16 research outputs found
Multilocular cystic renal cell carcinoma
Multiloküler kistik renal hücreli karsinom kistik renal neoplazmların karakteristik histolojik bulguları olan ve
çok iyi prognoza sahip nadir görülen bir alt tipidir. Multiloküler kistik renal hücreli karsinom tüm renal
tümörlerin %1'ini olusturur ve çeşitli boyutlarda, seröz veya hemorajik sıvı ile dolu, grade I nükleer özellikler
gösteren berrak hücrelerle döşeli düzensiz, ince duvarlı fibröz septalarla ayrılmış kistlerle karakterlidir. Tümör
rekürrensi veya metastazı bildirilmemiştir.Bu tümörün kistik nekroz gösteren unilokuler veya multilokuler kistik
renal hücreli karsinomdan ayrılması önemlidir. Bu makalede, multiloküler kistik renal hücreli karsinom tanısı
nedeniyle nefrektomi uygulanan 53 yasında erkek hasta sunulmaktadır.Multilocular cystic renal cell carcinoma is an uncommon subtype of cystic renal neoplasms with characteristic histologic findings and a good prognosis. Multilocular cystic renal cell carcinoma, accounts for 1% of all renal tumors and it is characterized by variably sized, serous or hemorrhagic fluid filled cysts separated by irregular, thin-walled, fibrous septa covered with clear cells showing grade I nuclear features. No tumor recurrences or metastasis have been reported. It is important to distinguish this tumor from unilocular or multilocular cystic renal cell carcinoma showing cystic necrosis. Here we report on a 53-year-old man who underwent nephrectomy for multilocular cystic renal cell carcinoma
Granulomatous mastitis- a report of two cases mimicking carcinoma
Granulomatöz mastit, memenin seyrek görülen ve klinik olarak karsinomu taklit edebilen benign bir lezyonudur.
Burada, memede tek taraflı kitle şikayeti olan ve klinikte karsinom şüphesi taşıyan 2 granulomatöz mastit olgusu
sunulmaktadır. ılk hastaya uygulanan ince iğne aspirasyon biopsisi de şüpheli olarak değerlendirilmiştir.
Histopatolojik inceleme sonucu nonkazeifiye granulomatöz enflamasyon saptanmıştır. Lezyonun karsinomu
taklit etmesi ve kesin tanının histopatolojik olarak konması nedeniyle ayırıcı tanıda akılda tutulması
gereken bir hastalıktır. Cerrahi tedavi tek tedavi seçeneği olmayıp medikal tedaviler de başarılı olmaktadır.Granulomatous mastitis is a rare, benign disease of the breast that can clinically mimic carcinoma. Here, we report two cases of granulomatous mastitis presenting with unilateral breast masses suspicious for carcinoma. Fine needle aspiration cytology of one patient was also suspicious. Histopathological examination revealed noncaseating granulomatous inflammation. This entity should be kept in mind for differential diagnosis since it mimics carcinoma and the definitive diagnosis is made histopathologically. The surgery may not be the best treatment. Medical treatment can also be successful
Expression and localisation of galectin-3 in invasive ductal breast carcinoma
Galektinler küçük moleküler ağırlığı olan, fonksiyonları için kalsiyuma ihtiyaç duymayan, hücre büyümesi, aktivasyonu, hücre-hücre ve hücre ekstrasellüler matriks (ECM) etkileşimlerinde rol oynayan, karsinoembriyojenik antijene ve laminine bağlanabilen bir protein ailesidir. Bu ailenin bir üyesi olan galektin-3 yaklaşık 30-kD molekül ağırlığında -galaktoza spesifik bir proteindir. Kanser gelişimindeki rolü tam olarak bilinmemekle birlikte neoplastik oluşumlar ve metastaz ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada 16 adet memekarsinomunda galektin-3'ün ekspresyonu ve lokalizasyonu araştırıldı. Galektin-3'e karşı uyarılmış poliklonal antikorlardan yararlanılarak immunblot ve immunhistokimya teknikleri kullanıldı. ımmunoblot çalışmalarında molekül ağırlıkları farklı beş protein içeren bir standart eşliğinde yürütülen doku ekstraktlarında yaklaşık 30-kD'luk mesafede tek bir bandın varlığı saptandı. ımmunohistokimyasal çalışmalarda ise galektin-3'ün özellikle duktus epitel hücreleri ile bağ dokuda ve bağdoku da bulunan infiltratif özellikteki tümoral hücrelerde yerleşim gösterdiği tespit edildi. Ancak, galektin-3'ün aynı tip duktus epitel hücrelerde farklı şekilde eksprese edildiği görüldü. Reaksiyonun özellikle göç etmekte olan epitel hücrelerinde bulunduğu saptandı. Özellikle infiltre olmuş tümöral hücreler ile duktus lümenine düşen hücrelerin galektin-3'ü bol miktarda sentezlemeleri galektin-3'ünmemekarsinomunun gelişiminde önemli rolünün olabileceği fikrini vermektedir.Galectins are a family of low-molecular weight proteins which have calcium-independent functions such as cell growth, cell activation, cell to cell and cell to matrix adhesion including binding to arcinoembryonic antigens and laminin. Galectin-3 is a member of galectin family with 30-kD -galactoside-binding protein. Although the exact function of the galectin-3 in cancer development is unclear, galectin-3 expression is associated with neoplastic progression and metastatic potential. In this study, the expression and localization of
galectin-3 was examined in 16 cases with invasive ductal breast carcinoma. Immunoblot analysis and immunoperoxidase staining was performed using, policlonal antibodies against galectin-3.
In immunoblot analysis a single 30-kD band comigrated with the standard marker which contained five different proteins. In immunohistochemical analysis connective tissue, infiltrative tumor cells in connective tissue and ductal epithelial cells were the predominant areas of galectin-3 expression. However, this expression
was different in ductal epithelial cells and staining was particularly evident in migrating ductal epithelial cells. Overexpression of galectin-3 in infilrating tumor cells as well as in those present in alveoli lumen has led to the conclusion that galectin-3 could play an important role in breast cancer development
Vessel anomalies of umblical cord
There are few studies about umblical cord anomalies in literature.We investigated of 300 placenta and umblical
cord samples retrospectively sent to our laboratory between 2000-2002.We observed single umblical artery in
two of the samples, supernumerary umblical vessel in one of the samples and false knots in five of the samples.
It's reported that congenital anomalies are more frequently observed in fetuses with single umblical artery and
with supernumerary umblical vessel.We analyzed and compared eight cases with present literature.Literatürde umblikal kord anomalilerini araştıran az sayıda araştırma bulunmaktadır.
Retrospektif olarak 2000-2002 yılları arasında laboratuvarımıza gelen 300 plasenta ve umblikal kord örnekleri
incelenmiştir. Üçyüz umblikal kord örneğinin ikisinde tek umblikal arter , birinde fazla umblikal damar ve
beşinde yalancı düğüm izlenmiştir. Tek umblikal arter ve fazla umblikal damarlı göbek kordonu olan fetuslarda
konjenital anomalilerin daha sık izlendiği belirtilmektedir.
Burada 8 olgumuzu yayınlar eşliğinde klinik özellikleri ile birlikte gözden geçirdik
How deep should the double vertical incision used in tubularization for hypospadias be?
AMAÇ: Tübülarizasyon, özellikle hipospadias olmak üzere lümen gerektiren organların cerrahisinde kullanılan
tekniklerden biridir. Bu çalışmada çift vertikal insizyon ile oluşturulan tüplerde insizyon derinliğinin yara
iyileşmesi ve lümen genişliğine olan etkileri araştırılmıştır.
GEREÇveYÖNTEMLER: Yedi adet New Zealand tavşanda her bir tavşan üzerinde 3 adet derin 3 adet yüzeyel
çift vertikal insizyon içeren toplam 42 adet tüp oluşturduk. Postoperatif 3., 5. ve 21. günlerde her bir tavşandan bir
yüzeyel, bir derin insizyonla yapılan tüp olmak üzere ikiser adet tüp çıkarıldı. Tüpler hematoxylin-eosin ve
Masson's trichrome ile boyandı ve inflamasyon, fibrozis ve lümen çapları açısından incelendi. Gruplar arası
parametrelerin karşılaştırılması için Mann-Whitney tek yönlü varyans analizi ve Kruskal-Wallis testi kullanıldı.
Istatistiksel anlamlılık için P<0.05 değeri kabul edildi.
BULGULAR: Yüzeyel ve derin insizyon gruplarının kendi içerisindeki karşılastırmasında postoperatif 21. gün
lümen çaplarının postoperatif 3. ve 5. günlerden istatistiksel olarak anlamlı olarak fazla olduğu saptandı (p<0.05).
Yüzeyel ve derin insizyonların karşılastırılmasında ise istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05).
Enflamasyon skorları açısından ise tüm gruplar arasında yapılan karsılastırmada istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı.(p>0.05)
SONUÇ: Çalısmamızda derin insizyon ile yüzeyel insizyon arasında histopatolojik incelemede ve lümen
çaplarının değerlendirilmesinde anlamlı fark olmaması, aynı lümen genisliğine yüzeyel çift vertikal insizyon ile
ulaşılabilmesi çift vertikal yüzeyel insizyon ile tübülarizasyonun uygulanabilir bir teknik olduğunu
göstermektedir.OBJECTIVE: Tubularization is one of the techniques used in surgery of luminal organs and especially for hypospadias. In this study, the effects of incision depth on wound healing and luminal dimensions were investigated.
MATERIALand METHODS: Seven New Zealand rabbits were used. On the skin of each rabbit, 6 tubes were constructed (3 were with deep incision and 3 were superficial) with a total of 42 for the experiment. On postoperative days 3, 5 and 21, one tube with deep incision and one with superficial incision were removed from the each rabbit. The tubes were stained with hematoxylin-eosine and Masson's trichrome dyes. They were examined for inflammation, fibrosis and luminal diameters. Mann-Whitney U variance analysis and Kruskal- Wallis tests were used for statistical analysis. P<0.05 was accepted for statistical significance.
RESULTS: When the superficial incision and deep incision groups were compared within groups, the luminal diameter on day 21st was satistically significantly larger than the 3rd and 5th days in both superficial and deep incision groups (p0.05). No significant difference was observed among groups when compared for inflammation scores (p>0.05).
CONCLUSION: Since there is no significant difference for histopathological examination and luminal diameter between groups with deep and superficial vertical incisions, and to be able to achieve similar luminal diameters with double superficial vertical incisions, tubularization with double superficial vertical incisions is suggested to be applicable to hypospadias surgery
Epithelioid hemangioendothelioma and spindle cell hemangioendothelioma (report of two case)
Epiteloid hemangioendotelioma ve iğ hücreli hemangioendotelioma seyrek görülen ara grup vaskuler
tümörlerdir. Burada tipik histopatolojik bulguları olan bir epiteloid hemangioendotelioma ve bir iğ hücreli
hemangioendotelioma olgusu seyrek görülmeleri nedeniyle sunulmuştur.Epithelioid hemangioendothelioma and spindle cell hemangioendothelioma are uncommon vascular neoplasms which are considered to be vascular proliferations of intermediate malignant potential. Here we report a case of epithelioid hemangioendothelioma and a case of spindle cell hemangioendothelioma with typical pathological features
Epidermal langerhans cells and dermal mast cells in bening and malignant neoplastic skin lesions
Langerhans cells and mast cells are bone marrow derived cells. They represent a critical role in the
immune system in the epidermis and dermis. In this present study, we aimed to evaluate the role of mast cells and
Langerhans cells in benign and malignant squamous tumors.
This study included 12 patients with seborrheic keratosis, 9 patients with
actinic keratosis, 15 patients with keratoacanthoma and 33 patients with squamous cell carcinoma. Dermal mast
cells and epidermal peri and intratumoral Langerhans cells were labeled with mast cell tryptase and CD1a
antibodies respectively.
The number of mast cells were significantly increased in the patients with squamous cell carcinoma
in comparison with seborrheic keratosis (p=0.001). However, this parameter did not show significant difference
between patients of other study groups. The number of intratumoral Langerhans cells in seborrheic keratosis were
significantly increased in comparison to squamous cell carcinoma (p=0.026). The peritumoral Langerhans cells
were increased in squamous cell carcinoma (p=0.007, p=0.001) and keratoacanthoma (p=0.001, p=0.001) in
comparison with actinic keratosis and seborrheic keratosis, respectively.
This immunohistochemical study demonstrates that peritumoral Langerhans cells and mast
cells are increased in number in keratoacanthoma and squamous cell carcinoma. Epidermal Langerhans cells and
dermal mast cells which have roles in the regulation of immune system might have different functions in benign
and malignant skin tumors.Langerhans hücreleri ve mast hücreleri kemik iligi kökenli hücreler olup dermis ve epidermisin immun
sisteminde kritik rol oynarlar. Biz bu çalısmada benign ve malign skuamoid tümörlerde mast hücre ve
Langerhans hücrelerinin rolünü degerlendirmeyi amaçladık.
Bu arastırmaya 12 seboreik keratoz, 9 aktinik keratoz, 15 keratoakantom ve 33 skuamöz
hücreli karsinom olgusu alındı. Dermal mast hücreleri ve epidermal peri ve intratümöral Langerhans hücreleri
sırasıyla mast hücre triptaz ve CD1a antikorlarıyla boyandı.
Mast hücre sayısı skuamöz hücreli karsinomda seboreik keratoza göre anlamlı olarak yüksekti
(p=0.001). Mast hücre sayısı diger tümör grupları arasında farklılık göstermedi. Intratümöral Langerhans
hücreleri seboreik keratozda skuamöz hücreli karsinoma göre önemli oranda artmıs saptandı (p=0.026).
Peritümöral Langerhans hücreleri ise skuamöz hücreli karsinom (p=0.007, p=0.001) ve keratoakantomda
(p=0.001, p=0.001), aktinik keratoz ve seboreik keratoza oranla artmıs olarak saptandı.
Sonuç olarak biz çalısmamızda skuamöz hücreli karsinom ve keratoakantomda peritümöral
Langerhans hücreleri ve mast hücrelerini sayıca artmıs bulduk. Immün sistemde görevleri bulunan epidermal
Langerhans hücreleri ve dermal mast hücrelerinin benign ve malign deri tümörlerinde farklı rolleri oldugunu
düsündürmektedir
Primary chondrosarcoma of the chest wall: a case report
Göğüs duvarında kondrosarkom tanısı alan bir olgu klinikopatolojik bulgularla sunulmaktadır. 48 yaşındaki
kadın hasta göğüs ön duvarında ağrılı kitle şikayetiyle kliniğe başvurdu ve bu alanda 17x14x11 cm boyutlarında
kitle saptandı. Kitle total olarak eksize edildi. Toraks duvarında oluşan defekt mersilen mesh ve metil metakrilat
sandviç greft ile rekonstrukte edildi. Histolojik inceleme sonucu derece I kondrosarkom tanısı kondu. Göğüs
duvarının primer malign tümörleri nadirdir, kondrosarkom göğüs duvarının en sık görülen primer malign
tümörüdür.Tedavisinde geniş cerrahi eksizyon uygulanmaktadır.A case with chondrosarcoma of the chest wall is presented with clinicopathological findings. A 48-year-old
woman, presenting with a painful anterior chest wall mass measuring 17x14x11 cm in size was admitted to the
hospital. Complete surgical resection of the tumor was performed. The resulting defect of the chest wall was
restored with mersilene mesh and methyl methacrylate sandwich graft. Histological examination showed grade I
chondrosarcoma. Primary cartilaginous tumors of the chest wall are uncommon. Chondrosarcoma is the most
common primary malignant tumor of the chest wall. The treatment for this tumor is wide excision
Does sepragel (hylan b) have any preventive effect on two-stage orchidopexy in the first stage?
Amaç: Iki asamalı inmemis testis operasyonlarında birinci operasyonda skrotuma indirilemeyen testisin
indirilebildigi yerde çevre dokulara yapıstıgı bilinmektedir. Bu çalısmada bir adhezyon bariyeri olan Sepragel'in,
ratlarla olusturulan iki asamalı inmemis testis modelinde fibrotik yapısıklıklar ve spermatogenezis üzerine
etkisinin arastırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalısmada rastgele seçilen 6 adet eriskin erkek rat kullanıldı. Her bir ratın sag testisi kasık
insizyonundan dısarıya alınıp tekrar inguinal kanal içerisine yerlestirildi ve etrafına 0.5 cc Sepragel uygulandı.
Ratların sol testisleri de kasık insizyonu ile dısarıya alınarak tekrar inguinal kanal içerisine yerlestirildikten
sonra herhangi bir isleme tabi tutulmadı ve kontrol grubu olarak degerlendirildi. Postoperatif 21. gün testisler
çıkartılarak histopatolojik olarak testis etraf dokularında fibrozis, enflamasyon skorlarına ve testis dokusunda da
Johnsen skorlarına bakıldı. Istatiksel analizler için Mann-WhitneyUtesti ve ki- kare testleri kullanıldı.
Bulgular: Fibrozis, enflamasyon ve Jonhsen skorlarının karsılastırıldıgı Sepragel uygulanan testisler ve çevre
dokular ile kontrol grubu testisleri ve çevre dokuları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Bulgular: Çalısmamızda Sepragel kullanımının ratlarla olusturulan iki asamalı inmemis testis modelinde, ilk
operasyondan sonra çevre dokulara olan fibrotik yapısıklıklar ve spermatogenezis üzerine etkisinin olmadıgı
saptandı.Objective: In two stage orchidopexy, it is a known fact that the testis which could not be fixed in the scrotum during the first operation adheres to circumferential tissue. The aim of this study was to evaluate the effect of Sepragel, an adhesion barrier agent, on fibrosis and spermatogenesis in two-stage undescending testis in a rat model.
Methods: Six adult male rats were operated. Left and right testes of rats were taken out simultaneously via inguinal incision and placed back in the inguinal canal. Afterwards, 0.5 cc Sepragel was applicated in the surrounding tissue of the right testes (Spragel group). Left testes served as controls. All testes were extracted in the postoperative 21st day and they were examined histopathologically and their scores of fibrosis and inflammation and Johnsen scores were assessed. Mann-Whitney U and ki-square tests used for statistical analysis.
Results: There was no significant difference between Sepragel and control groups in terms of fibrosis, inflammation and Johnsen scores.
Conclusion: The use of Sepragel did not have any effect on the degree of fibrotic adhesions and spermatogenesis in a rat model of two-stage orchidopexy
A case of hypotension ınduced ıschemic hepatitis
Ischemic hepatitis is a disease clinically characterized by a sudden rise in serum transaminases and lactic dehydrogenase levels to 75-to 100-fold normal levels, followed byresolutiontonear normal levels within 7 to 10 days as a result of an acute circulatory failure due to cardiovascular disease in most of the reported cases. Such impairment of liver function tests is due to haemodynamic hepatocyte injury that results from failure of hepatic perfusion. Liver biopsy shows focal centrilobularnecrosis. Ischemic hepatitis shouldbe anticipatedinallpatients with a recent history of systemic hypotension.
In this paper we describe a case of ischemic hepatitis, in which an acute derangement of liver function tests occurred as a consequence of myocardial infarction and discuss features of this disease.İskemik hepatit, karaciğerde dolaşım yetmezliği sonucu, 24 saat içinde serum transaminaz ve laktik dehidrogenaz seviyelerinin normale göre 75-100 katı kadar yükselip, 7-10 gün içinde tekrar normale dönmesi ile karakterize klinik bir tablodur.İskemik hepatite hipotansiyon, hipoksi veya her ikisi birlikte öncülük edebilir ve bu olgularda hipotansiyonun en sık nedeni kardiyovasküler hastalıklardır. Histopatolojik olarak karaciğer biyopsisinde sentrilobüler nekrozun görülmesi tipiktir. Bu makalede miyokard infaktüsü sonrası gelişen hipotansiyon sonucunda karaciğer enzimlerinde ani ve belirgin yükselme ve sonrasında hızlı düşme ile ortaya çıkan iskemik hepatitli bir olguyu sunduk ve hastalığın özelliklerini tartıştık