142 research outputs found

    Production and characterization of water soluble CdSeTe based core/shell nanocrystals and their applications in bioimaging

    Get PDF
    Thesis (Master)--İzmir Institute of Technology, Chemistry, İzmir, 2009Includes bibliographical references (leaves: 68-72)Text in English; Abstract: Turkish and Englishxiii, 72 leavesIn recent years, nanotechnology has become one of the most intensively studied fields. At the nanometer scale, materials have unique electrical, optical, magnetic and chemical properties. They can be used for a wide variety of applications such as electrooptical devices, tagging and medical applications. The goal of this study was to produce water-dispersible alloyed CdSexTe1-x semiconductor nanocrystals, which are suitable to interact with biomolecules. CdSexTe1-x nanocrystals were synthesized by a single step aqueous synthesis method. Monodisperse, CdSexTe1-x nanocrystals with zinc blende structure were obtained in water. Synthesized nanocrystals emit in the range from 528 nm to 620 nm. CdSexTe1-x nanocrystals have 17% photoluminescence quantum yield, after the CdS shell coating the photoluminescence quantum yield increased up to 22%. MTT test and Trypan Blue tests were used to evaluate the toxicity of CdSexTe1-x nanocrystals. MTT measurements reveal that the MCF7 cancer cells are not affected by the nanocrystals at any dosage and exposure condition, but lethal effects are determined at the concentration of 1.0ug/ml for the PC3 cells. The BEAS 2B cells are very sensitive to the nanocrystals and do not proliferate at concentration of 0.5ug/ml. Confocal microscopy studies show that the nanocrystals has ability to penetrate to the cytoplasm of cells

    An integrated model of supplier selection and inventory planning using fuzzy logic and multi-objective evolutionary algorithms

    Get PDF
    Supplier selection and inventory planning are critical and challenging tasks in supply chain management. There are many studies on both topics and many solution techniques have been proposed dealing with each problem separately. In this thesis, we present a two-stage integrated approach to the supplier selection and inventory planning. In the first stage, in order to get a risk value of each supplier, suppliers are evaluated based on various criteria derived from cost, quality, service and delivery using Interval Type-2 Fuzzy Sets (IT2FSs). In the second stage, the information of supplier rank is fed into an inventory model built to cover the effect of suppliers on the total cost of a supply chain. The proposed model is formulated as single, multi and many-objective optimisation problems, respectively. Firstly, we generated a set of new instances based on a real world problem. Twenty four problem instances are provided as a benchmark for the community. Various metaheuristics, including MOSA (Multi-objective Simulated Annealing) as a single point based search algorithm, NSGA-II (Nondominated Sorting Genetic Algorithm-II), SPEA2 (Strength Pareto Evolutionary Algorithm 2), IBEA (Indicator Based Evolutionary Algorithm) as population based multi-objective algorithms and NSGA-III (Non-dominated Sorting Genetic Algorithm-III) as a many objective algorithm are applied to those integrated supply chain management problem instances. It is a well-known fact that parameter setting is crucial for an improved performance of a metaheuristic. Hence, in order to use each algorithm at its best, we employed the experimental design methodology of Taguchi orthogonal arrays for parameter tuning detecting the best setting for each algorithm. A comparative analysis of multi-objective metaheuristics is provided to find the best performing approach in the second stage. The experimental results show that the proposed two-stage approach is indeed capable of solving the integrated supply chain management problem successfully. NSGA-III as a population based technique outperforms the single point based search approach of Simulated Annealing which aggregates multiple objectives into a single objective and other three population based techniques, NSGA-II, SPEA2 and IBEA. Within the population based approaches, NSGA-II performs the best as a multi-objective algorithm when excluding NSGA-III as a many objective algorithm

    Covid-19 Sürecinde Yazlıkçıların Bulundukları Turistik Destinasyona İlişkin Algıları: Susanoğlu Örneği

    Get PDF
    Dünyada yaşanan Covid-19 süreci küresel çapta büyük değişimlere yol açmıştır. Başta sağlık sektörü etkilenmekle birlikte; ekonomi, ticaret, eğitim, turizm gibi birçok sektör de bu süreçten payını almıştır. Yazlıkçıların Covid-19 sürecinde bulundukları turistik destinasyona ilişkin algılarının belirlenmesi amacıyla yapılan bu çalışma Mersin’in Silifke ilçesine bağlı turistik bir beldesi olan Susanoğlu’nda gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada Susanoğlu’nda dönem dönem bulunan yazlıkçıların bulundukları destinasyonla ilgili olarak Covid-19 döneminde oraya algıları ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda çalışmada yöntem olarak nitel araştırma yöntemlerinden biri olan içerik analizi kullanılmıştır. Kolay ulaşılabilir durum örneklemesi ile Susanoğlu/ Mersin’de Ağustos-Eylül 2021 tarihleri arasında yazlıkçılarla yüz yüze görüşme yapılmıştır. Verilerin kodlanmasında bilgisayar tabanlı nitel analiz programı olan QSR Nvivo 12 kullanılmıştır. Tatilcilere Susanoğlu’nda geçirdikleri süre boyunca Covid- 19’un tatilleri üzerindeki etkilerini içeren ve destinasyonun bu süreçte aldığı önlemlerle ilgili sorular sorulmuştur. Elde edilen sonuçlara göre genel olarak yazlıkçıların, Covid-19 sürecinde normal sürece göre yazlıklarında asıl ikamet adreslerinden daha çok kaldıkları ve merkezi yerleşim yerlerine göre sakin olduğu için burada kendilerini daha güvende hissettikleri tespit edilmiştir. Yazlıkçıların vermiş oldukları cevaplara göre genel olarak maske kullanımı, hijyen ve sosyal mesafe konusunda kurallara uymada yetersiz oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Özellikle sosyal mesafe kurallarına banka, market, cafe, restoran ve pazar yerlerinde yeterince dikkat edilmediği, plajda ise kısmen dikkat edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Genel olarak yazlıkçıların tedirginlik durumu incelendiğinde denize girerken ve plajda tedirgin hissetmedikleri; dışarıda gezerken, pazarda, markette, restoranda, resmi dairelerde, sahil kıyısında tedirgin oldukları tespit edilmiştir. Bu çalışma 24-26 Mart 2022 tarihleri arasında Conference on Managing Tourism across Continents (MTCON’22) kongresinde özet bildiri olarak sunulmuştur

    Evaluation of touristic activities in the framework of humanistic tourism approach: the case of Ankara

    Get PDF
    Bu çalışmada Ankara’nın belli bölgelerindeki turistik değerleri ziyaret eden turistlerin TripAdvisor ve Google Haritalar yorumları incelenerek hangi hümanist turizm kaynaklarından yararlandıklarının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Araştırma verileri, Ankara’nın sahip olduğu ve yerel kültürün yaşatıldığı turistik değerlerden Yaşayan Köy Beypazarı, Ankara Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) Müzesi ve Altınköy Açık Hava Müzesi ele alınarak elde edilmiştir. Verilerin analizinde içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Bu çalışmada, Ankara’nın belirtilen bölgelerinde ziyaretçilerin görüşlerine ilişkin yorumların analizi için en çok tercih edilen kullanıcı tarafından oluşturulan web sitesi TripAdvisor (414 yorum) ve Google Haritalar (10.160 yorum) kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre Yaşayan Köy Beypazarı, Altınköy Açık Hava Müzesi, SOKÜM Müzesi’nin tanıtım ve bilgilendirme dokümanlarında hümanist turizm kaynaklarının ön plana çıkarıldığı tespit edilmiştir. Özellikle geleneksel el sanatları ve geleneksel çocuk oyunları, yöre halkının gerçekleştirdiği eğitici etkinlikler kapsamında üç turistik değerde de yer almaktadır. Üç turistik değerin tanıtım ve bilgilendirme dokümanlarında öne çıkarılan hümanist turizm kaynaklarının benzer şekilde ziyaretçi yorumlarında da ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Ayrıca Yaşayan Köy Beypazarı ve Altınköy Açık Hava Müzesi geleneksel köy özelliklerini taşıdığı ve yerel halkın katılımıyla geliştirildiği için bir tür hümanist turizm kaynağı olarak görülmektedir.In this study, it is aimed to reveal which humanistic tourism resources are used by the tourists visiting the touristic values in certain regions of Ankara by examining their TripAdvisor and Google Maps comments. The research data are obtained by considering the touristic assets of Ankara, Yaşayan Köy Beypazarı, Ankara Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) Museum and Altınköy Açık Hava Museum. Content analysis method is used in the analysis of the data. In this study, TripAdvisor (414 comments) and Google Maps (10.160 comments), the most preferred user-created website, is used to analyze comments on visitors' views in the specified regions of Ankara. According to the results of the research, it has been determined that humanistic tourism resources are highlighted in the promotion and information documents of Yaşayan Köy Beypazarı, Altınköy Açık Hava Museum and Ankara SOKÜM Museum. Especially traditional handicrafts and traditional children's games are included in all three touristic values within the scope of educational activities carried out by the local people. Humanistic tourism resources, which are highlighted in the promotional and information documents of the three touristic values, are also highlighted in the visitor comments. In addition, Yaşayan Köy Beypazarı and Altınköy Açık Hava Museum are seen as a kind of humanistic tourism resource as they are developed with the participation of local people and also have traditional village characteristics

    Dizajn maske za lice s UVC-LED zračenjem i njezina djelotvornost protiv uobičajenih klica

    Get PDF
    During the Covid-19 pandemic, one of the best means of personal protection was using face masks. In this context, the World Health Organization has declared the attempts to produce masks inactivating airborne virus species a welcome initiative. This preliminary study aimed to prove that airborne germs passing through a mask filter cartridge can be destroyed by the rays emitted from UVC LEDs placed in such cartridge. We therefore designed such a face mask and tested the efficiency of UVC LEDs placed in its cartridge against common contaminants, gram-positive Staphylococcus aureus, gram-negative Pseudomonas aeruginosa, and the influenza A/Puerto Rico/8/1934 virus because of its similarity with SARS CoV-2. Eight UVC LEDs with a total power of 75 mW provided sufficient germicidal effect for all three germs. In terms of safety, ozone production released during UVC LED emission was negligible. Our findings are promising, as they show that well-designed UVC-based face masks can be effective against airborne germs, but further research on a greater sample may help us learn more and optimise such face masks.Tijekom pandemije Covida-19 jedan od najboljih oblika osobne zaštite bilo je nošenje maski za lice. U tom je smislu Svjetska zdravstvena organizacija pozdravila pokušaje izrade maski koje ubijaju virusne vrste koje se prenose zrakom. Cilj je ovoga preliminarnog istraživanja bio dokazati da se zrakom nošene klice koje prolaze kroz filtarske uloške mogu uništiti zračenjem UVC ledica smještenih u takve uloške. Stoga smo osmislili masku za lice s tom namjenom i iskušali djelotvornost UVC ledica protiv uobičajenih izvora zaraza: gram-pozitivnoga Staphylococcus aureus, gram-negativnoga Pseudomonas aeruginosa i virusa influence A/Puerto Rico/8/1934 zbog njegove sličnosti s virusom SARS CoV-2. Osam UVC ledica ukupne snage 75 mW iskazale su dovoljan germicidni učinak protiv svih triju klica. U smislu sigurnosti primjene, ozon proizveden tijekom UVC-LED zračenja pokazao se zanemarivim. Naši su rezultati obećavajući jer pokazuju da dobro osmišljene maske za lice s UVC zračenjem mogu biti djelotvorne protiv zrakom nošenih klica, ali će tek daljnja istraživanja na većem uzorku pomoći da doznamo više i usavršimo takve maske za lice

    Akut pulmoner embolide senkopun klinik, görüntüleme ve hemodinamik korelasyonları ve prognostik etkisi: Tek merkezli bir çalışma

    Get PDF
    Background: We aimed to determine the clinical, echocardiographic and hemodynamic correlates of syncope as a presenting symptom in pulmonary embolism and its impact on in-hospital and long-term outcomes. Methods: Between July 2012 and October 2019, a total of 641 patients with PE (277 males, 364 females; median age: 65 years; range, 51 to 74 years) in whom the diagnostic work-up and risk-based management were performed according to the current pulmonary embolism guidelines were retrospectively analyzed. Clinical, laboratory and imaging data of the patients were obtained from hospital database system. Results: Syncope was noted in 193 (30.2%) of patients on admission, and was associated with a significantly higher-risk status manifested by elevated troponin and D-dimer levels, a higher Pulmonary Embolism Severity Index scores, deterioration of right-to-left ventricular diameter ratio, right ventricular longitudinal contraction measures, the higher Qanadli score, and higher rates of thrombolytic therapies (p<0.001) and rheolytic– thrombectomy (p=0.037) therapies. In-hospital mortality (p=0.007) and minor bleeding (p<0.001) were significantly higher in syncope subgroup. Multivariate logistic regression analysis showed that higher Pulmonary Embolism Severity Index scores and right-to-left ventricular diameter ratio were independently associated with syncope, while aging and increased heart rate predicted in-hospital mortality. Malignancy and right-to-left ventricular diameter ratio at discharge, but not syncope, were independent predictors of cumulative mortality during follow-up. Conclusion: Syncope as the presenting symptom is associated with a higher risk due to more severe obstructive pressure load and right ventricular dysfunction requiring more proactive strategies in patients with pulmonary embolism. However, with appropriate risk-based therapies, neither in-hospital mortality nor long-term mortality can be predicted by syncope.Amaç: Bu çalışmada pulmoner embolide başvuru anında senkopun klinik, ekokardiyografik ve hemodinamik korelasyonları ve hastane içi ve uzun dönem sonuçlar üzerindeki etkisi incelendi. Ça­lış­ma pla­nı: Temmuz 2012-Ekim 2019 tarihleri arasında tanı testleri ve risk esaslı tedavisi mevcut pulmoner emboli kılavuzlarına göre yapılan toplam 641 pulmoner emboli hastası (277 erkek, 364 kadın; ort. yaş: 65 yıl; dağılım, 51-74 yıl) retrospektif olarak incelendi. Hastaların klinik, laboratuvar ve görüntüleme verileri hastane veri tabanı sisteminden elde edildi. Bulgular: Başvuru anında hastaların 193’ünde (%30.2) senkop belirlendi ve artmış troponin ve D-dimer düzeyleri, yüksek Pulmoner Emboli Şiddet İndeks skorları, sağ-sol ventrikül çapı oranında ve sağ ventrikülün uzunlamasına kontraksiyon ölçümlerinde kötüleşme, yüksek Qanadli skoru ve yüksek trombolitik tedavi (p<0.001) ve reolitik-trombektomi tedavi (p=0.037) oranları ile belirlendiği üzere anlamlı düzeyde daha yüksek risk durumu ile ilişkili bulundu. Hastane içi mortalitesi (p=0.007) ve minör kanama (p<0.001) senkop alt grubunda anlamlı düzeyde daha yüksek idi. Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, yüksek Pulmoner Emboli Şiddet İndeks skorları ve sağ-sol ventrikül çapı oranı senkop ile bağımsız düzeyde ilişkili bulunurken, yaşlanma ve artmış kalp hızı hastane içi mortalitesinin öngördürücüsüydü. Senkop değil fakat malignite ve taburculuk anında sağ-sol ventrikül çapı oranı, takip süresince toplam mortalitenin bağımsız öngördürücüleri idi. So­nuç: Başvuru semptomu olarak senkop, pulmoner embolide daha proaktif stratejiler gerektiren daha şiddetli tıkayıcı basınç yüküne ve sağ ventrikül disfonksiyonuna bağlı daha yüksek risk ile ilişkilidir. Ancak, riske göre uygun tedaviler uygulandığında ne hastane-içi mortalite ne de uzun dönem mortalite senkop tarafından öngörülebilmektedir

    Effects of different phosphorus application on quality of biodiesel in the cultivation of safflower

    Get PDF
    Aspir; Genetik kaynağı Anadolu olan ve Türkiye’de biyodizel üretiminde hammadde olarak kullanılmaya başlanan bir bitkidir. Üretimi giderek artan aspirin, Remizbey 05 ve Balcı çeşitlerinin tarımı yapılmaktadır. Bu çalışmada da farklı fosfor gübrelemesi yapılmış Remzibey 05 ve Balçı çeşitlerinden elde edilen yağlardan biyodizel üretimi yapılmıştır. Bu amaç için önce yağdaki fosfor uzaklaştırılmıştır. Çalışma, tohum ve yağdaki fosfor oranını azaltarak biyodizel üretim maliyetini düşürmeyi hedeflemektedir. Fosfor gübrelemesinde 0, 2, 4, 6, 8 ve 10 kg/ha normları kullanılmıştır. Tohumlardan elde edilen yağların asit kompozisyonu belirlenmiş ve üretilen biyodizelin teknik özellikleri ortaya konulmuştur.Safflower whose genetic origin is Anatolia was forgotten in time; however, it started to attract attention again as a raw material supply when biodiesel was started to be used in Turkey. Thus, its production has increased. The species like Remzibey 05 and Balcı were cultivated. In this study Remzibey 05 and Balcı species safflower oil was extracted from this safflower and biodiesel was produced from this oil. Phosphorus removal process is applied to crude oils used, whether for food or biodiesel purposes. The present study aims to bring the cost of phosphorous removal process down to the lowest levels, a process that has been shown to increase the cost of biodiesel production, by means of decreasing the amount of phosphorus in the seeds of safflower. The safflower plant will be exposed to P2O5 phosphorous in the doses of 0, 2, 4, 6, 8 and 10 kg/ha respectively. Oil acid components and some fuel characteristics of the biodiesel produced were examined.Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü, Proje no: TAGEM-A13P0

    Ses kısıklığının ciddi pulmoner hipertansiyonu olan hastalarda pulmoner arter anevrizması ve sol ana koroner artere dıştan basıyı göstermedeki rolü

    Get PDF
    OBJECTIVE: Pulmonary artery (PA) enlargement is a common finding in patients with severe pulmonary hypertension (PH) and may be associated with extrinsic compression of the left main coronary artery (LMCA-Co) and/or compression of the left recurrent laryngeal nerve resulting in hoarseness named as Ortner syndrome (OS). In this study, we evaluated the diagnostic impact of OS in predicting the PA aneurysm and significant LMCA-Co in patients with PH. METHODS: Our study population comprised retrospectively evaluated 865 with PH confirmed with the right heart catheterization between 2006 and 2022. Patients underwent coronary angiography due to several indications, including the presence of a PA aneurysm on echocardiography, angina symptoms, or the incidental discovery of LMCA-Co on multidetector computed tomography. The LMCA-Co is defined as diameter stenosis ³ 50% in reference distal LMCA segment on two consecutive angiographic planes. RESULTS: The LMCA-Co and hoarseness were documented in 3.8% and 4.3% of patients with PH, respectively. Increasing PA diameter was significantly associated with worse clinical, hemodynamic, laboratory, and echocardiographic parameters. The receiver operating curves revealed that the PA diameter >41 mm was cutoff for hoarseness (AUC: 0.834; sensitivity 69%, specificity 84%, and negative predictive value 98%), and PA diameter >35 mm was cutoff for LMCA-Co >50% (AUC: 0.794; sensitivity 89%, specificity 58 %, and negative predictive value 99%). An odds ratio of hoarseness for LMCA-Co was 83.3 (95% confidence interval; 36.5-190, P < 0.001) with 3.2% sensitivity, 98.7% specificity, and 59% positive and 98% negative predictive values. CONCLUSION: In this study, a close relationship was found between the presence of hoarseness and the probability of extrinsic LMCA-Co by enlarged PA in patients with severe PH. Therefore, the risk of LMCA-Co should be taken into account in patients with PH suffering from hoarseness.Amaç: Pulmoner arter (PA) genişlemesi, şiddetli pulmoner hipertansiyonu (PH) olan hastalarda sık görülen bir bulgu olup Ortner sendromu (OS) adını alarak sol ana koroner arterin (LMCA) dıştan basısı ve/veya sol rekürren laringeal sinirin basısı ile sonuçlanarak ses kısıklığına neden olabilir. Bu çalışmada OS’nin PH hastalarında PA anevrizmasını ve anlamlı LMCA basısını öngördürmede tanısal etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Çalışma popülasyonu, 2006 ve 2022 yılları arasında sağ kalp kateterizasyonu ile doğrulanan PH ile retrospektif olarak değerlendirilen 865 hastayı içermektedir. Hastalara, ekokardiyografide PA anevrizmasının varlığı, anjina semptomları veya çok kesitli bilgisayarlı tomografide tesadüfen LMCA basısı saptanması gibi endikasyonlarla invaziv koroner anjiyografi yapılmıştır. LMCA basısı, ardışık iki anjiyografik düzlemde referans distal LMCA segmentinde %50’nin üzerinde çap darlığı olarak tanımlanmıştır. Bulgular: LMCA basısı ve ses kısıklığı PH hastalarının sırasıyla %3.8 ve %4.3’ünde gösterilmiştir. Artan PA çapı daha kötü klinik, hemodinamik, laboratuvar ve ekokardiyografik parametrelerle anlamlı şekilde ilişkili bulundu. ROC eğrileri, 41 mm ve üzerindeki PA çap artışının ses kısıklığı için sınır değer olduğunu ortaya çıkardı (EAA: 0,834; duyarlılık %69, özgüllük %84, negatif öngörü değeri %98) ve PA çapının 35 mm ve üzerinde olması ise LMCA basısı için sınır değer olarak bulundu (EAA: 0,794; duyarlılık %89, özgüllük %58, negatif öngörü değeri %99). LMCA basısı için ses kısıklığının Odds oranı, %53,2 duyarlılık, %98,7 özgüllük, %59 pozitif ve %98 negatif öngörü değerleri ile 83,3 (%95 Güven Aralığı; 36,5 -190, P < 0,001) bulundu. Sonuç: Bu çalışmada şiddetli PH’lı hastalarda ses kısıklığının varlığı ile genişlemiş PA ile dıştan LMCA basısı olasılığı arasında yakın bir ilişki bulundu. Bu nedenle, ses kısıklığı şikayeti olan PH hastalarında LMCA basısı riski dikkate alınmalıdır

    Evaluation of public’s perception of scar cosmesis after thyroidectomy: Results of a survey of Turkish versus South Korean individuals

    Get PDF
    Purpose: Visible scars on the neck caused by thyroid surgery give rise to significant aesthetic, functional, and psychosocial problems. The objective of this study is to comparatively investigate the public perception of neck scar cosmesis in Turkish and South Korean populations. Methods: This survey was prepared to collect participants’ demographic and socioeconomic data and determine their perception of scar cosmesis on the neck and consisted of 15 questions. One thousand thirty-nine individuals who did not undergo thyroid surgery completed the survey. The P-values of <0.05 were deemed to indicate statistical significance. Results: There were 1,039 respondents, of whom 525 (50.5%) were Turkish and 514 (49.5%) were South Korean. South Korean respondents stated that they would be significantly more uncomfortable with the thought of having a scar due to thyroid surgery, compared to the Turkish respondents (P < 0.001). The South Korean respondents stated that they would be significantly more concerned about the scar’s length, thickness, and darkening color, compared to the Turkish respondents (P < 0.001 for all cases). Conclusion: Patients’ expectations, which are affected by various sociodemographic factors and cultural characteristics, are as important as the medical condition when deciding on the type of thyroid surgery. The study findings clearly indicated that the South Korean population would be significantly more uncomfortable with having a scar on the neck, compared to the Turkish population. Therefore, in selected cases, a scarless thyroidectomy approach, such as transoral endoscopic thyroidectomy, vestibular approach may be preferable for societies like South Korea

    A novel composed index to evaluate the right ventricle free-wall adaptation against ventricular wall stress in acute pulmonary embolism

    Get PDF
    Background: Pulmonary embolism severity index and simplified pulmonary embolism severity index have been utilized in initial risk evaluation in patients with acute pulmonary embolism. However, these models do not include any imaging measure of right ventricle function. In this study, we proposed a novel index and aimed to evaluate the clinical impact. Methods: Our study population comprised retrospectively evaluated 502 patients with acute pulmonary embolism managed with different treatment modalities. Echocardiographic and computed tomographic pulmonary angiography evaluations were performed at admission to the emergency room within maximally 30 minutes. The formula of our index was as follows: (right ventricle diameter × systolic pulmonary arterial pressure-echo)/(right ventricle free-wall diameter × tricuspid annular plane systolic excursion). Results: This index value showed significant correlations to clinical and hemodynamic severity measures. Only pulmonary embolism severity index, but not our index value, independently predicted in-hospital mortality. However, an index value higher than 17.8 predicted the long-term mortality with a sensitivity of 70% and specificity of 40% (areas under the curve = 0.652, 95% CI, 0.557-0.747, P = .001). According to the adjusted variable plot, the risk of long-term mortality increased until an index level of 30 but remained unchanged thereafter. The cumulative hazard curve also showed a higher mortality with high-index value versus low-index value. Conclusions: Our index composed from measures of computed tomographic pulmonary angiography and transthoracic echocardiography may provide important insights regarding the adaptation status of right ventricle against pressure/wall stress in acute pulmonary embolism, and a higher value seems to be associated with severity of the clinical and hemodynamic status and long-term mortality but not with in-hospital mortality. However, the pulmonary embolism severity index remained as the only independent predictor for in-hospital mortality
    corecore