'Ege Universitesi Turk Dunyasi Incelemeleri Dergisi'
Abstract
Endometriyal karsinom kadın genital sistemininin en sık görülen malign tümörüdür. Bu tümörler klinik gidiş, histolojik derece ve moleküler patogenez açısından tip I ve tip II olarak klasifiye edilmektedirler. Tip I tümörlerin etiyolojisindeki temel faktör progesteron tarafından karşılanmamış yüksek östrojen seviyeleridir. Bu tümörler genellikle hiperplazi zemininde ortaya çıkarlar ve genellikle endometrioid histolojiye sahiptirler. Klinik açıdan daha iyi prognoza sahiptirler. Tip II karsinomlar ise postmenopozal dönemde, östrojenden bağımsız ve genellikle atrofi zemininde ortaya çıkan yüksek histolojik dereceye ve kötü prognoza sahip tümörlerdir. Endometriyal karsinogenezden pek çok farklı gen bölgesi sorumlu tutulsa da halen endometriyal kanserlerin öncü lezyonlarının invaziv tümöre geçişinde altta yatan mekanizmalar tam olarak anlaşılmamıştır. Çalışmamızda retrospektif olarak 2009 ve 2012 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı{nda tanı almış normal proliferatif endometrium, atipisiz hiperplazi, endometriyal intraepitelyal neoplazi, tip I ve tip II adenokarsinom gruplarında PTEN, ARID1A, SFRP4 ve β-katenin ekspresyonu açısından anlamlı bir farklılık olup olmadığı incelenmiştir. ARID1A ve SFRP4 ekspresyonu yönünden gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir sonuç saptanmamıştır. Ancak SFRP4 ile apikal membranöz pozitifliğin özelikle yüksek histolojik dereceye sahip tümörlerde saptandığı ortaya çıkmıştır (p<0,001). PTEN ekspresyon kaybı yönünden gruplar arasında anlamlı bir farklılık saptanmazken, β-kateninin nükleer ekspresyonunun EİN grubunda anlamlı olduğu saptandı. (p = 0,023) Aynı zamanda PTEN ekspresyon kaybı ile β-kateninin nükleer pozitifliği hiçbir olguda bir arada görülmedi. Bu durum PTEN ve β-katenin yolaklarının birbirinden bağımsız mekanizmalar olduğu düşüncesini desteklemektedir. PTEN ekspresyon kaybı ile β-kateninin nükleer pozitifliği bir arada değerlendirildiğinde EİN grubunda istatistiksel olarak çok daha anlamlı bir sonuç elde edilmiştir (p<0,001). Bu iki immünohistokimyasal belirleyicinin bir arada kullanılmasının histolojik olarak arada kalınan vakalarda EİN tanısı konulmasında pratikte yardımcı olabileceği sonucuna varılmıştır