40 research outputs found
CANLI MİMARLIĞIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİNİN TANIMLANMASINDA ENTROPİ YASASININ KULLANILMASI
Günümüzde yanıt veren mimarlık (responsive architecture) anlayışı çağdaş dönem tasarımcıların yeni keşifler yapmak adına eğilim gösterdiği bir tasarım alanıdır. Temel prensibi çevresiyle iletişim halinde olmak olan bu tip mimarilerin tasarım sürecinde canlı nitelik göstermeye başlamasıyla canlıları etkileyen ilkeler ve yasalar tartışma konusu haline gelmiştir. Bu tartışmalardan biri de canlıların yaşamsal devamlılıklarını pozitif veya negatif yönden etkileyen entropi yasasıdır. Bu doğrultuda çalışmanın amacı yanıt veren mimarlık anlayışında gerçekleşen canlılaşma kültürüyle ortaya çıkan canlı mimarlık (living architecture) yaklaşımının teorik çerçevesini oluşturmak adına, yaklaşımı entropi yasasıyla ele almak ve elde edilen kuramsal bilgi içinde temel kavramları ortaya çıkarmaktır. Çalışma bu amaç doğrultusunda canlı mimarlık alanına ait tarihsel gelişimi açıklamış ve entropi yasasına dair tanımlamaları ortaya çıkarmıştır. Çalışmada literatürde var olan anlatılar üzerinden entropi kavramının canlılarda yaratabileceği negatif etkilere tersinir yönden bakarak bu düşünce sisteminin faydacı potansiyelleri canlı mimarlık anlayışı üzerinden yeniden okunmuştur. Çalışmada entropi ve canlı mimarlık arasındaki ilişkisel bağlantıyı ortaya çıkarmak adına mantıksal tartışma yöntemi kullanılmıştır. Canlı mimarlık anlayışında entropi yasasının yeniden okunmasıyla bozulma-çürüme, yıkım, belirsizlik artışı, kontrol kaybı, geçicilik kavramları tanımlanmış, bu kavramların tasarım sürecini pozitif olarak etkileyeceği durumlar değerlendirilmiştir. Elde edilen sonucun gelecek çalışmalarda kuramsal tartışmaları çerçeveleyebileceği ve tasarım sürecinde kullanılan mevcut yöntemleri etkileyebileceği düşünülmektedir
Arayüz Tabanlı Mobil İletişim Çağında Üniversitelerin Mobil Uygulama Arayüz Tasarımları Üzerine Bir İnceleme
Dijital iletişim çağında bilgi ve iletişim teknolojilerinin hızla gelişmesi, ekonomik seçeneklerin artması, insanların interneti ve yeni medyayı aktif bir şekilde kullanmalarına sebep olmuştur. Zamandan ve mekândan bağımsız iletişim ortamı sunan bu teknolojiler gündelik hayatın parçası haline geldikçe mobil araçların kullanımı da artmıştır. Bu sayede genel kullanıcı ihtiyaç duyduğu zamanda, bulunduğu yerden yalnızca bilgiye erişim özgürlüğü kazanmakla kalmamış aynı zamanda ihtiyaç duyduğu pek çok işlemi de yapar hale gelmiştir. Yeni medya teknolojilerinin gündelik hayatın bir parçası olduktan sonra dünyaya gelen yeni nesil için tüm bu uygulamalar doğal olarak hayatın bir parçasıdır ve gündelik işlerini mobil olarak internet üzerinden yapmak öncelikli tercihleridir. Sosyal paylaşım, bankacılık, sağlık ve eğitim, öğretim hizmetlerinde sıklıkla kullanılan mobil uygulamalar çalışanların ve öğrencilerin hayatlarını kolaylaştırmaktadır. Özellikle öğrencilerin eğitim ve öğretim hayatlarında ihtiyaç duydukları bilgilerin kolay erişilebilir olması çok önemlidir. Çoğu üniversitede ihtiyaç duyulan bilgiler web sitesinde bulunsa bile web siteleri her anımızda ya da istediğimiz yerde kullanabileceğimiz işlevsel özellikler de değildir. Mobil uygulamaların işlevselleşmesi ve gelişmeleriyle birlikte öğrenci işleri için ihtiyaç haline gelmiştir. Bu araştırmada, grafik tasarım ve dijital iletişim teknolojisinin ilişkisi araştırılarak, üniversitelerin mobil uygulama arayüz tasarımları, kullanılabilirlik ve erişilebilirlik açısından incelenerek bu tasarımların nasıl kullanıcı dostu ve erişilebilir olması gerektiğine cevap aranmaktadır
Significance of Persistent Cytogenetic Abnormalities on Myeloablative Allogeneic Stem Cell Transplantation in First Complete Remission
AbstractRisk stratification is important to identify patients with acute myelogenous leukemia (AML) who might benefit from allogeneic hematopoietic stem cell transplantation (allo-HSCT) in first complete remission. We retrospectively studied 150 patients with AML and diagnostic cytogenetic abnormalities who underwent myeloablative allo-HSCT while in first complete remission to evaluate the prognostic impact of persistent cytogenetic abnormalities at allo-HSCT. Three risk groups were identified. Patients with favorable/intermediate cytogenetics at diagnosis (n = 49) and patients with unfavorable cytogenetics at diagnosis but without a persistent abnormal clone at allo-HSCT (n = 83) had a similar 3-year leukemia-free survival of 58%-60% despite the higher 3-year relapse incidence (RI) in the latter group (32.3%, versus 16.8% in the former group). A third group of patients with unfavorable cytogenetics at diagnosis and a persistent abnormal clone at allo-HSCT (n = 15) had the worst prognosis, with a 3-year RI of 57.5% and 3-year leukemia-free survival of only 29.2%. These data suggest that patients with AML and unfavorable cytogenetics at diagnosis and a persistent abnormal clone at allo-HSCT are at high risk for relapse after allo-HSCT. These patients should be considered for clinical trials designed to optimize conditioning regimens and/or to use preemptive strategies in the posttransplantion setting aimed at decreasing RI
New approaches in treatment of acute myeloid leukemia
Historically acute myeloid leukemia (AML) treatment was limited to standard intensive induction chemotherapy with a combination of cytarabine and anthracycline for fit patients and non-intensive strategies with hypomethylating agent (HMA) or low dose cytarabine (LDAC). Allogeneic stem cell transplantation has also become an important treatment option that prolongs survival in selected patients. Over the last years with a better understanding of genomic and molecular pathogenesis of the disease, new treatment options have emerged with the contribution of translational studies. Especially less intensive frontline options have expanded. The combination of targeted therapies and standard therapies has helped to overcome treatment resistance and led to prolong survival. In this article, new approaches and especially targeted agents in the treatment of AML are discussed. [Med-Science 2022; 11(2.000): 914-9
sEPCR Levels in Chronic Myeloproliferative Diseases and Their Association with Thromboembolic Events: A Case-Control Study
Objective: Venous, arterial, and microcirculatory events are frequently encountered in the clinical course of essential thrombocytosis and polycythemia vera. We aimed to investigate the levels of soluble endothelial protein C receptor (sEPCR) in myeloproliferative diseases to see whether there was a difference between the patients with and without history of thromboembolism.
Materials and Methods: The study included patients with polycythemia vera (n=12), patients with essential thrombocytosis (n=13), and controls (n=29). In all groups, we measured proteins C and S, antithrombin and sEPCR levels, and plasma concentrations of thrombin-antithrombin complex, prothrombin fragments 1+2, and D-dimer.
Results: Comparing the patients with and without history of thromboembolic attack, statistically significant differences were not observed in terms of sEPCR, D-dimer, thrombin-antithrombin complex, prothrombin fragments 1+2, and hematocrit levels (p=0.318, 0.722, 0.743, 0.324, and 0.065, respectively).
Conclusion: Significant increase in the parameters that reflect activation of coagulation, such as sEPCR, thrombin-antithrombin complex, prothrombin fragments 1+2, and D-dimer, reflects the presence of a basal condition that leads to a tendency toward thrombosis development in ET and PV when compared to healthy controls
Sefamisin C üreticisi Streptomyces clavuligerus'un homoserin dehidrogenaz geninin klonlanması, enzimin karakterizasyonu ve gen blokasyonun antibiyotik üretimine etkisinin incelenmesi
TÜBİTAK SBAG01.07.200
Mercury Toxicity: A Family Case Report
Background: Increased levels of environmental pollution have exposed mankind to foreign matters. In this article, five individuals within the age range of 20 and 54 from the same family, who were poisoned from liquid form mercury, are presented.
Case Report: The first case presented to our clinic with cough, fever, night sweat.The patient with clinical findings of neutropenia, anemia and pneumonia who rapidly developed ARDS and died on the fourth day of hospitalization. Her WBC count: 0.4 (4,3 - 10,3 x 10³ / mm³), Hb: 10.8 (11.5-16.0) g/dL. The second case, presented with bicytopenia 1.3 (4,3 - 10,3 x 10³ / mm³), PLT: 88 x 10³(150– 400 x10³ /mm³). Toxic peripheral neuropathy was identified in both second and third cases. PLT count of third case was 123 x 10³ (150– 400 x10³ /ml). The fourth and fifth cases, presented with fatigue and headache. There were no positive findings in these two patients apart from high levels of mercury in the blood.
Conclusion: With this case presentation involving a family, we describe clinical presentations of varying degrees among individual members of the same family, who were exposed to liquid form mercury through contact and inhalation. We believe that heavy metal exposure should be considered in patients presenting with various symptoms involving several systems including the cardiovascular, respiratory and neurological systems, although heavy metal exposure is rare. Our case differs from others since it involves a family