8 research outputs found

    Work-related musculoskeletal disorders at two textile factories in Edirne, Turkey

    Get PDF
    Objective: “Work-related musculoskeletal disorders” (WMSDs) is a term used to describe a painful or disabling injury to the muscles, tendons or nerves caused or aggravated by work. WMSDs are preventable or at least can be delayed. The aim of this study to determine the work related musculo-skeletal disorders and risk levels of the these factory workers. Study Design: Cross sectional study. Material and Methods: This is a cross-sectional study conducted at two textile factories in Edirne, Turkey and it involved 381 workers. The questionnaire used for data collection consisted of two parts. The first part described some socio-demographic features, working conditions and health problems of workers in the previous four weeks. In the second part, a Rapid Upper Limb Assessment (RULA) Employer Assessment worksheet was used. Results: In the assessment of the upper limbs of the workers, the arm/wrist score (AWS) is 5.9±1.7 (3-11); neck, trunk, legs score (NTLS) is 5.3±2.5 (3-11); and total score (TS) is 5.5±1.3 (3-7). The ages of the workers are significantly associated with higher RULA scores (r=0.207, p=0.000). AWS, NTLS and TS of the women workers were found to be statistically significantly lower than for the men. Conclusion: Musculoskeletal disorders are a common problem among textile workers. Employers can prevent WMSD hazards by properly designing the jobs or workstations and selecting the appropriate tools or equipment

    Sigara içen ve içmeyenlerin normal görünümlü oral mukozasındaki sitolojik değişikliklerin AgNOR sayımı ve nükleer morfometri ile değerlendirilmesi

    Get PDF
    Amaç: Sigara içen ve içmeyen kişilerde normal oral mukozaya ait epitel hücrelerindeki proliferatif aktivite AgNOR boyama tekniği ve nükleer morfometri ile değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Yaymalar 50-70 yaş arasında sigara içen ve içmeyen, 40’ar hastanın normal görünümlü ağız taban mukozasından elde edildi. İyi tespit edilmiş nükleuslu ilk 50 skuamöz epitel hücresinde AgNOR’lar sayıldı ve bilgisayarlı görüntü analizi ile nükleer alanlar hesaplandı. Bulgular: İstatistiksel olarak sigara içmeyen grupta nukleus başına düşen ortalama AgNOR sayısı (3.47± 0.30) sigara içenlerden daha azdı (4.22±0.39, p<0.001). Ayrıca sigara içenlere ait hücre çekirdeklerinin alan ortalamaları (94.32±10.08) içmeyenlerden daha yüksek bulundu (87±9.4, p<0.05). Beş taneden fazla AgNOR’a sahip olan nukleusların ortalama sayısı sigara içmeyen ve içenlerde sırasıyla %14.6 ve %36.8 olarak bulundu. Sonuç: Bulgularımız sigara içiminin oral proliferatif lezyonların oluşmasında önemli bir risk faktörü olduğunu ve bu lezyonların taranması için oral eksfolyatif sitolojinin tercih edilebilecek bir yöntem olduğunu ortaya koymaktadır.Objectives: We planned this study to evaluate the proliferative activity of the oral mucosal epithelial cells of smokers and non-smokers via nuclear morphometry and AgNOR counts. Patients and Methods: Smears were collected from normal-appearing mouth floor mucosa of 40 non-smokers and 40 smokers between ages of 50 and 70. AgNORs were counted in the first 50 well-fixed, nucleated squamous cells and nuclear areas were calculated via computerized image analyzing system. Results: Statistically mean AgNOR numbers per nucleus in the nonsmoking group (3.47&plusmn;0.30) was lower than the smoking group (4.22&plusmn;0.39, p&lt;0.001), and mean nuclear areas of squamous cells of smokers (94.32&plusmn;10.08) was also significantly higher than non-smokers (87&plusmn;9.4, p&lt;0.05). The mean number of nuclei having more than 5 AgNORs was 14.6% and 36.8% in non-smokers and smokers, respectively. Conclusion: Our results support that smoking is a severe risk factor for oral mucosal proliferative lesions and exfoliative cytology can be the preferred method for screening of oral mucosal lesions

    To confirm and to assess the effect of occupational physical risk factors to the health of the workers

    Full text link
    Araştırma; Edirne'de bulunan bir konfeksiyon işletmesinde İşyeri fiziksel risk etmen-lerini belirlemek, Konfeksiyon işkolunda faaliyet gösteren işletmede risk değerlendirmesi yaparak, çalışma ortamına ilişkin sağlık ve güvenlik riskleri ortaya çıkarmak, İşletmede çalı-şanlara sağlıklı ve güvenli çalışma sağlayabilmek amacı ile yapılmıştır. Bu araştırma, tanımlayıcı-kesitsel tipte bir araştırmadır. İşletme; giriş deposu, kesim-hane, dikim, ütü, leke çıkarma ve depo olmak üzere 6 bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın yapıldığı konfeksiyon işletmesinde fiziksel risk etmenleri değerlendirilmiştir ve işletmenin giriş deposu ve depo bölümleri dışındaki bölümlerde en az bir risk, önemli düzeyde riskli ol-duğu saptanmıştır. İşletmede en önemli sorun tozdur. Dikim bölümünde risk skoru 25 puan olan katlanı-lamaz risk sınıfına giren toz; kesimhane, ütü ve leke çıkarma bölümlerinde, risk skoru 15 ile 20 puan arasında alarak önemli risk düzeyinde olduğu saptanmıştır. İşletmede gürültü, kesimhane, dikim, ütü ve leke çıkarma bölümlerinde, risk skoru 15-20 puan arası alarak önemli düzeyde olduğu görülmektedir. İşletme diğer bir risk aydınlatmadır. Aydınlatma, işletmede, kesimhane, dikim ve leke çıkarma bölümünde risk skoru 15 ile 20 puan arasında alarak önemli risk düzeyinde olduğu saptanmıştır. Sıcaklık ve nem; dikim, ütü ve leke çıkarma bölümlerinde risk skoru 15 ile 20 puan arasında alarak önemli risk düzeyinde olduğu saptanmıştır.The aims of this study were (1) to confirm the occupational physical risk factors, (2) to determine the health effects of them, (3) to do the risk assessment of the physical risk factors, (4) to make a contribution for constituting healthy and safe work conditions. This is a cross-sectional, descriptive study. The confection factory is constituting of 6 departments; entry depot, cutting department, sewing department, ironing department, stain removing and the last depot. The risk factors in all departments were assessed and at least one risk factor was found significantly important in all departments except entry depot and last depot. The most important problem in the factory is dusty environment. Sewing department is the dustiest department but dust is at risky level in all departments. The risk score of noise is at significantly important level in all cutting, sewing, ironing and stain removing departments. Another risk factor is enlightenment. It is determined an important risk factor in cutting, sewing, stain removing departments. Heat and damp is a risk factor in sewing, ironing and stain removing departments

    Edirne’de süpürge üretimi çalışanlarında SO2 etkisinin değerlendirilmesi - 2012/Evaluation of SO2 effetcs among workers of the broom-making business in Edirne-2012

    Full text link
    Özet Amaç: İşyeri ortam havasında bulunan SO2, çalışanların özellikle solunum sistemini etkileyen bir gazdır. Bu araştırma, Edirne’de süpürge üretiminde çalışanların, islemede kullanılan SO2 den etkilenme durumlarını değerlendirmek amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma 2012 Ocak-Şubat aylarında Edirne’de gerçekleştirilmiştir. Oluşturulan veri toplama formu ile süpürgeciler sitesinde çalışan 25 kişiden ve konfeksiyon işinde çalışan 25 kişiden veri toplanmıştır. Demografik bilgiler, solunum sistemi öykü-fizik muayeneleri ve solunum fonksiyon testleri sonucunda elde edilen veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan veri formuna kaydedilmiştir. Kükürt dioksit kullanılarak, isleme ve sarartma işleminin yapıldığı odaların iç ortam havasında ise, GasAlertMicro 5 marka cihaz ile SO2 düzeyi ölçülmüştür. Bulgular: SO2’ye maruz kalan ve kalmayan grupların yaş ortalamaları (sırasıyla 47.6±1.2, 45.2±3.4) ve sigara kullanma oranları (%64, %64) benzer idi (p&gt;0.05). SO2’ye maruz kalanlarda balgam (%32 ve %16, p&lt;0.05) ve öksürük varlığı (%24 ve %12, p&lt;0.05), diğer gruptan anlamlı olarak yüksek bulunurken, zorlu solunum (%20 ve %20, p&gt;0.05) ve patolojik solunum sesi varlığı (% 12 ve % 12, p&gt;0.05) benzer bulunmuştur. Çalışanlarda, solunum fonksiyon testlerinden FEV1, FVC, FEV1/FVC, MEF (FEF25-75%) değerleri, kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük bulunmuştur (hepsi için p&lt;0.05). Sonuç: İsleme odalarında ölçülen SO2 düzeyi DSÖ ve NIOSH standartlarına göre yüksek bulunmuştur. İşyeri ortam havasında izin verilen değerlerin üzerinde bulunan SO2, çalışanların sağlığını, öncelikle de solunum sistemini etkilemektedir. Çalışanlar, bu risk etmeni konusunda bilgilendirilmeli ve korunma yöntemlerine ilişkin olarak eğitilmelidir. SO2’nin yoğun olduğu isleme bölümünde, havalandırma sistemlerinin iyileştirilmesinin yanı sıra, bu bölümde çalışma sırasında, kişisel koruyucu maske kullanılmalıdır. Anahtar kelimeler: İç ortam havası, SO2, süpürge işçileri, solunum fonksiyon testi  Abstract Objective: Sulphur dioxide (SO2,)which is encountered in the ambient air of the working rooms used for making brooms, is a gas that primarily affects the respiratory system of the staff. Method: This study was conducted to investigate the exposure to SO2 which is used in the production process in broom-making in Edirne between January-February of 2012. A questionnaire was applied to 25 broom-makers and to 25 other individuals. The study included demographic data, a history and a physical examination of the respiratory system, and the results of spirometry. The amount of SO2 in the rooms used for the industrial processes were measure by a Gas Alert Micro 5 brand device. Results: The average age of the workers affected by SO2 and of the non exposured group were (47.6±1.2, 45.2±3.4 respectively) and the rates of smoking were (64%, 64%) similar (p&gt;0.05). Differences in sputum levels (32% and 16%, p&lt;0.05) and cough rates (24% and 12%, p&lt;0.05) for the workers and controls respectively were statistically significant; whereas dyspnea (20% and 20%, p&gt;0.05) and pathological respiratory sounds ratios (12% and 12%, p&gt;0.05) were similar. Spirometry findings including FEV1, FVC, FEV1/FVC and MEF (FEF25-75%) were significantly lower for the workers than the control group (p&lt;0.05). Conclusion: SO2 room gas amounts were higher than both WHO and National Institute for Occupational Safety and Health (NIOSH) standards. SO2 gas amounts higher than the standards are harmful especially for the respiratory system of the workers. Workers in this industry should be warned of the potential risks and should be educated. Workers of the complex using SO2 should use masks during working hours and rooms should have efficient air-conditioning. Key Words: Indoor air, SO2, sweeper workers, pulmonary function test  </p

    The role of visceral adiposity index levels in predicting the presence of metabolic syndrome and insulin resistance in overweight and obese patients

    Full text link
    PubMed ID: 30932744Background: To investigate visceral adiposity index (VAI) levels in obese patients with and without metabolic syndrome (MetS) and its relationship with insulin resistance (IR), and define cutoff value of VAI in the determination of patients with MetS and IR. Methods: Aged between 18 and 65, 92 patients with obesity were included. Levels of homeostasis model assessment of IR (HOMA-IR) and VAI were calculated. Results: Of 92 patients, HOMA-IR and VAI levels (P < 0.001 and P < 0.001, respectively) were found to be higher in 41 (44.6%) with MetS. The cutoff value of VAI in predicting MetS was found to be 2.205. The frequency of MetS was seen as 22.2% when VAI was below this value, but if over, was found to be 66%. There was a positive correlation between VAI and HOMA-IR levels. In 36 cases (39.1%) with HOMA-IR (?2.5), VAI was detected to be higher than those without IR, and high-density lipoprotein-cholesterol levels were lower. The cutoff value of VAI in predicting IR was found to be 2.31. While the prevalence of IR was 23.4% in those with VAI of 2.31, IR frequency in patients with equal to or greater than 2.31 was determined as 55%. Conclusion: We found that MetS was present in almost half of overweight and obese individuals, and the cutoff values of VAI in predicting the presence of MetS and IR were 2.205 and 2.31, respectively. Our study was carried out in overweight and obese Turkish individuals, and we consider that further studies including normal weight individuals and larger population are required. © Copyright 2019, Mary Ann Liebert, Inc., publishers 2019

    Sağlık yüksekokulu öğrencilerinin evlilik dışı cinsel ilişki, istemli düşükler ve kontraseptif kullanımı konusundaki görüşleri

    Full text link
    <p><strong>Amaç:</strong> Bu çalışmanın amacı; sağlık yüksekokulu öğrencilerinin evlilik öncesi cinsel ilişki, istemli düşükler ve kontraseptif yöntem kullanımı konusunda görüşlerini belirlemek ve toplumsal değer yargılarını mesleki yaşantılarına yansıtmamaları konusunda farkındalık yaratmaktır. <strong>Yöntem:</strong> Kesitsel olarak planlanan araştırmaya, Mayıs-2008’de Trakya ve Namık Kemal Üniversitesi sağlık yüksek okullarında öğrenim gören toplam 338 ebelik ve hemşirelik öğrencisinin katılmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan 25 maddelik bir soru formu ile toplanmıştır. <strong>Bulgular:</strong> Araştırmaya katılanların yaş ortalaması 20.9±1.6’dır ve %97’si kadındır. Öğrencilerin %66.9’u “evlenmeden önce cinsel ilişkiye girmek yanlıştır”; %63.6’sı “evlilik dışı ilişkiler bizim ahlaki ve kültürel değerlerimizi tahrip ediyor”; %52.1’i “istemli düşük ahlaksal olarak yanlıştır”; yalnızca %2.1’i ise “kontraseptif yöntemler ile ilgili bilgi yalnızca evli çiftlere verilmelidir” önermesine katıldıklarını belirtmişlerdir. <strong>Sonuç:</strong> Geleceğin sağlık çalışanları evlilik dışı cinsel ilişki, istemli düşükler ve kontraseptif kullanımı ile ilgili konularda toplumsal değer yargıları ve mesleki yaklaşımları arasında ikilem yaşamaktadırlar. Evlilik dışı cinsel ilişki ve istemli düşükler ahlaksal olarak yanlış bulunurken; planlanmamış bir gebelik durumunda istemli düşüğün kabul edilebileceğini ve evli olmayan genç kadınların istemli düşük hizmetlerinin, kürtajın fiziksel ve psikolojik sonuçlarını da kapsayacak şekilde verilmesi bu ikilemi açıkça göstermektedir. Sağlık alanında toplumsal değer yargılarının mesleki bağımsızlığı ve tıbbi etik yaklaşımları etkilemesi olasılığını en aza indirmek amacıyla müfredat gözden geçirilmelidir.</p> <p><strong>Anahtar Kelimeler:</strong> Üreme sağlığı hizmetleri, evlilik öncesi cinsel ilişki, ergenler, mesleki tutum, kültürel değerler, ebelik ve hemşirelik eğitimi</p> <p><strong>Opinions of health college students on premarital sex, induced abortions and contraceptive use of young people</strong></p> <p><strong>Objective: </strong>The aim of the study was to investigate the health college students’ opinions towards premarital sexual intercourse, induced abortion, and contraceptive use and to raise awareness about not to pass social and cultural values through to their professional life.<strong>Method: </strong>The cross-sectional study was conducted in Edirne and Tekirdağ health colleges with participation of 338 nursing and midwifery students, in May-2008. A 25 item questionnaire form prepared by researchers was used for collecting data. <strong>Results: </strong>The mean age of the participants is 20.9±1.6 and 97% of them are women. Of the students, 66.9% expressed that “premarital sex is unacceptable in premarital period”; 63.6% “fornication was battered our moral and cultural values”; 52.1% “curettage morally wrong” and only 2.1% of the students said they participated the “only married couples should be enlightened about contraceptive methods” proposition. <strong>Conclusion: </strong>Findings displayed a dilemma of the health professional of the future between society’s condemnation and ethic rules of their profession about premarital sexual intercourse, induced abortions and contraceptive use of unmarried couples. Although most of the students believe premarital sexual intercourse and abortion morally wrong, they said adolescent abortion is acceptable in case of unplanned pregnancy and abortions services for unmarried young women should be comprised the physical and psychological consequences of induced abortions. Midwifery and nursing education should be considered in order to rule out the impact of the cultural values on professional independence and ethical approaches.</p> <p><strong>Key Words:</strong> Reproductive health services, premarital sexual intercourse, adolescents, professional attitude, cultural values, midwifery and nursing education</p><p><strong><span style="text-decoration: underline;"><br /></span></strong></p

    Tularemia seroprevalence in humans in the region of the Hittite-Arzawa War (Inner Aegean Region), where the first biological weapon was used 3300 years ago

    Full text link
    Background/aim: According to Egyptian records, tularemia emerged in the Canaan region, where it was first identified and spread to Anatolia over the Euphrates. It was used as an active biological weapon for the first time in the Hittite-Arzawa War in 1320–1318 BC. This study aimed to investigate the seroprevalence of tularemia in the Inner Aegean Region, which is thought to be the region where this war was fought 3300 years ago. Materials and methods: Tularemia seropositivity in humans was investigated in 27 villages/neighborhoods in 3 districts in each of Manisa, Kütahya, and Uşak provinces. Before the study, the participants were informed about the disease via posters, and their blood samples were taken following filling out the questionnaire. Microagglutination tests were performed using in-house tularemia antigen and V plate for serological experiments. Rose-Bengal test was also performed on seropositive sera. Results: Of the total of 410 people, 226 (55.12%) were male. The mean age of the volunteers was 43.72 years. The highest participation was from Kütahya Province. According to the results of the tularemia microagglutination test, seropositivity was detected in 6 cases. It was determined that all of the seropositive volunteers were in Kütahya. When the tularemia antibody titers were examined, seropositivity was determined at 1/20–1/160 titers. No positivity was detected in the Rose-Bengal test for cross-reaction. Conclusion: Kütahya has been identified as a risky region in terms of tularemia in the Inner Aegean Region. In order to use the resources in the country economically, first of all, the risk areas in terms of tularemia should be determined by serological studies in all regions. In order to increase awareness about the disease, physicians and filiation teams should be trained in risky areas. Surveillance studies should be conducted to identify and monitor possible sources in areas identified as risky
    corecore