11 research outputs found
Diagnostic characteristics of ureteroceles and their influence on the nephro-urinary system
Amaç: Bu çalışmanın amacı üreteroselli olgularımızda tanı ölçütlerini ve üreteroselin böbrek-idrar sistemi üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Yöntem: 1996-2000 yılları arasında kliniğimizde üreterosel tanısı konan ve tedavi edilen olgular geriye dönük olarak değerlendirildi. Olguların klinik özellikleri, cinsiyetleri, semptomları, tanı yaşları, kullanılan radyolojik tanı [işeme sistoüretrografi (İSÜG), intravenöz ürografi (İVÜ), ultrasonografi (USG) incelemesi] araçları, dimerkaptosüksinik asid (DMSA) böbrek sintigrafileri ve tedavi yöntemleri araştırıldı. Bulgular: Yaşları 1 günlük - 9 yıl arasında olan sekiz olgu değerlendirildi. Altı olgu idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle başvurduruldu. Beş olguda İSÜG ile vezikoüreteral reflü (VÜR) saptanırken bunların üçünde üreterosel tanısı kondu. İVÜ yapılan yedi olgunun altısı bu yöntemle üreterosel tanısı aldı. DMSA sintigrafilerinde bir hastada atrofik bir böbrek izlenirken diğer dört hastada nedbeli böbrek görüldü. USG ile sekiz hastanın altısı üreterosel tanısı aldı. Üreterosel tarafında altı hastada değişik derecelerde hidroüreter, hidronefroz, pelvikalisiyel genişleme görülürken; beş olguda ise karşı taraf böbrekte pelvikalisiyel ve üreteral genişlemeler saptandı. Cerrahi tedavide üç hastaya üst pol heminefrektomi uygulanırken ikisinde bu yöntem mesane düzeyi rekonstrüksiyonu ile birleştirildi. İki hastada yalnız üreterosel eksizyonu yapıldı. Üç olguda ise üreterosel eksizyonuna üreteral reimplantasyon eklendi. Üç örneğin histopatolojik değerlendirilmesinde kronik pyelonefrit saptandı. Beş olguda ameliyat sonrası dönemde herhangi bir sorunla karşılaşılmazken, bir olgu farklı nedenlerle kaybedildi ve 2 olgu hipertansiyon ve zaman zaman yineleyen idrar yolu enfeksiyonları nedeniyle izlem altındadır. Sonuç: Sonuç olarak idrar yolu enfeksiyonu özellikle daha büyük yaştaki üreteroselli çocukların tanısında bir anahtardır. Üreterosel tanısı kolay olmakla birlikte tüm böbrek-idrar sistemini tanı anında bile etkilemiş olan karmaşık bir hastalıktır. Olgularımızın özellikleri üreterosellerdeki çok farklı klinik özellikler ve anomaliler nedeniyle tedavide bireyselliği öneren araştırmacıları desteklemektedir.Aim: The aim of this study is to evaluate the diagnostic criteria and effect of ureteroceles on the nephrourinary systems in our patients. Method: The patients treated for ureterocele between the years 1996-2000 were evaluated retrospectively. The clinical presentation, sex, symptoms, age at diagnosis, radiological diagnostic tools [Vesicocystourethrography (VCUG), intravenous urography (IVU), ultrasound examination (USG)], the results of the Dimercaptosuccinic acid (DMSA) scintigraphies and treatment modalities were investigated. Results: Eight patients, aged between 1 day and 9 years, were evaluated. Six patients were symptomatic due to urinary tract infections (UTI). Vesicoureteric reflux (VUR) was detected in the VCUGs of five patients and the diagnosis of ureterocele was confirmed in 3 series. An IVU revealed ureterocele in six out of seven patients. In the DMSA scintigraphies, one patient had an atrophic kidney whereas the other four patients had scarred kidneys. By ultrasonography, ureterocele was diagnosed in six out of eight patients. On the ureterocele side, six patients showed differentiating degrees of hydroureter, hydronephrosis, and pelvicalyceal dilatation whereas five patients had pelvicalyceal and ureteral dilatations in contralateral renal units. As the surgical treatment three patients underwent upper pole heminephrectomy while bladder level reconstruction was added to this procedure in 2. Two patients underwent only ureterocele excision. In three patients we performed ureterocele excision and ureteral reimplantations. The histopathological examination of three kidney specimens displayed chronic pyelonephritis in all. Five patients showed no problems during the follow up period. One died, and two patients are still under control for the treatment of hypertension and occasional UTI. Conclusion: As a result, we can suggest the importance of UTI as a clue for the diagnosis in older children with ureteroceles. Although the diagnosis is rather easy for ureteroceles, it is a kind of complex disease affecting the whole nephrourinary system even at the diagnostic stage. Our results are in accordance with others that the variety of presentations and anomalies dictate individualized treatment in ureteroceles
Spontaneous gastric perforation in association with situs inversus totalis, jejunal atresia and intestinal malrotation: Case report
Situs inversus olguları özellikle bağırsak tıkanıklığı ile birlikte oldukları zaman cerrahlar için karmaşık klinik durumlara neden olabilirler. Safralı kusmalar nedeniyle kliniğe başvuran ve bağırsak dönme bozukluğu, jejunum atrezisi, ve doğumsal kalp bozukluklarının eşlik ettiği ve kendiliğinden neonatal mide delinmesi gelişen bir situs inversus totalisli olgumuzu sunuyoruz.Situs inversus cases cause complex clinical states for the surgeons particularly if they are complicated with intestinal obstruction. We present our case of situs inversus totalis who presented with bilious vomiting in association with intestinal malrotation, jejunal atresia, congenital cardiac malformations and spontaneous neonatal gastric perforation
Congenital cystic adenomatoid malformation associated with solitary multilocular cyst of the kidney: Case report
Akciğerin konjenital kistik adenomatoid malformasyonu (KKAM), ve multiloküler renal kist (MRK) nadir görülen anomalilerdendir. Onbir aylık kız olgumuzda sol böbreğe ait bir kitle tesbit edildi. Toraksın bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesinde sağda ince duvarlı bir kistik oluşum rastlantısal olarak saptandı. Her iki kitlenin rezeksiyonu ardından spesimenlerin patolojik inceleme sonuçları (MRK) ve (KKAM) şeklinde geldi. Çalışmamızda bu nadir iki anomaliyi birlikte gösteren olgu sunulmuştur.Congenital cystic adenomatoid malformation and multilocular cyst of the kidney are rare anomalies. A left renal mass was detected in our eleven month old girl patient. In the CT sections of the thorax, an unilocular thin walled cystic mass of the right lung was seen incidentally. After the resection of the two masses, the pathological examinations of the specimens revealed the diagnoses of the solitary multilocular cyst of the kidney and congenital cystic adenomatoid malformation respectively. We present our case showing the association of these two anomalies together
Foreign body extraction with endoscopy assisted tracheotomy: Case report
Yazarlar çok yakın zamanda tanımlanan bir teknikle tedavi edilen nadir bir yabancı cisim aspirasyonu olgusunu sunmaktadır. Endoskopi eşliğinde trakeotomi yöntemi ile bir çocuğun aspire ettiği kırık bir plastik kalem kapağı çıkarılmış ve bu olgu aracılığıyla trakeobronşiyal yabancı cisim tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemler tartışılmıştır.The authors present a rare case of foreign body aspiration treated with a recently defined technique. Endoscopy assisted tracheotomy was used for the removal of a broken plastic pen top from a child and the surgical methods used in the treatment of tracheohronchial foreign body aspiration are discussed
Intrascrotal paratesticular lymphangioma
Kırk günlük bir sürede üç farklı tablo ile karşımıza çıkan bir kistik skrotal lenfanjioma olgusunu sunuyoruz. İlk başvurusunda yumuşak, ağrısız, transilluminasyon veren skrotum kitlesi yetersiz çıkarma sonrası akut skrotum benzeri bir klinik tabloya dönüşüm gösterdi. Kitlelerin tam çıkarılmasının ardından sol skrotum derisinde yerel bir sellülit atağı ile karşılaştık. Hastanın lezyonları sekelsiz iyileşti. Histopatolojik ayırıcı tanı için klasik hematoksilen-eosin'le boyanmış kesitlere ek olarak bazı immunohistokimyasal boyama yöntemleri kullanıldı. Skrotum içi lenfanjioma kasık-skrotum bölgesi lezyonlarının ayırıcı tanısında akılda tutulması gereken ve yeterli cerrahi girişimler ile nükslerin önlenebileceği bir patolojidir.We present a case of cystic scrotal lymphangioma who showed three different clinical presentations in fourty days. At his first admission, he had a soft, painless, transilluminating, scrotal mass which progressed to an acute scrotum like disease after inadequate excision. Following total excision of the mass, he had a local cellulitis attack on the scrotal skin. His lesions healed without any sequela. For histopathological differential diagnosis we performed some immunohistochemical dyeing methods in addition to the classical hematoxylene-eosine stained sections. Scrotal lymphangioma should be kept in mind for the differential diagnosis of inguinoscrotal lesions and with adequate surgical interventions, the recurrences could be prevented
Necrotizing enterocolitis: Incidence, diagnostic criteria, risk factors, treatment and mortality values in 35 cases
Neonatolojideki ve yoğun bakım olanaklarındaki gelişmelere bağlı olarak prematüre yaşam oranları artmış ve son 30 yılda nekrotizan enterokolitli olgu sayısı artarak bu hastalık özellikle prematüriteli olgular için önemli bir morbidite ve mortalite nedeni haline gelmiştir. Çalışmamızda Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesinde 1 yıllık süre içerisinde izlenen yenidoğan ve prematüre nekrotizan enterokolitli olgular incelenerek olguların demografik özellikleri, insidans, klinik ve radyolojik bulguları ve tedavi özellikleri değerlendirilmiştir. Haziran 1995 - Temmuz 1996 tarihleri arasında 414 prematüre bebekden 30'u nekrotizan enterokolit tanısı almıştır (insidans %7.24). Diğer yandan, aynı dönemde izlenen 2523 terminde yenidoğan bebek arasından ise 5 olgu (insidans %0.19) aynı tanıyı almıştır. Olguların çoğunluğunu (%57.14) erkek ve gestasyonel yaşı 32 hafta (%42.85) olan bebekler oluşturmaktaydı. Ortalama doğum ağırlığı 1778 (±626) gramdı. Semptomların başlama günü ortalama 10.4 (±9.8) gündü. 1500 gramın altında doğum ağırlığı olanlarda ise semptomlar 13,4 gün ile en geç olarak görülmüştü. En sık rastlanan semptomlar gastrik rezidü, abdominal distansiyon, ve kusma olarak saptandı. Olguların 21'inde nekrotizan enterokolit sepsis ile birlikte bulunmaktaydı. Laboratuvar değerlerinde trombositopeni en sık rastlanan (%68.57) bulgu idi. En sık saptanan radyolojik bulgular dilate barsak ansları ve ileus bulguları olmuştur. Olguların %54.28'i Evre 1 nekrotizan enterokolit grubunda değerlendirildi. Prematürite en sık rastlanan risk faktörü olurken, 5 olguda cerrahi girişim uygulandı. Genel mortalite %48.57 olarak bulunmuş ve bu çalışma döneminde prematüriteye bağlı ölümlerin %7.07'sinden nekrotizan enterokolit sorumlu tutulmuştur. Sonuç olarak NEK sıklıkla prematürite ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde görülen ve formula ile beslenenlerde daha fazla karşılaştığımız bir hastalıktır.With advances in Neonatology and neonatal intensive care medicine the rate of premature survival has improved and for that reason incidence of patients with necrotizing enterocolitis has increased in the last 30 years and it has been an important cause of morbidity and mortality particularly in premature newborns. In this study, we evaluated the demographical data, incidence, clinical presentation, radiological findings and treatment characteristics of our patients with necrotizing enterocolitis in our hospital in one year period. Thirty premature patients out of 414 were diagnosed as necrotizing enterocolitis in the years between June 1995 - July 1996. Therefore incidence for prematurity was calculated as 7.4%. On the other hand, 5 patients out of 2523 (incidence 0.19%) term newborn baby was diagnosed as having the same disease in this time period. The majority of the patients were males (57.14%) and most of them had gestational age of 32 weeks (42.85%). Average birth weight was 1778 (± 626) grams. The average beginning day of the symptoms was 10.4 (±9.8) days. The symptoms appeared latest, with an average of 13,4 days, in the patient group with birthweights1500 grams. The most frequently seen clinical symptoms were gastric residuals, abdominal distention and vomiting. Sepsis was found in 21 patients in association with necrotizing enterocolitis. Trombocytopenia was the most frequent finding (68.57%) among the laboratory tests. Dilated bowel loops and ileus patterns were the most frequent radiological findings. 54.28% of the patients were Grade 1 necrotizing enterocolitis: Prematurity was themost frequently encountered risk factor and surgery was indicated in 5 patients. The overall mortality was found as 48.57% and necrotizing enterocolitis was responsible from 7.07% of mortality between premature patients. In conclusion, NEC is frequently encountered in premature and very low birthweight infants and particularly in formula fed babies
Meckel's diverticulum: Incidence and complications in childhood
Amaç: Meckel divertikülü mide-bağırsak sisteminin en sık doğumsal bozukluğudur. Çocuklukta divertikül ile ilgili pek çok sorun gelişebilir. Çalışmanın amacı toplumumuzda Meckel divertikülü sıklığını ve ona bağlı gelişen komplikasyonların özelliklerini araştırmaktır. Yöntem: 1990-1996 arasında Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniğinde yapılan bir araştırma ile 1685 karın ameliyatına ait veriler incelenmiştir. Meckel divertikülü saptanan hastalar belirtili ve belirtisiz olmak üzere iki kümede sınıflandırılmıştır. Değerlendirilen parametreler yaş, cinsiyet, klinik bulgular, eşlik eden anomaliler, divertikülün neden olduğu klinik tablolar, ektopik mukoza oranlan, cerrahi tedaviler ve komplikasyonlardır. Bulgular: Meckel divertikülü saptanan 60 olgudan 25'i belirtisiz, 35'i ise belirtili olarak sınıflandırılmıştır. Olguların yaş ortalaması 4.7'dir. Sıklık %1.51 hesaplanmıştır. Erkek:kız oranı belirtili ve belirtisiz kümeler için sırasıyla 2.5/1 ve 2.6/1'dir. Kusma ve karın ağrısı gibi birincil belirtilerin eşlik ettiği bağırsak tıkanıklığı (18 olgu) belirtili olgularda en sık rastlanan komplikasyondur. Belirtisiz kümede 15 olguda, belirtili kümede ise tüm olgularda divertiküller çıkarılmıştır. Ektopik mukoza bulunma oranı belirtisiz küme için % 26, belirtili küme için ise % 51'dir. Komplikasyon oranı belirtili kümede % 16'dır. Sonuç: Meckel divertikülü çocukluk çağında sıklıkla bağırsak tıkanıklığı tablosuyla karşımıza çıkan, yaşamı tehdit edici kornplikasyonlara neden olabilen ve bu nedenle akut karın nedeniyle ameliyat edilen ve appendiksi normal bulunan çocuklarda mutlaka araştırılması gereken bir doğumsal bozukluktur.Aim: Meckel' s diverticulum is the most commonly seen congenital anomaly of the gastrointestinal system. Many complications related with this diverticulum could be seen in childhood. The aim of this study is to investigate the incidence of Meckel's diverticulum in our population and to evaluate the features of the complications originating from it. Method: The data about 1685 patients who underwent laparotomy in Izmir Behçet Uz Children's Hospital between 1990-1996 were investigated. The patients with Meckel's diverticula were classified as symptomatic or asymptomatic. The parameters evaluated were age, sex, clinical presentation, associated anomalies, type of complications related with Meckel's diverticulum, ectopic mucosa, surgical treatment and complications. Results: 25 patients were classified as asymptomatic whereas 35 were classified as symptomatic in a group of 60 patients with Meckel's diverticulitis. The average age was 4.7 years. The incidence was calculated as 1.51 %. The male female ratio (m/f) was 2.5/1 and 2.6/1 for symptomatic and for asymptomatic patients respectively. Intestinal obstruction (18 cases) was the most common clinical finding presented with vomiting and abdominal pain which were the primary symptoms. Fifteen diverticulum in the asymptomatic group, and all of them in the symptomatic group were excised. The ratio of ectopic mucosa was found as 16 % for the asymptomatic, and 51 % for the symptomatic cases. Symptomatic group had a 16 % complication rate. Conclusion: Meckel's diverticulum is a congenital structure, which is frequently encountered with the clinical presentation of intestinal obstruction in childhood causing life-threatening complications it should be investigated in the laparotomies performed for acute abdomen and where appendices were found innocent
Diagnostic values of ultrasonographic criteria in the diagnosis of childhood acute and perforated appendicitis
Giriş ve amaç: Akut apandisitli (AA) çocuklarda apandiks ve periapandiküler bölgenin ultrasonografik görünümü, enflamasyonun derecesine ve perforasyon varlığına bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Bu çalı şmanın amacı preoperatif ultrasonografik (USG) incelemesi yapılmış olan akut (AA) ve perfore (PA) apandisitli olgularımıza ait ultrasonografik bulguların tanı değerlerini her iki grup için ayrı ayrı incelemek ve yayı nlanmış veriler ile karşılaştırmaktır. Gereç ve yöntem: Çalışmanın materyalini Ocak 1997- Mart 2000 yılları arasında apandisit nedeni ile opere edilen 188 olguya ait preoperatif USG bulguları oluşturmaktadır. Olguların USG incelemesinde kullanılan parametreler sırasıyla apandikse ait patolojik kitle görünümü (A), apandikolit (B), apandiks duvar kalı nlığı (tüm apandiks çapı)’nın mm cinsinden ölçümü (C), periapandiküler bölgede, pelvis veya Douglasda lokalize sıvı (D), yaygın periton içi sıvı (E), ileus bulguları (aperistaltik dilate barsak ansları) (F) ve normal ultrasonografik bulgular (G)’dır. Her iki gruptaki apandiks duvar kalınlı kları arasındaki farklılık istatistiksel olarak incelenmiştir. Bulgular: Ultrasonografik ölçüm parametrelerinin her iki gruptaki toplam 188 olgudaki dağılımı (olgu sayısı) Akut apandisitli olgular için: (A)61, (B)6, (C)51, (D)16, (E)8, (F)25, (G)20 ve Perfore apandisitli olgularda: (A)42, (B)9,(C)31, (D)29, (E)14, (F)24, (G)10 şeklindedir. Her iki grubun apandiks duvar kalınlıkları (C) AA için ort. 19,37 (±12,55) mm; PA için ise ort. 23,80 (±15,10) mm olarak hesaplandı. AA ve PA için USG ile ölçülen apandiks duvar kalınlıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Apandiks duvar kalınlığı bir olgu hariç tüm olgularda (81 olgu) 6mm ve üzerinde bulundu. PA grubunda %34,9 oranı nda intraperitoneal sıvı birikimi gözlendi. Sonuç: USG apandisit tanısında güvenilir ve noninvaziv bir yöntem olup 6 mm’den büyük kitle görüntüsü tanıda önemlidir. Apandisit perforasyonu ile birlikte sonografik bulguların görülme sıklığı artmakta, apandiks çapı artmaktadır. Her iki grup arasında ileus bulguları yönünden önemli bir fark olmaması, bu kriterin akut apandisitin ultrasonografik tanısında yararlı olacağını düşündürmektedir.Background and aims: The ultrasonographic (USG) appearances of the appendix and periappendicular regions differ according to the degree of inflammation as well as the presence of perforation in children with acute appendicitis. The aim of this study was to evaluate the diagnostic value of ultrasonographical findings in patients with acute (AA) and perforated appendicitis (PA) with preoperative ultrasonographic investigations and to compare the results with the previously published data. Materials and methods: The material of this study included data regarding the ultrasonographical evaluation of 188 patients treated with the diagnosis of appendicitis in the period January 1997- March 2000. The parameters of USG evaluation were: the appearance of pathological appendiceal mass (A), appendicolith (B), diameter of the appendiceal wall (entire appendix) in mm (C), localized fluid in periappendicular region, pelvis, or Douglas (D), diffuse intraperitoneal fluid (E), findings of ileus (aperistaltic, dilated bowel loops) (F), and normal ultrasonographic findings (G). Appendiceal wall mass was calculated in both groups, and the difference was compared statistically. Results: The distribution of ultrasonographic parameters in each group for a total 188 patients were as follows: (A)61, (B)6, (C)51, (D)16, (E)8, (F)25, (G)20 for acute appendicitis; and (A)42, (B)9, (C)31, (D)29, (E)14, (F)24, (G)10 for perforated appendicitis. The average value for appendiceal wall thicknesses was calculated as 19.37 (±12.55) mm for AA, and 23.80 (±15.10) mm for PA. The difference between the two groups was not statistically significant. Appendiceal wall thicknesses were greater than 6 mm in all patients (81) except one. Intraperitoneal fluid collection was detected in 34.9% of the patients for the PA group. Conclusion: USG is a reliable and non-invasive method in the diagnosis of acute appendicitis; the appearance of 'mass' bigger than 6 mm in diameter is valuable in diagnosis. The incidence of sonographic findings and the measurement of the appendiceal wall increase in case of perforation. Because there was no important difference between the ileus findings of the two groups, we think it can serve as a useful criterion in the ultrasonographic diagnosis of acute appendicitis
Tubularised Incised Plate Urethroplasty is an Applicable Method for the Treatment of the Hypospadiac Type of Urethral Duplication
Urethral duplication is a rare congenital anomaly usually seen in males. We present a case of urethral duplication treated by a tubularised incised plate urethroplasty (TIPU) technique. A 5-year-old male boy was admitted to the clinic with the complaints of thin calibrated urinating and diurnal enuresis. We diagnosed distal penile hypospadias. During the operation, another urethral opening was found proximal to the previously seen hypospadiac meatus, localised on the coronary sulcus. We performed the TIPU procedure without excising the duplicated urethra. We only excised the common wall between the two urethras, and used the dorsal urethral plate of the duplicated urethra for tubularisation of the neourethra. The postoperative course was uneventful. A cystoscopy was done for suspected urogenital sinus. There was no further complaint at the third postoperative month. The TIPU technique can be successfully applied in such cases. The dorsal plate of the duplicated urethra can be used to form the neourethra
The Association of Choledochal Cyst and Pancreatitis: A Case Report and Review of the Literature
Choledochal cysts are relatively rare congenital anomalies which are characterized by dilatation of the extra-and/or intra-hepatic bile ducts. Pancreatic involvement before choledochal cyst operation might be a risk factor for postoperative pancreatitis. In this case report, we present a patient who had pancreatic enzyme elevation before choledochal cyst operation and who developed acute pancreatitis after surgery