Comparative analysis of milk casein hydrolysates from cow, water buffalo, goat and sheep: effects of flavourzyme and neutrase on formation of bioactive peptides

The casein hydrolysates of cow (CwC), water buffalo (WBuC), goat (GoC), and sheep (ShC) were obtained using neutrase (CwCN, BuCN, GoCN, and ShCN) and flavourzyme (CwCF, BuCF, GoCF, and ShCF). Untreated caseins and their respective enzyme (flavourzyme and neutrase) treated hydrolysates were compared in terms of selected bioactivities, free amino acids, and molecular weight distributions, etc. The enzymes displayed varied activities for 4 casein types. Flavourzyme was more aggressive than neutrase in the formation of peptides and free amino acids. The highest and the lowest degree of hydrolysis were determined for GoCF (166.8 mg tryptone /g casein) and ShCN (37.4 mg tryptone /g casein), respectively. Both enzymes significantly reduced the molecular weights of peptides in hydrolysates. The higher amounts of free amino acids were determined in flavourzyme treated caseins compared to neutrase treated ones; the highest was in ShCF (92.89 mg amino acid/g casein). The polypeptide ratio in ShC was 78.3%, but after treatment with flavourzyme and neutrase, the polypeptide ratio in hydrolysates were diminished to 23.5 and 25.3%, respectively, for ShCF and ShCN. The highest proportion of peptides in hydrolysates were oligopeptides (between 0.5 and 2.5 kDa), ranging from 67 to 76.7% for 8 enzyme treated caseins. FTIR spectra indicated modifications in caseins in amide I and II bands. Compared to their respective enzyme treated hydrolysates, the untreated caseins (CoC, WBuC, GoC, and ShC) displayed higher lipase inhibition activities (GoC having the highest inhibition, 66.34%). In the case of α-amylase inhibition, flavourzyme generated higher results for WBuCF (91.09%) and CwCF (86.96%) than their neutrase treated analogs. On the other hand, neutrase generated higher results for GoCN (67.3%) and ShCN (55.77%) than their flavourzyme treated analogs. Regarding ACE inhibition activity, GoCN and WBuCF displayed the highest results as 93.3% and 80.32%, respectively. The study demonstrated the promising potential of casein hydrolysates from different sources for the formulation of functional foods to combat chronic diseases including hyperglycemia, dyslipidemia, obesity, and hypertension

Basınçlı solvent ekstraksiyonu kullanılarak instant nane-limon çayı üretimi

Bu çalışmada, ülkemizde ve dünyada popüler olan nane çayı, iki farklı nane türünden (Mentha spicata L. ve Mentha piperita L.) üretilmiş ve limon tozu eklenerek instant bir çay formu geliştirilmiştir. Bu amaçla nane ve limon ekstraktları, püskürtmeli kurutma yöntemi kullanılarak toz haline getirilmiş, ardından uygun formülasyonlarla karıştırılarak nane-limon çayı üretilmiştir. Çalışma boyunca fiziksel, biyokimyasal, spektrofotometrik, kromatografik ve duyusal analiz yöntemleri kullanılarak ürünlerin özellikleri incelenmiştir. Limonlu instant çaylarda toplam fenolik madde miktarı M. spicata için 41,74 mg GAE/gr, M. piperita için 42,63 mg GAE/gr olarak belirlenmiştir. Limon tozu eklenmesi fenolik madde miktarını bir miktar düşürmüştür. Limonlu instant çayların antioksidan kapasiteleri EC değerleri, M. spicata için 4,16 gr örnek/gr DPPH, M. piperita için 2,96 gr örnek/gr DPPH olarak hesaplanmıştır. TEAC değerleri ise sırasıyla 121,94 ve 155,3 mg TEAC/gr örnek olarak tespit edilmiştir. Limonlu instant çaylarda M. spicata’da rosmarinik asit (11,13 mg/gr) ve M. piperita’da eriositrin (33,54 mg/gr) ana fenolik bileşikler olarak öne çıktığı saptanmıştır. 20°C’de 6 aylık depolama sonunda çayların biyoaktif özelliklerini ve duyusal niteliklerini büyük ölçüde koruduğu, genel beğeni puanlarının 7’nin üzerinde olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, püskürtmeli kurutma yöntemi ile üretilen instant nane-limon çayları hem sağlık açısından faydalı bileşenler içermekte hem de tüketicilere pratik bir kullanım sunmaktadır. Bu çaylar, uzun raf ömrü ve duyusal nitelikleri sayesinde yenilikçi bir ürün olarak değerlendirilebilir.&nbsp;</p

Disrobiom: A novel approach to discover robust biomarkers from gut microbiome datasets with deep-learning algorithms

Over the past ten years, many machine learning methods emphasizing the relationship between the gut microbiome and gastrointestinal diseases have been proposed. These methods aim to minimize disadvantages such as high dimensionality and low sample size in metagenome datasets and attempt to find guiding biomarkers for early diagnosis of diseases. However, even if the same datasets are used in studies, reaching different results poses a critical obstacle in translating the findings into clinical practice. Therefore, by using deep learning models we adopted a novel approach (Disrobiom) to discover robust biomarkers on metagenomic datasets associated with Inflammatory bowel disease (IBD) and Colorectal cancer (CRC) for consistent and reproducible results. In the proposed study, we showed that the most important features selected on six different datasets with autoencoder, and U-net models resulted in superior classification performance compared to existing methods. We also evaluated the discovered biomarker candidates within the framework of consistency, compared them with existing methods, and discussed their contributions to the existing literature. Disrobiom has provided potential biomarkers that are more consistent than other methods for the non-invasive diagnosis and treatment of IBD and CRC diseases

Kronik hastaların akılcı antibiyotik kullanım tutumları ve etkili faktörler

Amaç: Araştırmanın amacı kronik hastalığa sahip bireylerin akılcı antibiyotik kullanımına yönelik tutumları ve etkili faktörleri belirlemektir.Araçlar ve Yöntem: Tanımlayıcı-kesitsel tipte olan araştırma 228 kronik hastalığa sahip birey ile tamamlanmıştır. Araştırma verileri ‘Hasta Tanıtım Formu’ ve ‘Akılcı Antibiyotik Kullanımına Yönelik Bilgi-Tutum Ölçeği’ kullanılarak toplandı.Bulgular: Katılımcıların %58.3’ünün hipertansiyon, %39’unun diyabet, %30.3’ünün kardiyovasküler hastalığının ve %23.7’sinin böbrek hastalığının olduğu belirlendi. Ayrıca %52.6’sının antibiyotiği hastalıkla ilgili şikayetleri geçene kadar kullandığı ve %27.2’sinin hekime muayene olmadan antibiyotik kullandığı bulundu. Kronik hastaların Akılcı Antibiyotik Kullanımına Yönelik Tutum Ölçeği toplam puanı 60.27±13.26 (32-80) idi. Modele dahil edilen değişkenlerden erkek, okur yazar olmama, tavsiyeyle ilaç kullanma, kendi başına ve şikayeti bitene kadar antibiyotik kullanma, sağlık eğitimi almama durumları akılcı antibiyotik kullanımına yönelik tutumları olumsuz yönde etkiledi (p&lt;0.05) ve varyansın %65’ini açıkladı (R2=0.657, F=20.968, p&lt;0.001).Sonuç: Kronik hastalığa sahip bireylerin akılcı antibiyotik kullanımına yönelik tutumlarının ortalamanın üzerinde olduğu ve olumlu tutuma sahip oldukları belirlendi. Erkeklerin, antibiyotiği hastalıkla ilgili şikâyet bitene kadar kullananların ve sağlık eğitimi almayanların akılcı antibiyotik kullanımına yönelik tutumları daha düşüktür. Ayrıca ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve üzeri mezun olanların, komşuları, yakınları ve arkadaşlarının tavsiyesi ile ilaç kullanmayanların ve hekime muayene olmadan antibiyotik kullanmayanların akılcı antibiyotik kullanımına yönelik tutumları daha yüksektir.</p

Efficacy of first-line CDK 4-6 inhibitors in premenopausal patients with metastatic breast cancer and the effect of dose reduction due to treatment-related neutropenia on efficacy: a Turkish Oncology Group (TOG) study

The only phase 3 study on the effectiveness of CDK 4-6 inhibitors in first-line treatment in premenopausal patients with hormone receptor (HR) positive, HER2 negative metastatic breast cancer is the MONALEESA-7 study, and data on the effectiveness of palbociclib is limited. Data are also limited regarding the effectiveness of CDK 4-6 inhibitors in patients whose dose was reduced due to neutropenia, the most common side effect of CDK 4-6 inhibitors. In our study, we aimed to evaluate the effectiveness of palbociclib and ribociclib in first-line treatment in patients with premenopausal metastatic breast cancer and the effect of dose reduction due to neutropenia on progression-free survival. Our study is a multicenter, retrospective study, and factors affecting progression-free survival (PFS) were examined in patients diagnosed with metastatic premenopausal breast cancer from 29 different centers and receiving combination therapy containing palbociclib or ribociclib in the metastatic stage. 319 patients were included in the study. The mPFS for patients treated with palbociclib was 26.83 months, and for those receiving ribociclib, the mPFS was 29.86 months (p = 0.924). mPFS was 32.00 months in patients who received a reduced dose, and mPFS was 25.96 months in patients who could take the initial dose, and there was no statistical difference (p = 0.238). Liver metastasis, using a fulvestrant together with a CDK 4-6 inhibitor, ECOG PS 1 was found to be a negative prognostic factor. No new adverse events were observed. In our study, we found PFS over 27 months in patients diagnosed with premenopausal breast cancer with CDK 4-6 inhibitors used in first-line treatment, similar to post-menopausal patients. We did not detect any difference between the effectiveness of the two CDK 4-6 inhibitors, and we showed that there was no decrease in the effectiveness of the CDK 4-6 inhibitor in patients whose dose was reduced due to neutropenia

HUMERUS SEGMENTLERİNİN MORFOMETRİK ÖLÇÜMLERİ

Kolun en uzun ve en kalın kemiği olan humerusun segment ölçümleri anatomik olarak önem teşkil etmesi- nin yanında iskeletin tanımlanması bakımından yardım- cı bir faktördür. Bahsi geçen uzunlukların bilinmesi ortopedik cerrahi nezdinde de önemli olabilmektedir. Bu çalışmada 30 (15 sağ, 15 sol) cinsiyet belirsiz kuru yetişkin humerusunda maksimum humerus uzunluğu ve diğer birtakım parametrelerin ölçümleri gerçekleştiril- di. Araştırma kapsamında morfometrik ölçümler (caput humeri–tuberculum majus’un tepesi arasındaki mesafe, caput humeri tepe noktasıyla collum anatomicum ara- sındaki mesafe, fossa olecrani’nin proksimal-distal nok- taları arasındaki mesafe, fossa olecrani ile trochlea humeri’nin distal noktaları arasındaki mesafe, fossa olecrani’nin proksimal noktası ile trochlea humeri’nin distal noktası arasındaki mesafe, tuberculum majus uzunluğu, tuberculum minus uzunluğu, tuberculum minus’un tepe noktası ile tuberculum majus’un orta noktası arasındaki mesafe, önde epicondylus medialis- epicondyluslateralis arasındaki mesafe, ön yüzde trochlea humeri’nin lateral-medial uçları arasındaki mesafe, trochlea humeri’nin en çukur kısmının kalınlığı) dijital kumpas vasıtasıyla gerçekleştirildi. Her iki ekstremite için ortalama değerlerin hesaplanması son- rası (±SD) parametreler arası Pearson korelasyon testi gerçekleştirildi. Sağ ve sol humeruslarda çeşitli segment ölçümleriyle maksimum humerus uzunluğu arasında istatistiksel olarak anlamlı bağlantı olduğu tespit edildi (p<0.05). Sonuç olarak bu ölçümlerin adli, antropolojik, arkeolojik ve ortopedik araştırmalar için faydalı bir basamak olması beklenmektedir.Measurements of the segments of the humerus, the longest and thickest bone of the arm, are a help ful fac- tor for both anatomical and skelet on identification. Knowing the lengths mentioned may also be important for orthopedic surgery. To this end, maximum humeral length and some additional morphometric measure- ments were made on 30 (15 right, 15 left) adult dry humers of unknown gender. In the study, the mor- phometric measurements (distance between; caput humeri - apex of tuberculum majus, proximal point of caput humeri - collumanatomicum, proximal - distal points of fossa olecrani, distal point of fossa olecrani - distal point of trochlea humeri , the proximal point of the fossa olecrani - the distal point of the trochlea hu- meri, maximum length of the tuberculum majus, maxi- mum length of the tuberculum minus, distance between the apex of the tuberculum minus and the midpoint of the tuberculum majus, epicondylus on the front face The distance between the medialis and epicondy- luslateralis, the distance between the lateral and medial ends of the trochlea humeri on the anterior face, and the maximum thickness in the most concave part of the trochlea humeri) were recorded using a digital caliper. Pearson correlation analysis was performed between the parameters after calculating the mean values for the right and left humerus (±SD). A statistically significant correlation was detected between various measure- ment parameters and maximum humeral length in the right and left humerus (p<0.05). As a result, it is ex- pected that all these measurements will be a useful step for forensic, anthropological, archaeological, and ortho- pedic research