygun zamanda cerrahi planlandığı ve hiperkalsemi ortadan kalktığı için ikinci ablasyon uygulanmadı. Bir ablasyon işlemi yeterli olan hastalarda ortalama paratiroid lezyon çapı 13±2.8 mm (11mm-15mm) iken, birden fazla ablasyon gereken hastalarda ise 41.7±21.8 mm (24mm66mm)saptandı. Hastalarda işleme bağlı herhangi bir komplikasyon görülmedi. Sonuç Primer hiperparatiroidide altın standart tedavi cerrahidir. Ancak, cerrahi tedaviyi reddeden veya mevcut durumu nedeniyle paratiroid cerrahisinin ertelenmesi gereken hastalarda hiperkalsemi ve hiperparatiroidi kliniğini ortadan kaldırmak için RFA yöntemi kullanılabilir. Büyük paratiroid (>2.5mm) lezyonlarında yeterli ablasyon için birden fazla işlem gerekebilir

    Yaş ve cinsiyetin vagal ve rekürren larengeal sinirin normal elektromyografik verilerine etkisi

    No full text
    Amaç Vagal sinir ve rekürren larengeal sinirin (RLN) normal elektromyografik verilerinin intraoperatif sinir monitörizasyonu ile gösterilmesi ve yaş ve cinsiyetin bu verilere etkisini değerlendirmek. Yöntem Risk altındaki 151 sinir (79 ardışık hasta - 72 total tiroidektomi ve 7 lobektomi) çalışmaya dahil edildi. Ameliyat öncesi ve sonrası vokal kord muayeneleri yapıldı ve ameliyat öncesi anormal bulguları olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Her iki sinirin tiroidektomi öncesi amplitüd ve latensileri kaydedildi. Bulgular Sağ ve sol RLN’in ortalama amplitüd ve latensi değerleri, ve sağ ve sol vagal sinirlerin ortalama amplitüd değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Sol vagal sinirin latensisi (5.8±1.2 ms), sağ vagal sinire (4.2±0.9 ms ) göre anlamlı olarak uzun bulundu (P=0.0001). Ortalama amplitüd sol RLN de (896±515µV) sol vagal sinire (618±372µv) kıyasla anlamlı olarak yüksekti(p=0.0001). Sol vagal sinirin latensi sol RLN ile karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı olarak uzun olduğu izlendi (5.8±1.2 vs 2.1±1 ms;P=0.0001). Sağ vagal sinir ve sağ RLN’nin ortalama amplitüdlerinin benzer olduğu görüldü (P=0.7). Sağ vagal sinirin ortalama latensisi sağ RLN’e istatistiksel olarak anlamlı uzun bulundu (4.2±0.9ms vs 2.1±0.6ms;P=0.0001). Cinsiyetin amplitüd ve latensi parametrelerine etki etmediği izlendi. Yaşın latenside istatiksel olarak etkisi görülmedi. Amplitüd her iki sinirde de 60 yaşının üzerindeki hastalarda genç hastalara göre istatistiksel olarak daha düşük olarak saptandı (RLN: 653±271µVvs 845±526µv; P=0.01)(Vagal sinir :490±206µ vs 692±458µv;P=0.001). Sonuç Vagal ve rekürren larengeal sinirin normal elektromyografik verileri çeşitli benzerlikler ve farklılıklar göstermektedir. Cinsiyetin elektromiyografik veriler üzerine etkisi izlenmedi. Ancak, amplitüd 60 yaşının üzerindeki hastalarda genç hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı oranda daha düşük olarak saptandı

    Is Cholecystectomy Alone Enough To Prevent Acute Biliary Pancreatitis Attack?

    No full text
    Introduction The main objective of this study is to find out whether laparoscopic cholecystectomy alone is enough to prevent acute biliary pancreatitis attacks. Material and Method We performed a retrospective study with acute biliary pancreatitis patients who previously undergone cholecystectomy at the Istanbul Faculty of Medicine, Department of General Surgery, between January 2012 and December 2015. Acute biliary pancreatitis was diagnosed with elevated serum and urinary amylase levels with biliary pain. All the diagnoses were made with a combination of cholecystectomy history, physical examination, laboratory tests and imaging techniques [ultrasonography, magnetic resonance cholangiopancreaticography, computed tomography]. Ranson and Balthazar scores are assessed for each case. According to revised Atlanta grading system, the cases are classified as mild, moderate and severe pancreatitis. After a careful evaluation non-biliary pancreatitis patients are excluded from the study. Patients' demographic datas, comorbidities, history of cholecystectomy and pancreatitis, laboratory tests, invasive procedures, rates of morbidity and mortality and period of hospital stay were analyzed. Results The mean age was 51.5 (21-73) years. Thirty-one patients were enrolled in the study, 23 of them (74.1%) were female and eight (25.9%) were male. The average Ranson score was calculated as According to revised Atlanta scoring system; 28 cases were assessed as mild, one case was moderate and two cases were in the severe category. Necrosis was seen in both severe cases, and there was no necrosis in the moderate category. Balthazar score for the mild cases were counted as 0, moderate cases were 1, and the severe cases as 7. There was no correlation between C-reactive protein level and necrosis with clinical severity. In 19 (61%) of the cases, biliary stone was spotted in the common bile duct on the radiology. Then, endoscopic retrograde pancreaticography was applied for these 19 patients. Two of the cases had infected-necrotizing pancreatitis. Disease lasted fatal in these two cases due to sepsis and multiple organ failure. Percutaneous drainage was applied under USG by the radiologist for one patient whom had an image of collection in the gall bladder bed. Three patients were excluded from the study as non-biliary pancreatitis. The average length of hospital stay was measured as 4-5 days. Conclusion Early cholecystectomy after first pancreatitis attack together with endoscopic retrograde pancreaticography procedure (for the cases that have indication) decreases rates of complication and recurrence greatly. Laparoscopic cholecystectomy alone does not always prevent acute biliary pancreatitis attacks, in patients with prior endoscopic retrograde pancreaticography traumas and patients with high cholestasis enzymes during pancreatitis. Prospective randomized large studies are needed to reach certain etiologic reasons
    corecore