28 research outputs found
The place of D-dimer and L-lactate levels in the early diagnosis of acute mesenteric ischemia
INTRODUCTION: Acute mesenteric ischemia (AMI) is an abdominal-vascular emergency which is rare and has high mortality rates (60-80 %) due to late diagnosis (1-3). Although it is known that extravascular reasons like intestinal intussusception, volvulus, strangulated hernias and obstructions can cause intestinal gangrene, these are rarely the cause of AMI (1). MATERIALS AND METHODS: In this study, we used male Wistar-Albino rats weighing 250-300 grams obtained from Pamukkale University Experimental Research Laboratory. Animals were exposed to light-dark cycles for 12 hours and had free access to food and water. They were kept in cages for 7 days to stabilise their intestinal flora. In animals of group I, nothing was made other than taking 0.5 ml blood intracardially. In other animals, abdomen was reached with midline laparotomy and superior mesenteric artery (SMA) was located. In group II (operative control group), SMA was isolated and manipulated but was not ligated. In Group III (intestinal ischemia group), SMAwas isolated and ligated with 3/0 silk tie distally to the aorta. After this process, intestinal ischemia was achieved which was confirmed by paleness and pulselessness of intestines, caecum and right colon. Later on, abdomen was closed with double 3/0 polyglactin sutures. At postoperative 1st, 4th and 6th hours 0.5 ml blood was taken intracardially from the animals in groups II and III in order to quantify D-dimer and L-lactate levels. LABORATORY TESTS: D-dimer: Blood samples which were put into tubes containing sodium citrate, were seperated from plasma with centrifugation at 4000 rpm for 7 minutes. L-lactate: Blood L-lactate levels were determined from blood taken into capillary tubes with the help of immobilised enzyme electrode technology using YSI 1500 Sport portative lactate analyzer (Yellow Springs Instruments Inc., Ohio-USA). HISTOPATHOLOGIC VERIFICATION: Two cm long intestinal samples were taken from animals in which SMA was ligated in order to achieve mesenteric ischemia and these samples were fixed in 10 % formol. DISCUSSION: As a result, in rats with SMA occlusion serum D-dimer levels were not increased significantly when compared either in the group or with the basal values of the control group and values in operative control group. Therefore, it is concluded that D-dimer is not a useful marker for early diagnosis of AMI. On the other hand, it is revealed that blood L-lactate levels began to increase significantly following 4th hour of mesenteric ischemia and it is shown that this increase continued at the 6th hour. In addition, considering the utmost importance of the early diagnosis in patients with the clinical suspicion of AMI, L-lactate seems to be a suitable marker to use in emergency departments because it is achieved with a portable device that gives fast and accurate results. Nevertheless, our results are need to be supported by clinical studies with larger patient series (Tab. 2, Fig. 11, Ref. 39). Text in PDF www.elis.sk
İnsan plazma ve serum örneklerinde dokuz analit stabilitesinin değerlendirilmesi ve anlamlı değişim sınırlarının belirlenmesi [Article]
Analiz öncesi değişkenlerle ilgili laboratuvar çalışmaları tüm dünyada hala etkinliğini korumaktadır. Plazma ve serum örneklerinin hücrelerden mümkün olduğu kadar kısa süre içinde ayrılması sonuçların doğruluğu açısından oldukça önemlidir. Hemen çalışılamayacak plazma ve serum örnekleri için en uygun saklama sıcaklıkları 4 ºC veya -20 ºC dir. Çalışmamızda; 9 analitin (glukoz, potasyum, fosfor, total protein, albumin, total kolesterol, trigliserid, AST, ALT) plazma ve serum örneklerinde hücrelerle 48 saat temasından sonra ve hemen santrifüj edilip hücrelerden ayrıldıktan sonra, oda ısısında (25-28ºC) bekletilerek çalışılmasında stabilitesindeki değişimleri saptadık. Ayrıca bu analitlerin stabilitesindeki değişimin klinik yoruma olan etkisini gözlemledik. Sonuç olarak; hücrelerle uzamış temas halinde glukoz, potasyum ve fosforda klinik olarak anlamlı farklılıklar olduğunu saptadık (CLIA 88 kriterlerine göre). Glukozun stabilitesindeki anlamlı değişimlerin 6. saatteki ölçümlerde, potasyum ve fosfor içinse 24. saatteki ölçümlerde ortaya çıktığını saptadık. Bu üç analitin stabilitesinin son derece düşük olduğunu bulduk. Hemen ayrılan örneklerde ise bu analitlerde klinik yorumu etkileyecek düzeyde bir farklılık olmadığını saptadık. Bu da bize göstermektedir ki örneklerimizin bir an evvel hücrelerden ayrılması sonuçların güvenilirliği açısından oldukça önemlidir. İstatistiksel olarak anlamlı farklılık yaratan ancak klinik olarak etkilenmeyen analitler için de daha dikkatli davranılması gerektiğini düşünmekteyiz
Sporcularda ve sedanterlerde serum albümin, ürik asit, kalsiyum, fosfor düzeyleri
Amaç: Bu çalışmada düzenli egzersiz yapan sporcular ile sedanterler arasında serum albumin, ürik asit, kalsiyum (Ca+2) ve inorganik fosfor düzeyleri açısından fark olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma son üç yıldır düzenli olarak egzersiz yapan ve haftada en az 3 gün olmak üzere son 3 ay süresince art arda ikiden fazla günü egzersiz yapmadan geçirmeyen 18-23 yaş grubundaki 13 erkek ve 12 kız (sporcu grubuna) ve aynı yaş grubunda ve sporcu grubu ile benzer vücut kütlesine sahip 13 erkek ve 12 kız sedanter (kontrol grubu) üzerinde yapıldı. Serum albumin, ürik asit, iyonize kalsiyum (Ca+2) ve inorganik fosfor seviyeleri saptandı. Bulgular Student'ın t testi ile değerlendirildi. Bulgular: Kızlarda serum Ca*2 düzeyleri sporcu grubunda sedanter gruba göre anlamlı olarak daha düşük bulundu. Ölçümü yapılan diğer parametreler için ise anlamlı fark yoktu. Sonuç: Kız sporcularda serum kalsiyum düzeylerinin sedanterlere göre daha düşük olması sporcuların düşük vücut kütlesini sağlamak için besin alımlarım sınırladıklayıp yeterli kalsiyum almamasına bağlı olabilir
Sanayide çalışan adolesanlarda viral hepatit A, B ve C seroprevalansı
Hepatit A Virusu (HA V) ile karşılaşma sosyo-ekonomik ve hijyenik koşullara bağlı olarak gelişmekte olan ülkelerde erken yaşlarda olmaktadır. Bu çalışmada sosyo-ekonomik ve hijyenik koşullarının normal populasyona göre daha kötü olduğu düşünülen sanayide çalışan çocuklarda viral hepatit yaygınlığını saptamak amaçlandı. Çocukların sanayide çalışma süreleri ortalama 2.9 ± 1.3 yıl (range 1-6 yıl) idi. Çocuklar yaşlarına göre dört grupta toplandı. Ondört, 15, 16 ve 17yaş gruplarında sırasıyla 17, 33, 48 ve 31 çocuk (yaş ortalaması 15.7 ± 0.9 yıl olan toplam 129 erkek çocuk) vardı. ELISA ile serumda anti-HAV IgG ölçümü yapıldı. Tüm grupta seropozitiflik %86.8 (112/129) bulundu. Yaş gruplarında seropozitiflik sırasıyla %88.2, %90.9, %83.3 ve %87 idi. Hepatit B infeksiyonu yönünden sanayide çalışan adolesanlarda taşıyıcılık oranını ve infeksiyona duyarlı populasyonu saptamak amacıyla yaş ortalaması 15.7 ( 0.9 yıl (range 14-17yıl) olan 124 erkek çocuktan serum örneği elde edildi. ELISA ile HBs Ağ, anti-HBs ve anti-HBc IgG ölçümü yapıldı. Altı çocukta taşıyıcılık (%4.8), 12 çocukta doğal bağışıklık (%9.7) ve 106 çocukta infeksiyona duyarlılık (%85.5) saptandı. Adolesan dönemdeki infeksiyona açık bu çocukların aşılanması gerektiği vurgulandı. Çalışma grubunda anti-HCV pozitifliğine rastlanmadı
Kronik hastalık anemisi ile birlikte olan demir eksikliği anemisinin tanısında, eritrosit ferritininin önemi [Other]
Kronik hastalık anemisi (KHA), demir eksikliği anemisi (DEA)'nden sonra 2.sıklıkla karşılaşılan bir anemidir. Serum ferritini demir depolarının değerlendirilmesinde invaziv olmayan en iyi test olarak kabul edilir. Fakat serum ferritini enfeksiyon, inflamasyon ve neoplazi gibi kronik hastalık durumlarında akut faz reaktanı gibi artış göstererek, demir depolarını yorumlamada hatalara neden olmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda eritrosit ferritininin, serum ferritininin etkilendiği kronik hastalık durumlarından etkilenmeyerek demir depolarının düzeyini gösterebildiği bildirilmektedir. Bu çalışmada KHA olan olgularda demir eksikliğini belirlemede serum ve eritrosit ferritininin klinik geçerlilikleri karşılaştırıldı. Çalışmaya, sedimantasyonu yüksek 32 KHA'li (Hb11.5 g/dl, MCV95 fl) olgu alındı. Kemik iliği aspirasyonunda prusya mavisi boyasıyla demir bulunmayan 16 olgu KHA ile birlikte DEA olarak değerlendirildi. Sedimantasyon düzeyi ile serum ferritini arasında pozitif ilişki olmasına karşın, eritrosit ferritiniyle herhangi bir ilişki görülmemiştir. Kemik iliğinin demir boyası almasıyla eritrosit ferritini arasındaki ilişki, serum ferritiniyle olan ilişkiden daha anlamlı bulundu. DEA'ni belirlemede, eritrosit ferritininin tanı değeri ve duyarlılığının serum ferritininden yüksek, özgüllüğünün ise eşit olduğu saptandı. Sonuç olarak çalışmamızdan elde ettiğimiz bulgular, eritirosit ferritininin KHA ile birlikte olan DEA'ni belirlemede serum ferritininden daha güvenilir ve tek başına tanı koymada yeterli olduğunu göstermektedir
Egzersizin üriner kalsiyum ve fosfor atılımına etkisi
Amaç: Bu çalışma akut egzersizin üriner kalsiyum ve fosfor atılımı üzerine etkili olup olmadığını araştırmak amacıyla planlandı. Yöntem: 41 erkekte üriner kalsiyum ve fosfor atılımı araştırıldı. Bunların 18’i erişkin (yaş 20.9± 2.5 yıl) 23’ü çocuk (yaş 8.5± 0.6 yıl) idi. Kişilerin egzersiz öncesi idrarları alındı ve egzersiz olarak iki saat süreyle fiziksel yetenek testleri uygulandı. Egzersiz uygulanan kişiler bir saat dinlendirildikten sonra tekrar idrarları alınarak kalsiyum ve fosfor seviyeleri ölçüldü. Bulgular: Egzersiz sonrası erişkin erkeklerde üriner kalsiyum atılımı artarken fosfor atılımında bir fark bulunmamıştır. Erkek çocuklarda hem kalsiyum hem de fosfor atılımında bir fark bulunmamıştır. Sonuç: Erişkin erkeklerde egzersiz sonrası üriner kalsiyum atılımı artmaktadır
Obesity is associated with increased serum TSH level, independent of thyroid function
Objective: To reinvestigate the relationship between circulating TSH levels and adiposity in a cohort of obese people, who have normal thyroid function. Methods: Retrospective cross-sectional analysis was carried out on 226 euthyroid obese or overweight female patients. Thirty-nine female lean and euthyroid subjects (BMI ;lt;25 kg/m2) were included in the study group. TSH, free thyroxine (FT4), free triiodothyronine (FT3), fasting plasma levels of insulin and glucose, homeostasis model assessment (HOMA) for insulin resistance (HOMA-IR) and insulin secretion (HOMA-ß cell), body weight, height, body mass index (BMI) and waist circumference were assessed. Results: Serum TSH levels were higher in the obese than in the lean subjects. In the study group (lean and obese subjects), there was a significant positive correlation between serum TSH and body weight (r = 0.231, p ;lt;0.001), BMI (r = 0.270, p ;lt;0.001), waist circumference (r = 0.219, p = 0.001), fasting insulin (r = 0.201, p = 0.002) and HOMA-IR (r = 0.201, p = 0.002); there was no correlation between serum FT4 and any of the parameters. A multivariate linear regression analysis revealed that only BMI (p = 0.012, 95% CI = 0.01-0.08) contributed significantly to the variance of TSH. Conclusions: This study strongly supports existing, but contradictory evidence that serum TSH levels are positively correlated with the degree of obesity and some of its metabolic consequences in overweight people with normal thyroid function