33 research outputs found
Causes of reoperation after mitral carpentier ring annuloplasty: report of five cases
Mitral kapak tamiri, mitral yetmezliğinde tercih edilen bir tedavi yöntemidir. Bu çalışmada Carpentier
ringi ile mitral anüloplasti yapılan olgularda reoperasyon nedenleri tartışılmıştır.
Carpentier ringi ile mitral anüloplasti uygulanan ve geç dönemde reoperasyon uygulanan
toplam 5 olgu çalışmaya alınmıştır. Olguların tümü kadın ve yaş ortalaması 44.611.2 (32-58) yıl olup, iki cerrahi
prosedür arasında geçen ortalama süre 3228.4 aydır (7-78 ay). Olguların tümünde romatizmal kardit öyküsü
mevcut olup, mitral rekonstrüksiyon öncesi dördünde orta-ileri derecede mitral yetmezliği, birinde ise ileri
mitral darlığı olduğu saptanmıştır. Mitral rekonstrüksiyon sırasında ilave prosedür olarak bir olguya aort valv
replasmanı, diğer dört olguya trikuspit anüloplasti uygulanmıştır. Reoperasyon endikasyonu üç olguda ileri
derecede mitral yetmezliği, diğer ikisinde 3. derece mitral yetmezliği ile birlikte mitral darlığının varlığıdır.
Olguların birinde reoperasyon ilk ameliyattaki prosedür ile ilgili iken, dördünde romatizmal
hastalığın kronik bulgularının ilerlemesine bağlı idi. Tüm olgulara mekanik bileaflet mitral kapak protezi ile
replasman uygulandı. Reoperasyonda ek olarak bir olguya aort kapak re-replasmanı, beş olgunun tümünün
trikuspid kapağına anüloplasti uygulandı, ikisinde ring kullanıldı. Postoperatif erken dönemde bir olgu
kaybedildi. Dört olgunun erken dönem takiplerinde mitral protez kapaklarının normal fonksiyonda olduğu, bir
olguda minimal, üç olguda orta derecede trikuspid yetmezliği olduğu, tüm olgularınNYHAfonksiyonel sınıf I-II
olduğu görüldü.
Bu çalışma Carpentier ringi ile mitral rekonstrüksiyonu yapılan olgularda, geç dönemde reoperasyon
nedeninin daha çok kapaktaki patolojinin progresyonu veya yetersiz cerrahi teknik ile ilgili olduğunu ve bu
olguların reoperasyon sonrası erken dönem sonuçlarının iyi olduğunu düşündürmektedir.Mitral valve reconstruction is the treatment of choice in mitral regurgitation. In this study, the causes of
reoperation following mitral reconstruction with Carpentier ring annuloplasty are discussed.
: Five patients who underwent reoperation late after mitral ring annuloplasty with
Carpentier ring were reviewed. Patients were all female, mean age was 44.6 11.2 (range 32 58 years) and the
mean interval between the two procedures was 32 28.4 (range 7-78) months. All patients had history of
rheumatic fever. Prior to mitral reconstruction, four patients had moderate to severe mitral regurgitation, one
patient had severe mitral stenosis. Associated procedures were aortic valve replacement in one patient, tricuspid
annuloplasty in four patients during mitral reconstruction. Indications for reoperation were severe mitral
regurgitation in three patients and third degree regurgitation with mitral stenosis in two.
The reasons for reoperation for the failed mitral reconstruction were procedure related in one patient and
progression of the rheumatic disease in four patients. All patients underwent mitral valve replacement with
mechanical bileaflet prosthesis. Associated procedures were aortic valve re-replacement in one patient, tricuspid
annuloplasty in all five patients, ring was used in two. One patient died in hospital. In early follow-up, all four
surviving patients were found to be in NYHA functional class I-II and have normally functioning mitral
prosthesis. One patient had minimal, three patients had moderate tricuspid regurgitation.
This study considered that the reason for reoperation for failed mitral reconstruction is mainly
related with the progression of mitral valve pathology or inadequate surgical technique and early results of
reoperation of these patients are good
Diltiazem added blood cardioplegia and myocardial protection
Amaç: Bu çalıışmanın amacı Ca++ antagonisti olan diltiazemin kardiyoplejik solüsyona eklenmesinin myokard
korunmasındaki etkilerinin araıştırılmasıdır.
Yöntem: Aortakoroner bypass operasyonu uygulanan 30 elektif hasta, kontrol ve çalıışma grubu olarak 15 er
kiışilik 2 gruba ayrıldı. Kontrol grubunda yaış ortalaması (56.8±10.11), çalıışma grubunda ise (60.20±10.44) idi.
Her iki grup arasında koroner lezyon, X- klemp, Kardiyopulmoner bypass (CPB) süreleri açısından fark
saptanmadı. Kardiyopleji iki gruba da antegrad yoldan verildi. Hemodinamik ölçümler ve enzim tayinleri CPB
öncesi ve sonrasında ayrı ayrı değerlendirildi.
Bulgular: Kardiyoplejik solüsyona eklenen diltiazem ile hemodinamik parametrelerden CO ve CI deki 1. ve 6.
saatlerdeki düışük bulundu(p<0,05).Buna rağmen, stroke volüm indeks ve sol ventriküler stroke work indeks de
değiışiklik saptanmadı. CPK-MB düzeylerinde 6.- 12. ve 24. saatlerde diltiazem verilen grupta anlamlı düışme
saptanmııştır(p<0,05). ıki grup arasında hastaların hemodinamisinde klinik olarak fark gözlenmemiıştir.
Sonuç: Bu bulgular, kardiyoplejik solüsyona eklenen diltiazem ile hemodinamik parametrelerde bozulma olmadığı
ve CPK-MB düzeylerinde anlamlı düışme saptanmıış olması, kalsiyum antagonistlerinden diltiazemin kardiyoplejik
solüsyona eklenmesinin miyokardial koruma ve reperfüzyon hasarını önlemede önemli katkısı bulunduğunu
göstermektedir.Objective: The aim of this prospective study was to demonstrate the effect of diltiazem, a calcium channel
blocker, as an additive to cardioplegic solution in myocardial protection.
Methods: Thirty patients who underwent coronary artery bypass grafting on an elective basis were divided into
two groups: control group and diltiazem group (n=15, each). Diltiazem was added to the blood cardioplegic
solution in the diltiazem group. Mean age was 56.8+10.11 years in the control group and 60.20+10.44 in the
diltiazem group. There was no difference in the extent of coronary artery disease, cross-clamp time, cardiopulmonary
bypass (CPB) time between the two groups. Cardioplegic solution was delivered antegradely. Hemodynamics
and blood enzyme levels were measured before and following CPB.
Results: In the diltiazem group, cardiac output and cardiac index was found to be lower in postoperative 1st and
6th hours (p<0.05). However, there was no difference in stroke volume index and left ventricular stroke work
index values. Blood creatine kinase MB (CK-MB) isoenzyme levels were found to be lower in the diltiazem
group in 6th, 12th, and 24th hours postoperatively (p<0.05). Patient hemodynamics did not differ clinically in
either group.
Conclusion: These results demonstrate the beneficial effects of diltiazem addition to blood cardioplegic solution
on myocardial protection as evidenced by lower levels of CK-MB in the postoperative period
Effects of blood cardioplegia with deferroxamine on myocardial nitric oxide production and myocardial performance
Amaç: Bu çalişmada rutin kullanilan kan kardiyoplejisi ile deferoksaminli kan kardiyoplejisinin sol ventrikül
fonksiyonlari üzerine etkileri, myokardiyal Nitrik Oksit (NO) düzeyleri ve hemodinamik parametreler
karşilaştirilarak değerlendirildi.
Yöntem: Aortakoroner bypass operasyonu olan 20 elektif hasta üzerinde çalişma yapildi. Hastalar kontrol ve
çalişma grubu olarak 10 ar kişilik 2 gruba ayrildi. Kontrol grubunda yaş ortalamasi (61.30+2.12), çalişma grubunda
ise (53.20±3.21) idi. Her iki grupta distal anastomoz , X- klemp, Kardiyopulmoner bypass (CPB) süreleri
benzer değerlerdeydi (p>0.05). Kardiyopleji iki gruba da antegrad yoldan verildi. Kan örnekleri koroner sinüsten
alinarak ölçümler yapildi. Hemodinamik parametreler CPB öncesi ve sonrasinda ayri ayri değerlendirildi.
Bulgular: Çalişma grubunda NO düzeyleri tüm örneklemelerde yüksek bulundu ancak yalnizca CPB sonrasinda
istatistiksel olarak anlamli idi. Myokard hasarinin bir göstergesi olan kreatin kinaz MB izoenzim (CK-MB)
değerleri çalişma grubunda daha düşük düzeyde bulundu (p< 0.05). Her iki grup arasinda hemodinamik olarak bir
farklilik gözlenmedi.
Sonuç: Bu bulgular, deferroksaminli kan kardiyoplejisi kullanilan vakalarda endotel fonksiyonlarinin daha iyi
korunduğunu ve myokard hasarinin daha az olduğunu göstermektedir. Deferroksaminli kan kardiyoplejisi açik
kalp cerrahisinde aortik kross klemp esnasindaki myokard korunmasinda iyi bir seçenektirObjective: The effects of deferroxamine addition to routine blood cardioplegia on left ventricular function,
myocardial nitric oxide (NO) production and hemodynamics were assessed.
Methods: Twenty patients who underwent coronary artery bypass grafting (CABG) electively were studied in
two groups, 10 in each. Ten patients in whom routine blood cardioplegia was used served as controls. In the other
10 patients (study group), blood cardioplegia with deferroxamine was used. Mean age was 61.30+2.12 in the
control group, and 53.20±3.21 in the study group. The number of distal anastomoses, X-clamp and cardiopulmonary
bypass (CPB) times were similar in two groups. Cardioplegia was delivered antegradely in both groups.
Blood samples were taken from the coronary sinus. Hemodynamic measurements were done before and following
CPB.
Results: In the study group, myocardial NO levels were found to be higher at all sampling times, however, the
difference was statistically significant only following CPB. Creatine kinase MB isoenzyme levels reflecting the
degree of myocardial injury were measured lower in the study group postoperatively(p<0.05). There was no
difference in hemodynamics between the two groups.
Conclusions: These findings demonstrate that the addition of deferroxamine to blood cardioplegic solution
maintains higher myocardial NO levels indicating better endothelial function and causes less myocardial injury.
Blood cardioplegia with deferroxamine is a valuable alternative method of myocardial protection during aortic
cross clamping in cardiac surgery
Combined thoracoabdominal aneurysm repair and off-pump coronary artery surgery
Off-pump coronary revascularization using local stabilizing devices and less invasive methods are getting more interest with good results. To our knowledge we report the first operation of which concomitant coronary revascularization using "Octopus'" device and thoracoabdominal aneurysm repair has been done without extracorporeal circulation with successful outcome. Repair of the aorta and patency of the descending aorta to coronary saphenous bypass graft were showed with angiography at postoperative 6 month
Surgical landmarks for identification and preservation of the internal branch of the superior laryngeal nerve
Objective To determine the topographical anatomic features of the internal branch of the superior laryngeal nerve (ibSLN) at the thyrohyoid membrane entrance area in relation to certain consistent anatomical structures. Materials Methods Twenty-two fresh adult head cadavers (9 male, 13 female; age range 52-95 years) with no signs of abnormality in the neck were dissected to determine the anatomic relationship of ibSLN and superior border of thyroid cartilage, thyroid notch, carotid bifurcation, hyoid corpus, and hyoid greater cornu. Results The topographical relationship between ibSLN and superior border of thyroid cartilage, thyroid notch, carotid bifurcation, hyoid corpus, and hyoid greater cornu was identified bilaterally in all cadavers. According to the measures, danger zone and safe zone areas for surgical could be predicted and for surgical manipulations as well. Conclusion We provided the surgical anatomy and important landmarks for determining the internal branch of superior laryngeal nerve in the thyrohyoid membrane entrance region to avoid surgical damage during surgeries of this region.Anatomy Department of the Medipol Universit
Sol ventrikül anevrizmalarında cerrahi tekniklerinin etkinliği ve risk faktörlerinin değerlendirilmesi
Background: Our study was designed to evaluate the early and mid-term follow-up results of patients who underwent left ventricular aneurysm repair, the effectiveness of different techniques, and to determine the risk factors affecting postoperative outcome. Methods: Between 1997 and 1999, 41 patients underwent left ventricular aneurysm repair. Echocardiographic evaluations of left ventricular ejection fraction (LVEF) were performed preoperatively, postoperatively, and at mean follow-up of 33.74 ;plusmn; 7.22 months. Thirty-seven (90.2%) patients had anteroapical aneurysm, and 4 (9.8%) had posterobasal aneurysm. Endoaneurysmorraphy and linear repair techniques were employed in 28 (68.3%) and 13 (31.7%) of patients, respectively. As preoperatively, only 6 (14.6%) patients were in NYHA class I, 28 (68.3%) patients were in digoksin management, and the mean LVEF was 33.39% ;plusmn; 5.97%. Results: The overall mortality was 2 (4.9%) patients. Postoperative morbidities were observed in 21 (51.2%) patients. The most frequent complication observed in 13 (31.7%) patients was serious ventricular arrhythmia. Thirty-five (89.7%) of surviving 39 (95.1%) patients were in NYHA class I. Patients in digoksin management lowered to 7 (17.9%), and the mean LVEF raised to 43.31% ;plusmn; 4.26%. The improvements in functional capacity and LVEF were significant. Multivariate analysis revealed that number ( 2) of concomittantly revascularized coronary arteries was an independent risk factor (p = 0.0443). The follow-up NYHA classification of patients who underwent endoaneurysmorraphy (1.037 ;plusmn; 0.192) was better than that of patients who underwent linear repair (1.33 ;plusmn; 0.651) (p = 0.043). Conclusion: We consider that left ventricular aneurysm repairs provide satisfactory improvements in functional capacity with low mortality and morbidity; number of revascularized coronary arteries, thereby, multivessel coronary disease is an important risk factor, and endoaneurysmorraphy seem better in long-term functional improvement.Amaç: Çalışmamız, sol ventrikül anevrizması tanısı ile kliniğimizde cerrahi tedavi uygulanan olguların erken ve orta dönem izlem sonuçları ile cerrahi tekniklerin etkinliğini ve mortalite ile morbiditeye etkili faktörleri araştırmak amacıyla düzenlenmiştir. Materyal ve Metod: Merkezimizde 1997 ve 1999 yılları arasında sol ventrikül anevrizmalı 41 olguya anevrizma onarımı uygulanmıştır. Olguların preoperatif, postoperatif ve ortalama 33.74 ± 7.22 aylık izlemlerinde ekokardiyografik olarak sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonları (LVEF) değerlendirilmiştir. Anteroapikal anevrizma 37 olguda (%90.2) ve posterobazal anevrizma 4 olguda (%9.8) saptanmıştır. Endoanevrizmorafi 28 olguda (%68.3), lineer onarım 13 olguda (%31.7) uygulanmıştır. İzlemler ilk 6 ayda poliklinik kontrolleri, daha sonra telefon görüşmeleri ile yapılmıştır. Preoperatif sadece 6 olgu (%14.6) NYHA klas I'deydi, 28 (%68.3) olgu düşük LVEF tedavisine yönelik digoksin kullanıyordu ve ortalama LVEF = %33.39 ± 5.97 idi. Bulgular: Toplam mortalite 2 olgudur (%4.9). Postoperatif 21 olguda (%51.2) 33 komplikasyon gelişmiştir. En sık karşılaşılan 13 olguda (%31.7) gelişen tedavi gerektiren aritmilerdir. Postoperatif izlemlerde yaşayan 39 olgunun (%95.1) 35'i (%89.7) NYHA klas I olarak saptanmıştır. Digoksin kullanımı anlamlı olarak 7 olguya (%17.9) düşmüş, ortalama LVEF %43.31 ± 4.26 olmuştur. LVEF ve fonksiyonel kapasitedeki iyileşme anlamlıdır. Multivaryans analizlerinde, operasyonlarda revaskülarize edilen koroner arter sayısı ( 2) anlamlı bir risk faktörü olarak bulunmuştur (p = 0.0443). Endoanevrizmorafi uygulanan olguların NYHA klasının (1.037 ± 0.192) lineer onarım uygulananlardan (1.33 ± 0.651) daha iyi olduğu gözlenmiştir (p = 0.043). Sonuç: Sol ventrikül anevrizma onarımlarının düşük mortalite ve morbidite oranları ile hemodinamik düzelme sağladıkları, revaskülarize edilen koroner arter sayısı fazlalığının, dolayısı ile multidamar koroner hastalığının önemli bir risk faktörü olduğu ve uzun dönem fonksiyonel kapasitede endoanevrizmorafinin daha verimli olduğu düşüncesindeyiz