47 research outputs found

    Çocukluk çağı akut lenfoblastik lösemi sağaltımının santral sinir sistemine geç etkilerinin araştırılması

    No full text
    Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.SUMMARY Neuroscychologic and neuroradioiogic evaluations of leukemia survivors have recently been studying extensively. We aimed to study neurotoxicity of either systemic chemotherapy (M/HDMTX) or CNS prophylaxis (Cranial RT and IT-MTX) in 19 patients with ALL who were followed-up at least 5 years after diagnosis at Ege University Medical Faculty, Department of Pediatric Hematology-Oncology between 1987 and 1993. The patients aged 3-12 years at diagnosis and there were 15 male and 4 female. All patients had completed leukemia therapy a year ago and were in remission. Neuropscychoiogic tests (Denver, WISC-R, WAIS-R), cranial magnetic resonance imaging (MRI) were done and brain stem evoked potentials (VEP, AEP) were recorded. Performance and total IQ scores of 19 patients (mean 94±16.8 and 92.2±16.5, respectively), were significantly low as compared to the controls consisted of 17 siblings (mean 112.1±18.9 and 105.4+14.2, respectively) (p=0.007) ve p=0.02). MRI was done in 18 patients of which 6 (33.3 %) had abnormal findings. Four had leukoencephalopathy (22.2 %) and the others had mineralizing microangiopathy and cortical atrophy each (5.5 %). Three out of 18 (16.6%) patients had abnormal AEP findings while 5 out of 17 (29.5%) patients displayed abnormal VEP responses. 36Abnormal findings in MRI, cognitive examination and electrophysiologic testing were not found to be associated with age at diagnosis (below or above 5 years), doses of cranial RT (12-18, 24 Gy), systemic M/HDMTX administration or CNS involvement, in conclusion data involving more patients are needed to demonstrate discrete outcomes of neurotoxicity in long-term survivors of childhood leukemia. 37ÖZET Yaşayan akut lenfoblastik lösemili (ALL) çocuklarda rıöropsikolojik, nöroradyolojik sonuçlar geniş olarak araştırılmaktadır. 1987-1993 yılları arasında ALL tanısı alarak en az 5 yıldır izlenen, tanıda 3-12 yaşlarında olan 19 hastada (15 erkek, 4 kız) sistemik kemoîerapi (0/YDMTX ) ve santral sinir sistemi korumasının (K-RT ve İT-MTX) nörotoksisitesi araştırıldı. Hastaların hepsi 1 yıl önce sağaltımı tamamlanmış ve remisyonda idi. Nöropsikolojik testler (Denver, VVISC-R, WAIS-R), kraniyai manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve nöroelektrofizyolojik olarak beyin sapı uyarılmış potansiyel testleri (VEP, AEP) uygulandı. Ondokuz ALL'li çocuğun performans IQ puanı (ort. 94±16.8) ve toplam IQ puanı (92.2±16.5), 17 sağlıklı kardeşten oluşan kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük (112.1+18.9 ve 105.4+14.2) bulundu (p=0.007) ve p=0.02). MRG 18 hastada değerlendirildi ve 6'sında (%33.3) patoloji gözlendi. Dördü (% 22.2) lökoansefalopati, 1'i (%5.5) mineralizan mikroanjiopati, 1 (%5.5) kortikal atrofi olarak değerlendirildi. Onsekiz hastanın 3'ünde (%16.6) AEP, 17 hastanın 5'inde (%29.5) VEP anormalliği vardı. ALL'li çocukların tanı yaşı (5 yaş altı ve üstü), K-RT dozu (12-18, 24 Gy), sistemik 0/YDMTX uygulaması ve SSS tutulumunun MRG patolojisine, kognitif fonksiyon bozukluklarına ve elektrofizyoiojik anormalliklere anlamiı etkisi bulunmadı. Sonuçta çok sayıda hastayı içeren çalışmalarla daha belirleyici sonuçların verilebileceği düşünüldü. 3

    Lösemili çocuklarda mannoz bağlayıcı lektin gen polimorfizmleri ve nötropenik ateş ataklarına etkisi

    No full text
    ÖZET Amaç:. özellikle son yıllardaki yoğun kemoterapi ve megaterapilerin kullanılması ciddi nötropenik ateş ataklarının gelişmesine zemin hazırlar. Ateş ve infeksiyonun sikliği ve şiddeti, kanserin tipi, nötropeninin derecesi ve nötropenik atağın süresi ile yakından ilişkilidir.. Derin ve uzun süren nötropeni dönemlerinin çoğunda ateş yükselmekte ve %50-60 oranda infeksiyon eşlik etmektedir. Bunlar sıklıkka klinik veya mikrobiyolojik infeksiyon şeklindedir Doğal immun sistemde temel rolü olan MBL, mikroorganizmaların yüzeyindeki karbonhidratlara bağlanıp klasik yolla kompleman sistemini aktive eden ya da direkt opsonin olarak görev yapan bir lektin proteindir. Birçok çalışmada, MBL'nin hem homozigot hem de heterozigot mutant allellerinin varlığında infeksiyon riskinin artığı gösterilmektedir. ileri dönük olarak planlanan çalışmamızda lösemili olgularda tanıda MBL gen polimorfizmleri belirlenerek sağlıklı çocuklarınki ile karşılaştırıldı. MBL gen polimorfizmlerinin hastaların yoğun kemoterapi aldıkları ilk 1 yılda, gelişen nötropenik dönemlerinde nötropeni derecesi, nötropenik ateş atağı sıklığı, nötropenik ateşli süreç ve oluşan infeksiyon özellikleri ile ilişkisi olup olmadığı araştırıldı. Hastalar ve yötem : Nisan 2004 - Mart 2005 tarihleri arasında yapılan çalışmada Ege Üniversitesi Tıp fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Onkoloji, Dr Behçet Uz Çocuk ve Araştıma Hastanesi Çocuk Hematoloji - Onkoloji ve SSK Tepecik Eğitim Hastanesi Çocuk Hematoloji - Onkoloji bölümlerinde lösemi tanısı alarak sağaltıma alman 23 olgu ileri dönük olarak izlendi. AML'li iki olguya izlemde PKHN uygulandı. Benzer yaş grubundaki 50 sağlıklı çocuk kontrol grubu olarak alındı. Her iki grubun periferik kanından izole edilen DNA örneklerinde MBL geni 1. ekzonundaki kodon 54 ve kodon 57 ' ye ait tek nükleotid polimorfizmleri PCR- RFLP yöntemi ile araştırılılarak, A,B,C allel dağılımları gruplar arasında karşılaştırıldı. Lösemili olgularda 1 yıllık izlemde gelişen nötropenik ateş ataklarının sayısı, nötropeni süresi ( MNS 500 /mm3 olması ), nötropenik ateşli infeksiyonlarm özellikleri ile MBL gen polimorfizmleri arasındaki ilişki değerlendirildi.Bulgular: Çalışma grubundaki lösemili olguların 17' si ALL, 6' sı AML olup yaşları 3- 204 ay arasında (ortalama 78.65 ± 52.07 ay ) 15 erkek, 8 ' i kız idi. Kontrol grubu ise yaşlan 4.5 - 180 ay ( ortalama 88.8 ± 50.16 ay) olup 27 erkek, 23 kız çocuktan oluştu. Lösemili olgularda codon 57 ( allel C) polimorfizmi saptanmadı. Lösemi grubunda MBL - AB ( %17,4 ) ve BB ( % 26 ) genotipleri kontrol grubuna göre ( sırasıyla % 12 ve % 2 ) anlamlı olarak yüksek bulundu ( p = 0.006 ). B alieli sıklığı lösemi grubunda % 43,5 iken kontrol grupta %14 oiup, lösemilerde belirgin artmıştı ( p= 0.003 ). MBL gen polimorflzmleri ile cins, lösemili olguların tanı yaşı ve lösemi tipi arasında ilişki görülmedi. Izlem süresinde lösemili olgularda 69 nötropenik ateş atağı gelişti ve % 37,1' sinde değişik odaklardan alınan kültürlerde mikrobiyolojik etken saptanabildi. Dökümente edilen infeksiyon % 86,9 (61 / 69 ) olup, bunun % 42,5 mikrobiyolojik dökümeniasyonlu infeksiyonlu, % 57,5 si klinik dökümente edilmiş infeksiyondu. Lösemili çocuklarda (AB + BB) genotiplerinin varlığı nötropeni süresi, nötropenik ateş atak sayısı ve nötropenik ateş atağındaki nötropeni süresi, infeksiyon özellikleri ve kültür odağı açısından AA genotipi ile farklılık göstermedi ( p > 0.05 ). Sonuç ve Yorum : MBL mutasyonlannın lösemili ve özellikle ALL'ii olgularda normal populasyona göre daha sık görülmesi çocukluk lösemisinin ( sıklıkla ALL) etiyopatogenezi ile immun sistem yetersizlikleri arasındaki ilişkiyi akia getirmektedir. MBL - AB / BB ailellerinin nötropenik ateş ataklarına tek başına etki etmediği, ayrıca MBL promotor bölge mutasyonlan yanında diğer infeksiyonlara yatkınlık genlerinin de araştırılması gerektiğini düşündürmektedir. Bu olasılıkları açığa çıkaracak populasyon - bazlı epidemiyolojik çalışmalar planlanarak, infeksiyon yatkınlık genotipleri belirlenmeli ve olasılıkla bunların iökemogeneze etkisi açıklık kazanmalıdır. Bunun sonucunda infeksiyona yatkın bireylere eksikliğin giderilmesine yönelik spesifik sağaltımlar planlanabilir 3

    Intraorbital ectopic lacrimal gland mimicking malignant orbital tumor

    No full text
    A 6-year-old boy with left proptosis which was realized 2 months earlier was evaluated. The left eye movements were restricted in all gaze positions. The left lacrimal gland was hypertrophic on examination. An orbital magnetic resonance imaging revealed a mass lesion starting from the lacrimal gland region extending through the superior and lateral orbit causing a pressure on the lateral rectus muscle. An incisional biopsy from both the lacrimal gland and the orbital part of the mass revealed no tumor cells but minimally inflamed lacrimal gland tissue which supported an ectopic lacrimal gland in the orbit. Although rare, ectopic lacrimal gland of the orbit might mimic orbital malignancies in children. Histopathologic confirmation is mandatory for differential diagnosis

    Causes of death in a pediatric oncology unit

    No full text
    The causes of death among cancer patients are categorized as active primary disease, recurrent disease and other factors such as infections, drug toxicity metabolic disturbance, intracranial bleeding or surgery. This study was performed to determine the survival of patients with malignant disease and causes of death in childhood cancer. Two hundred-fifty three patients with malignancy were diagnosed and followed up at the Ege University from January 1988 to December 1993. Fifty-three percent of these patients died during the study period. Fifty-one percent of deaths occurred with active disease, 41.1% with active primary disease and 9.9% during recurrent disease. Seven patients (5.1%) died during remission. Infection was the cause of death in 37 patients (27.2%). Nine patients (6.6%) died due to intracranial bleeding, 6 (4.4%) due to drug toxicity, 5 (3.7%) due to surgical complications and one (0.7%) due to cerebral leukodystrophia. the relative risk of death due to leukemia, lymphoma and Wilms‘ tumor was low. the comparison of percentage of death with corresponding referral percentages shows a relative increase in the risk of death due to CNS tumors, neuroblastoma, bone tumors and soft tissue sarcomas

    Hemofili A ve von Willebrand hastalıklı çocuklarda subkütan desmopressin uygulaması

    No full text
    Desmopressin (DDAVP) hem sağlıklı kişilerde hem de hemofili-A (HA) ve von Willebrand hastalıklı (vWD) kişilerde plazma faktör VIII, von Willebrand faktör (vWF) düzeyini artırmaktadır. HA ve vWD hastalarının kanama epizotlarında kullanılan plazma kaynaklı ürünler hem pahalı hem de viral kontaminasyon riski taşıdıkları için bu hastalarda desmopressin önemli bir tedavi seçeneğidir. Desmopressine yanıt kişisel farklılıklar gösterebileceğinden kullanılmadan önce her hastada mutlaka test edilmelidir. Bu çalışmada yaş ortalaması 10.1±4.5 yıl olan 33 HA (16'sı ağır, dokuzu orta, sekizi hafif), dokuz vWD (dördü tip 1, dörtlü tip 3, biri tip 2A) toplam 42 hastaya subkütan desmopressin testi yapıldı. HA hastalarında desmopressin enjeksiyonundan bir saat sonra FVIII: c'nin > % 20 olması, vWD'li hastalarda > % 50 olması tam yanıt, başlangıç değerinin üç katına çıkması veya FVIII:c'nin > % 5 olması parsiyel yanıt kabul edildi. Buna göre hafif HA'lı hastaların tamamı (8/8, % 100), orta HA' lıların % 66'sı (6/ 9) desmopressine olumlu yanıt verdi. Ağır HA'lıların sadece birinde parsiyel yanıt alınırken 15'inde (%94) yanıt alınmadı. Tip 3 vWD dışındaki vWD'li hastalarda desmopressine tam yanıt alındı. Desmopressine yanıt alınan grupta plazma FVlll:C düzeyinde ortalama 5.8±6.6 kat (dağılım 1-25 kat) artış saptandı. Bir hastada hafif başağrısı ve bir hastada yüzde "flushing" dışında yan etki gözlenmedi. Altı hastada (ikisi HA, dördü vWD) yedi diş çekimi tek doz subkütan desmopressin ile kanama gözlenmeksizin gerçekleştirildi. Yanıt veren hastaların küçük kanama ve cerrahilerinde (diş çekimi gibi) oldukça uygun olan desmopressin pediatrik yaş grubunda subkütan olarak, önemli yan etki olmadan uygulanabilirliği gösterildi

    Hemofilik çocuklarda inhibitör gelişme sıklığı ve inhibitörlü hastaların izlemi

    No full text
    Inhibitor prevalence in developing countries such as Turkey, where fresh frozen plasma (FFP) is still in use due to the high cost of concentratres, is unknown, To determine the frequency of inhibitors in Turkish hemophiliacs exposed to blood products, 63 hemophilia A patients (age range 1-20; median 11 yrs) and 17 hemophilia B patients (age range 3-20; median 10 yrs), and one patient with factor V deficiency were evaluated. Forty hemophilia A patients (26 severe) received plasma-derived concentrates and 23 patients (11 severe) only FFP. No hemophilia B patients developed inhibitors, compared to eight of 63 (13%) hemophilia A patients, all with a severe defect (8/37,22%) and treated with concentrates (8/26,31%). On the other hand, severe patients treated with FFP showed a lower risk to develop inhibitors (0/11, p=0.07). Inhibitors were detected after eight to 125 exposure days (median: 54). For eight patients with inhibitor, intermediate purity and pasteurization seemed to be linked with a higher risk of inhibitor compared to high purity and solvent-detergent inactivation. In four of eight inhibitor patients, low-dose concentrate was administered at 25 ID/kg twice weekly and inhibitors (1, 2, 3, 5 Bethesda unit-BU) disappeared in one to four months in the prophylaxis group. A low-dose immune tolerance regimen might be recommended for immune tolerance in developing countries because of its lower cost. In two high inhibitor (56 and 11 BU) patients in the episodic treatment group, an immune tolerance regimen was used. Hemostasis was obtained using prothrombin complex concentrate in 60 percent of bleeding episodes in patients with inhibitor.Pıhtılaşma faktörleri konsantrelerinin aşırı pahalı olması ve sosyal güvenlik sorunları nedeniyle taze dondurulmuş plazmanın (TDP) önemli oranda kullanıldığı Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde inhibitor gelişim sıklığı bilinmemektedir. Kan ürünleri ile tedavi edilen 63'ü hemofili-A (1-20 yaş, ortanca 11 yaş), 17'si hemofili-B (3-20 yaş, ortanca 10 yaş), biri faktör V eksikliği olan 81 çocuk üç yıl süreyle inhibitor gelişimi yönünden izleme alındı. Kırk hemofili-A hastası faktör konsantresi (26'sı ağır), 23 hastada sadece TDP (11'i ağır) kullanıyordu, inhibitor testleri Bethesda yöntemi ile uygulandı. Hiçbir hemofili-B'li hastada inhibitor oluşmazken, 63 hemofili-A hastasından sekizinde (% 13) inhibitor saptandı. Bunların tamamı konsantre kullanılan (8/26; %31), ağır tip (8/37; %22) hastalardı. TDP kullanan ağır hemofilik vakalarda inhibitor gelişimi saptanmadı (0/11) (p=0.07). inhibitor 8-125 kullanım günü sonrası (ortanca 54 gün) saptandı. Ara saflıkta ve pastörize konsantre kullananlarda daha sık inhibitor gelişimi izlendi. Proflaksi grubundaki dört inhibitörlü hastanın (1, 2, 3 ve 5 Bethesda ünitesi-BÜ) tamamında 1-4 ay içinde tedavi kesilmeksizin (haftada 2 kez, 25 iÜ/kg dozda) inhibitor spontan olarak kayboldu. Yüksek titrajlı iki hastada (56 ve 11 BU) aynı protokolle immün tolerans tedavisi uygulandı. Kanama epizotlarının tedavisinde kullanılan protrombin kompleksi ile 10 kanama atağının altısında (%60) hemostaz sağlandı
    corecore