17 research outputs found

    Pediatri asistanlarının ve intörnlerin EKG bilgi düzeyi ve buna etkili faktörlerin belirlenmesi ile EKG eğitimi sonrasındaki değişimin ortaya konması

    No full text
    Elektrokardiyografi kardiyovasküler hastalıkların tanısında önemli yer tutar. Her yerde kolaylıkla ulaşılabilir olması, hemen sonuç vermesi, noninvazif olması ve maliyetinin düşük olması nedeni ile tanıya yönelmede ilk tercih edilen yöntemdir. Hayatı tehdit eden ciddi disritmiler, miyokard iskemisi, iyon imbalansları, uzun QT sendromu gibi hastalıkların tanı ve tedavisinde EKG’yi doğru yorumlamak büyük önem taşır. Bunun yanında acil servise en çok başvuru nedenlerinden göğüs ağrısı, çarpıntı, senkop gibi durumlarda EKG’nin temel özelliklerini bilerek doğru yorumlamak gereksiz yere yapılabilecek olan ileri tetkiklerin ve Kardiyoloji konsultasyonun önüne geçilmesini sağlar. Bu nedenle yeterli EKG eğitiminin tıp eğitimi ve uzmanlık eğitimi süresince verilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada; Pediatri asistanları ve Pediatri rotasyonundaki intörnlerin EKG bilgi düzeyinin ölçülmesi, intörnler ve asistanlar arasında EKG bilgi düzeyi açısından fark olup olmadığının, EKG eğitimi sonrası her iki grubun bilgi düzeyinin ve bu bilgi düzeyinin sürekliliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Elde edilecek olan sonuçların EKG eğitiminin hangi sıklıkta verilmesi gerektiği konusunda yol gösterici olacağı düşünülmüştür. Bu çalışma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda 2009-2010 eğitim-öğretim yılında gerçekleştirildi. 24 Pediatri asistanı ve rotasyon yapmakta olan 35 intörn çalışmaya dahil edildi. Asistanlar ve intörnler iki ayrı gruba ayrıldı, üzerinde hasta yaşı dışında klinik bilgi olmayan 20 EKG örneğinden oluşan ve 30 bulgunun yer aldığı testin 20 dakikalık sürede cevaplanması istendi. Eğitim öncesi yapılan bu değerlendirmenin ardından Pediatrik Kardiyoloji BD öğretim üyesi tarafından her iki gruba da farklı zamanlarda 2 saat 30 dakika süreli elektrokardiyografi eğitimi verildi, eğitimden hemen sonra, 1. ayda ve 1. yılda aynı test katılımcılara sunuldu. Asistanların 16’sı kız (%69,5), 7’si erkek (%30,5) idi, intörnlerin ise 10’u kız (%29,4), 24’ü erkek (%70,6) idi. Asistanların 17’si (%73,9) T.C. vatandaşı idi, 6’sı (%26,1) yabancı uyruklu idi, intörnlerin ise sadece 1’i (%2,9) yabancı uyruklu idi. Asistanların 3’ü (%13) 1. yıl, 8’i (%34,7) 2.yıl, 6’sı (%26) 3.yıl, 6’sı (% 26) 4. yıl asistanı idi. Asistanların 7’sinin (%30,4) Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduğu, 16’sının (%69,6) diğer tıp fakültelerinden, 2’sinin ise (%8,6) yurt dışındaki tıp fakültelerinden mezun olduğu öğrenildi. Asistanların 7’sinin (%30,4) Kardiyoloji rotasyonu yaptığı ve 2 asistanın (%8,69) yakın zamanda EKG ile ilgili özel bir çalışması olduğu öğrenildi. İntörnlerin ise 24’ünün (%73.5) yakın zamanda EKG ile ilgili özel bir çalışması olduğu öğrenildi. Tıp fakültesindeki eğitimleri boyunca asistanların 12’sinin (%52,1) 1 kez, 6’sının (%26) 2 kez, 5’inin (%21,7) 3 kez EKG ile ilgili eğitim aldığı öğrenildi, üniversitemizdeki intörnler ise toplam 4 kez eğitim almışlardı. Sonuçlara bakıldığında; toplam bulguların bilinme oranı eğitim öncesinde asistanlarda %24,2, intörnlerde %17,18, eğitim sonrasında asistanlarda % 38,5, intörnlerde %41,8, 1. ayda asistanlarda %33,4, intörnlerde %42,18, 1.yılda asistanlarda %32,7, intörnlerde %34,37 saptandı. Eğitim öncesi ve 1. ayda yapılan değerlendirmede iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark sapandı. En çok bilinen EKG örneğinin normal EKG olduğu, asistanlarda eğitim öncesinde %60,8 iken 1. yıl sonunda %78 olduğu, intörnlerde ise eğitim öncesinde %52,9 iken 1. yıl sonunda %52,4 olduğu görüldü.1.yıl sonunda iki grup arasında belirgin istatistikel anlamlı fark saptandı. SVT’ yi bilme oranı eğitim öncesinde iki grupta da benzer iken diğer oturumlarda asistanlarda intörnlere göre belirgin yüksek oranlar saptandı. 1. yıl değerledirmesinde iki grup arasında belirgin istatistiksel anlamlı fark saptandı. Solunumsal aritminin bilinme oranının her iki grupta da beklenenden oldukça düşük olduğu görüldü. Solunumsal aritmiyi bilme oranı eğitim öncesi asistanlarda %8,6, intörnlerde %5,8, eğitim sonrasında asistanlarda %17,3, intörnlerde %11,7, 1. ayda asistanlarda %13, intörnlerde %5,8 ve 1.yılda ise asistanlarda %17,3, intörnlerde %8,8 saptandı. 1. yıl değerlendirmesinde iki grup arasında belirgin istatistiksel anlamlı fark sapandı. Sinüzal taşikardiyi bilme oranının iki grupta da %10’un altında olduğu, beklenenden oldukça düşük olmakla birlikte en yüksek oranların (asistanlarda %13, intörnlerde %20) yalnızca eğitimden hemen sonraki oturumda saptandığı, diğer oturumlarda yine %10’un altına gerilediği izlendi. 1.yıl değerlendirmesinde iki grup arasında belirgin istatistiksel anlamlı fark saptandı. Eğitim öncesinde asistanların yaklaşık beşte birinin, intörnlerin ise neredeyse yarısının uzun QT’yi tanıdığı, eğitimden sonraki oturumda durumun tersine döndüğü (asistanlar %52,1, intörnler %26), 1. ayda asistanların %30,4’ünün, intörnlerin %41,1’inin, 1.yılda ise asistanların %43,4’nün, intörnlerin ise %31,2’sinin uzun QT’yi tanıdığı görüldü. 1. yıl değerlendirmesinde iki grup arasında belirgin istatistiksel anlamlı fark saptandı. Asistanlar kendi içinde değerlendirildiğinde; Ege mezunlarının eğitim öncesinde bildikleri toplam bulgu oranının daha yüksek olduğu görüldü, eğitim sonrası, 1.ay ve 1.yılda ise Ege mezunları ve diğer fakültelerden mezunlar bilinen toplam bulgu oranı açısından karşılaştırıldığında iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Kardiyoloji rotasyonu almış olan asistanlarının bildiği toplam bulgu oranının eğitim öncesi, eğitim sonrası ve1. ayda Kardiyoloji rotasyonu almayanlardan yüksek olduğu görüldü, iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark saptandı.Ancak 1. yılın sonunda benzer değerler ile sonuçlandığı görüldü, her iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. İlk üç oturumda asistanlık yılındaki artış ile bilinen toplam bulgu oranında artış olduğu, 1. yılın sonunda 1. yıl asistanlarının bildiği toplam bulgu oranının %15 olduğu, 2-3-4. yıl asistanlarında ise oranın benzer (%30) olduğu izlendi, istatistiksel anlamlı fark saptandı

    Clinical and Epidemiological Evaluation of Hospitalized Children with Respiratory Virus Infections

    No full text
    Giriş: Solunum yolu virüsü enfeksiyonları, özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda hastaneye yatışların en sık nedenidir. Multip-leks polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile solunum yolu virüslerinin saptanması hasta yönetimini kolaylaştırmış ve yeni virüslerin ta-nımlanmasına izin vermiştir. Bu çalışmanın amacı, hastanede yatan çocuklardaki viral ajanların insidans ve epidemiyolojik özelliklerini belirlemek ve tek virüs ile çoklu virüs enfeksiyonlarının klinik bulgu-larını karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Solunum yolu enfeksiyonu nedeni ile hastanede yatan çocukların verileri geriye dönük olarak araştırıldı. Hastaların de-mografik özellikleri, başvurdukları ay/mevsim, klinik ve laboratuvar bul-guları, yatış süresi, nazofarengeal sürüntü örnekleri incelendi. Solunum yolu virüsleri için multipleks PCR kullanıldı. Tek virüs enfeksiyonu olan hastalar ile çoklu virüs enfeksiyonu olan hastalar karşılaştırıldı. Bulgular: Eylül 2014-Nisan 2016 tarihleri arasında hastanede yatan çocuklardan alınan toplam 114 nazal sürüntü örneği multipleks PCR ile değerlendirildi. Hastaların 94 (%83.3)’ünde en az bir solunum pato-jeni tespit edildi. Hastaların 29 (%30.9)’unda koenfeksiyon tespit edildi. Respiratuar sinsityal virüs (RSV) (%28.7) en sık görülen patojendi ve RSV-rinovirüs en sık görülen birliktelikti (%31, 9/29). Birden fazla virüs enfeksiyonu sıklıkla daha küçük çocuklarda saptandı (p= 0.022). İki grup arasında cinsiyet, erken doğum, mekanik ventilasyon öyküsü, kronik hastalık varlığı, ailede sigara içimi öyküsü, ailede üst solunum yolu en-Objective: Respiratory virus infections are the most common cause of hospitalization particularly in infants and young children. Detection of the respiratory viruses with multiplex PCR has recently facilitated patient management and allowed for the identification of new viruses. the aim of this study was to determine the incidence, epidemiology of viral agents in hospitalized children and to compare the clinical manifestations of single virus versus multiple virus infections. Material and Methods: Data of hospitalized children with respiratory infections were retrospectively investigated. Demographic character-istics of the patients, the month/season they were admitted, clinical and laboratory findings, duration of hospitalization, nasopharyngeal swab samples were investigated. Multiplex PCR was used for respirato-ry viruses. Patients with a single virus infection and those with multiple virus infection were compared. Results: A total of 114 nasal swab samples from hospitalized children during September 2014-April 2016 were evaluated by multiplex PCR. At least one respiratory pathogen was detected in 94 (83.3%) of the patients. Co-infections were identified in 29 (30.9%) of the patients. RSV (28.7%) was the most common single pathogen and RSV-Rhinovirus was the most common co-existence (31%, 9/29). Multiple virus infections were mostly detected in younger children (p= 0.022). There was no difference between children with multiple versus single virus infections in terms of gender, premature birth, mechanical ventilation history, presence of chronic illness, family history of smoking, upper respiratory tract infection in the family, severity of disease (respiratory scoring, oxygen requirement), hospitalization stay, need for hospitalization in the intensive care unit and laboratory findings (p> 0.05)

    A snapshot of pediatric inpatients and outpatients with COVID-19: a point prevalence study from Turkey

    No full text
    This multi-center point prevalence study evaluated children who were diagnosed as having coronavirus disease 2019 (COVID19). On February 2nd, 2022, inpatients and outpatients infected with severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS-CoV-2) were included in the study from 12 cities and 24 centers in Turkey. Of 8605 patients on February 2nd, 2022, in participating centers, 706 (8.2%) had COVID-19. The median age of the 706 patients was 92.50 months, 53.4% were female, and 76.7% were inpatients. The three most common symptoms of the patients with COVID-19 were fever (56.6%), cough (41.3%), and fatigue (27.5%). The three most common underlying chronic diseases (UCDs) were asthma (3.4%), neurologic disorders (3.3%), and obesity (2.6%). The SARS-CoV-2-related pneumoniae rate was 10.7%. The COVID-19 vaccination rate was 12.5% in all patients. Among patients aged over 12 years with access to the vaccine given by the Republic of Turkey Ministry of Health, the vaccination rate was 38.7%. Patients with UCDs presented with dyspnea and pneumoniae more frequently than those without UCDs (p 0.001 for both). The rates of fever, diarrhea, and pneumoniae were higher in patients without COVID-19 vaccinations (p = 0.001, p = 0.012, and p = 0.027). Conclusion: To lessen the effects of the disease, all eligible children should receive the COVID-19 vaccine. The illness may specifically endanger children with UCDs

    Evaluation of post-COVID symptoms of the SARS-CoV-2 Delta and Omicron variants in children: a prospective study

    No full text
    The post-COVID-19 syndrome is a new syndrome defined in patients with a history of probable or confirmed SARS-CoV-2 infection, usually within three months of the onset of COVID-19, with symptoms and effects lasting at least 2 months. This study is aimed at comprehensively comparing symptoms of the post-COVID-19 syndrome in children with Delta and Omicron variants. This prospective study included children with COVID-19 followed in hospitalized or outpatient clinics in a tertiary hospital. We used a special questionnaire to ask about the presence of persistent symptoms more than 12 weeks after the initial diagnosis. Patients with positive SARS-CoV-2 PCR were selected randomly and grouped according to the dominant variants in our country at that time as follows: Omicron group (after December 16, 2021); Delta (B.1.617.2) group (August 15, 2021, and December 15, 2021). This study included 200 children, 71 of whom were in the Delta group and 129 of whom were in the Omicron group. Weakness (8.5% vs. 1.6%; p = 0.017), the impact of physical efforts (5.6% vs. 3.9%; p = 0.020), fatigue (22.5% vs. 8.5%; p = 0.009), anxiety disorder (12.7% vs. 0.8%; p = 0.001), and gastrointestinal changes (12.7% vs. 4.7%, p = 0.050) were statistically significantly higher in patients with the Delta variant compared to patients with the Omicron variant. There were no differences between the groups regarding anorexia, anosmia/ageusia, arthralgia, influenza-like symptoms, sleeping disorders, decreased physical activity daily, headache, need for analgesia, concentration and memory disorder, and weight loss (p > 0.05).Conclusion: This study showed that weakness, the impact of physical efforts, fatigue, anxiety disorder, and gastrointestinal changes were more frequent in the Delta group compared to the Omicron group. The incidence of post-COVID-19 syndrome is high in children as well as adults and affects several systems; therefore, it should be kept in mind that children should be followed for post-COVID-19 syndrome
    corecore