92 research outputs found

    Evaluation of whole blood, mean platelet volume (MPV) and neutrophil-lymphocyte ratios (NLR) in people with B12 vitamin deficiency

    Get PDF
    Introduction: It was aimed to investigate the effects of vitamin B12 deficiency on blood tests, mean platelet volume (MPV), and neutrophil-lymphocyte ratio (NLR), which is one of the inflammation markers.Methods: Our study is a case-control study of 375 patients. 170 patients with low B12 ( lt;130 pg/dL) were accepted as the experimental group, and 205 individuals with normal B12 levels were accepted as the control group. Between these two groups, white blood cells (WBC), platelet count (Plt), hemoglobin (Hgb), mean erythrocyte volume (Mean Corpuscular Volume-MCV), mean platelet volume (Mean Platelet Volume-MPV), neutrophil, lymphocyte counts, and neutrophil -lymphocyte ratios (NLR) were examined.Results: The mean age was 48.45 ±17.497 years in the B12 deficient group and 51.93 ±16.175 years in the control group. The mean of vitamin B12 in the deficient group was 101.41 ± 20.50 pg/mL (min-max 37-130), while it was 257.24 ± 88.13 pg/mL (131–498) in the control group. It was observed that there was no statistically significant difference between WBC, Hgb, Plt, neutrophil, lymphocyte, MVC, MPV and NLR values.Conclusion: In our study, we could not find a significant relationship between B12 deficiency and blood tests. In previous studies, there has been information that MPV values are affected by B12 deficiency. In our study, we found that there was no significant relationship between B12 deficiency and MPV or NLR (p gt; 0.05). There is a need for new studies on how B12 deficiency will change as the degree and duration of B12 deficiency increases, especially its effect on atherogenic events

    Evaluation of whole blood, mean platelet volume (MPV) and neutrophil-lymphocyte ratios (NLR) in people with B12 vitamin deficiency

    Get PDF
    Introduction: It was aimed to investigate the effects of vitamin B12 deficiency on blood tests, mean platelet volume (MPV), and neutrophil-lymphocyte ratio (NLR), which is one of the inflammation markers.Methods: Our study is a case-control study of 375 patients. 170 patients with low B12 ( lt;130 pg/dL) were accepted as the experimental group, and 205 individuals with normal B12 levels were accepted as the control group. Between these two groups, white blood cells (WBC), platelet count (Plt), hemoglobin (Hgb), mean erythrocyte volume (Mean Corpuscular Volume-MCV), mean platelet volume (Mean Platelet Volume-MPV), neutrophil, lymphocyte counts, and neutrophil -lymphocyte ratios (NLR) were examined.Results: The mean age was 48.45 ±17.497 years in the B12 deficient group and 51.93 ±16.175 years in the control group. The mean of vitamin B12 in the deficient group was 101.41 ± 20.50 pg/mL (min-max 37-130), while it was 257.24 ± 88.13 pg/mL (131–498) in the control group. It was observed that there was no statistically significant difference between WBC, Hgb, Plt, neutrophil, lymphocyte, MVC, MPV and NLR values.Conclusion: In our study, we could not find a significant relationship between B12 deficiency and blood tests. In previous studies, there has been information that MPV values are affected by B12 deficiency. In our study, we found that there was no significant relationship between B12 deficiency and MPV or NLR (p gt; 0.05). There is a need for new studies on how B12 deficiency will change as the degree and duration of B12 deficiency increases, especially its effect on atherogenic events

    Sınırlı Bir Bölgede Servikal Kanser Tarama Testlerinin Değerlendirilmesi

    No full text
    ÖzetAmaç: Bu çalışma, serviks kanseri tarama testlerinin değerlendirilmesi, human papilloma virüs (HPV) genharitasının çıkartılması ve aile hekimlerinde farkındalık oluşturulması amacıyla yapılmıştır.Gereç ve Yöntem: Kütahya ilinde 2014-2020 yılları arasında, aile hekimliğine kayıtlı 30-65 yaş arası 79302kadından PAP smear yöntemiyle, serviks ağzından sürüntü alınmış ve HPV pozitif vakalarda polimeraz zincirreaksiyonu ile HPV-DNA incelemesi ve genotipik sınıflandırılması yapılmıştır.Bulgular: 79302 kadının 2375 (%2,9)’inde test pozitifti. Pozitif vakalar 40 yaş civarında (%5,4) yoğunlaşmıştı.648 kadında (%27,3) Tip-16, 138 kadında (%5,8) Tip-18 saptanmıştır. Geri kalanlarda ise diğer tipler (Tip-31,33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58, 59 ve 68) gözlenmiştir. %33,26 kadında enfeksiyon gözlenirken, %6,2’inde önemibelirlenememiş atipik squamöz hücreler (ASC-US), %5,81 düşük dereceli squamöz epitel içi lezyon (LSIL) ve%0,12 yüksek dereceli squamöz epitel içi lezyon (HSIL) rastlanmıştır.Sonuç: Aile Hekimleri koruyucu sağlık hizmetlerinden de sorumludur. Bu hizmetlerden biri de toplumda sıkgözlenen kanserlerin erken tanı ve sevkidir. Bu durum, hastaların hayatta kalım süresini etkilemektedir. Erkentanı ve tedavi, hastanın mortalite ve morbilitesini olumlu yönde etkilemesiyle birlikte, sağlık sunucularının dayükünü azaltmaktadır.Anahtar kelimeler: HPV, PAP smear, serviks kanseri</p

    Aile Hekimliği Polikliniğine Başvuran Hastalarda, Hiperürisemi ve Gut Hastaliği Prevalansinin Değerlendirilmesi

    No full text
    Amaç: Aile Hekimliği polikliniğine başvuran hastalarda, hiperürisemi ve gut prevalansının değerlendirilmesi amaçlandı.Gereç ve yöntem: Ağustos/2021 ve Kasım/2021 tarihleri arasında Kütahya Yıldırımbeyazit Aile Sağlığı Merkezine tetkik yaptırmak için başvuran 728 kişi içinden kan ürik asit değeri yüksek olan 94 hasta belirlenmiştir. Bu hastalara kronik hastalıkları, kullandığı ilaçları ve mevcut şikayetleri sorulmuştur.Bulgular: Hiperürisemi gözlenen 94 hastanın yaş ortalaması 58,83±15,98 yıl (min:24: max:87) idi, 41 kişi (%43,6) erkek, 53 kişi (%56,4) kadın olduğu gözlenmiş. Kan ürik asit ortalaması 8,21± 0,89 mg/dl idi. Hastaların %43,6 (n:41) ‘ünde kronik bir hastalığının olduğu saptandı. En fazla kronik hastalık hipertansiyon ve diyabetti. %0,96 (n:7) kişide önceden gut hastalığı öyküsü vardı. Hiperürisemili hastaların %9,6 (n:9)’u kan ürik asit seviyesini yükselten (tiyazid grubu diüretik, asetil salisilik asit gibi) bir ilaç kullanmaktaydı (Tablo 1). Ayrıca hiperürisemisi olan n:94 hastadan %4,5 (n:33)’inde eklem ağrısı vardı. Bu ağrısı olan hastaların %3,4 (n:25)’inde ise özellikle ayak başparmağında ağrı mevcuttu. Kendilerine bu ağrının daha önceden var olup olmadığı sorulduğunda; bu hastalar ağrının ara ara olduğunu ve bir süre sonra geçtiğini belirtti.Sonuç: Gut, hiperürisemi ve monosodyum ürat kristallerinin eklem içi ve etrafında birikmesi sonucu ortaya çıkan metabolik bir hastalıktır. Hiperürisemi serum ürik asit sentezindeki artış (serum ürik asit seviyesi 6,8 mg/dL üzerinde olması) ve/veya böbrekten atılımındaki azalması ile ortaya çıkabilir. Gut erkeklerde daha sık görülürken, kadınlarda postmenopozal dönemde sıklığı artar. Ayrıca insidansın yaşla birlikte arttığı da bilinmektedir. Toplumda asemptomatik hiperürisemi prevalansı Sağlık bakanlığı verilerine göre %5-8 arasında bildirilse de bazıkaynaklarda bu oran %15’lerdedir. Gut prevalansı ise ülkelere göre değişmekle birlikte %0,9 ile %2,5 arasındadır.Çalışmamızda (n:728) asemptomatik hiperürisemi %13 ve gut hastalığı prevalansı ise %0,96 olarak bulundu. Kan tetkiki yaptıran hastaların çoğu kadın cinsiyette olması nedeniyle, çalışmamızda da hiperürisemi prevalansı kadınlarda daha yüksek saptandı.&nbsp;Dünya genelinde hiperürisemi ve gut hastalığı prevalansı gittikçe artmaktadır. Çalışmamızda ise hiperürisemi prevalansının artmış olduğunu ama gut hastalığı tanısı alan vaka sayısının ise az olduğunu saptadık. Anamnezde hiperürisemisi olan %3,4 (n:25) vakada ayak baş parmağında ağrı ve yer yer kızarıklık mevcuttu. Ayak baş parmağı (metatarsofalangeal) ekleminin tutulumu gut için tipiktir. Bu da bize gut hastalığının tanısının atlanarak gecikildiği ya da ilk gut atağının bu hastalarda rastlanıldığını düşündürdü. Tanı konulmasındaki bu gecikmeler, gut hastalığına bağlı komplikasyonların önlenmesinde gecikmelere yol açabilir. Bu nedenle hekimlerin ve halkın hiperürisemi ve gut hastalığı hakkındaki bilgi ve farkındalığını artırılması, bu hastalığın tanısı ve komplikasyonlarının önlenmesinde faydalı olabilir.Anahtar kelimeler: Aile Hekimliği, Poliklinik, Hiperürisemi, Gut, Prevalans.</p

    Eğitim Durumunun Gebelikte Geçirilen İnfluenza Enfeksiyonunda Kullanılan Tedavi Yöntemlerine Etkisi

    No full text
    Amaç: İnfluenza enfeksiyonu, dünyada en yaygın görülen viral enfeksiyonlardan biridir. Riskli gruplarda ağır morbilite ve mortaliteden sorumlu olup gebeler debu riskli grup içerisinde yer almaktadır. İnfluenza enfeksiyonu için riskli gruplar arasında yer alan gebelerin, influenza enfeksiyonu olduklarında kullandıkları tedavi yöntemleri nelerdir ve buna eğitim düzeyinin etkisi var mıdır incelemek için bu araştırma yapılmıştır.Gereç ve yöntemler: Araştırmamızda belli bir zaman periyodunda takip edilen yaklaşık 400 gebeye ulaşılmıştır. Kendilerine eğitim durumu ve kullandıkları tedavi yöntemleri sorgulanmıştır.Bulgular: Gebelerin, %19,25 (n:77)’si ilköğretim, % 36,50 (n:1469’sı lise ve %44,25(n:177)’si ise üniversite mezunu olduğu görüldü. Kullandıkları tedavi yöntemleri sorgulandığında ise, en fazla tercih edile basit analjezik ve antipiretikler kullanılmaktayken eğitim düzeyi ile birlikte değerlendirildiğinde bitkisel çaylar gibi alternatif tedavi yöntemlerinin ön plana geçtiği gözlemlendi. Ama maalesef bu tür alternatif tedaviyöntemi kullananların daha fazla acil servis ve hastaneye başvurduğunu da saptadık.Sonuç: Araştırmamızda bizler eğitim düzeyi arttıkça, gebelerin ilaç kullanmaktan sakındığını ve doğal alternatif yöntemler kullanmayı tercih ettiği gözlemledik.Tabi ilaçların kimyasal maddelerden üretilmiş olması da bu tercihe etki eden en önemli nedenlerden biriydi. Sonuç olarak, alternatif tedavi yöntemleri insanoğlu dünya yüzünde var oldukça tercih edilecek olmakla birlikte, kesinlikle esas tedavi yöntemlerinin yerini almamalıdır. Gebelerin bu tür destek tedavi yöntemleriyle esas tedavi yönteminin gecikmesine yol açabileceği ve daha ağır tedaviler alması gerekebileceği unutulmamalıdır.AbstractAim: Influenza infection is one of the most common viral infections in the world.Risky groups are responsible for severe morbidity and mortality, and pregnant women are also in this risky group. This research was carried out to examine what treatment method used by pregnant women in this risky group when they have influenza infection and whether education level has an effect on it.Materials and Methods: In our study, approximately 400 pregnant women whowere followed up in a certain period of time were reached. Their education and their treatment methods were questioned.Eğitim Durumunun GebelikteGeçirilen İnfluenza EnfeksiyonundaKullanılan Tedavi Yöntemlerine Etkisi57 www.kliniktipdergisi.comGeliş Tarihi - Received12/10/2020Kabul Tarihi - Accepted8/11/2020Sf No:57-61Results: 19,25 % (n: 77) of the pregnant women wereprimary education, 36.50% (n: 146) were high school and44.25% (n: 177) was found to be a university graduate.When the treatment methods they used were questioned,it was observed that alternative treatment methods suchas herbal teas came to the fore when evaluated with thelevel of education, while the most preferred simple analgesics and antipyretics were used. Unfortunately, we alsofound that those who use this kind of alternative treatmentmethod apply to more emergency services and hospitals.Conclusion: As the level of education increased, itwas found that pregnant women refrained from using drugsand preferred to use natural alternative methods in ourstudy. Of course, the fact that the medicines were produced from chemicals was one of the most important reasons affecting this preference. Conclusion: Alternative treatment methods will be preferred as long as human beings exist on the world, but they should definitely not replace the main treatment methods. It should be remembered that pregnant women may delay the main treatment method with such supportive treatment methodsand may require more severe treatments.</p
    corecore