21 research outputs found
Clinical and demographic characteristics of 165 patients with lichen planus
Objective: Lichen planus (LP), is a papulosquamous inflammatory disease, which involves the skin, mucous membranes, nails and scalp. The incidence varies according to geographical regions. In this study, it was aimed to detect the clinical and demographic characteristics of the patients with LP who have been under follow-up at our clinic.
Methods: One hundred sixty five patients, who were diagnosed as LP in our clinic between 2010 and 2013, were enrolled to the study. The age, gender, disease duration, time of onset of disease, characteristics of involvement, associated systemic diseases, laboratory findings and treatment were recorded retrospectively.
Results: In our study, 0.6% of all patients admitted to our clinic were diagnosed as LP. A total of 165 patients included in the study, 92 women (56%) and 73 men (44%), respectively. Patients’ ages ranged 8-78 (mean 44.7±16.7). Disease duration ranged from 1 month to 20 years (mean 15.6±29.7). One hundred thirty four patients (81.2%) had skin involvement, 51 (31%) had oral mucosal involvement, and 15 (9%) had genital involvement. Five (4.5%) of 111 patients with viral hepatitis tests were positive for hepatitis C virus. Hepatitis B virus positivity was seen in 4 (4%) patients.
Conclusion: There is a need for further studies with more patients to better understand the epidemiological, clinical and pathological characteristics of LP. We believe that our study will contribute to the determination of our country’s data
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Polikliniği'ne 2008 Temmuz ayı içerisinde başvuran hastalarda pruritus prevalansı
Amaç: Bu çalışmanın amacı, dermatoloji kliniğine başvuran hastalar arasında pruritus prevalansının değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya 2008 Temmuz ayı boyunca dermatoloji polikliniğine başvuran yedi yaşından büyük toplam 521 hasta (ort. yaş 35.7±18.3; dağılım 7-96) alındı. Hastaların tümüne demografik ve klinik verilerle ilgili anket formu dolduruldu. Son bir hafta sürecinde mevcut deri hastalıklarında az ya da çok kaşıntısı olanlar pruritik olarak kabul edildi. Dermatolojik tanılar Uluslararası Hastalık Sınıflandırması'na uygun olarak kaydedildi. Bulgular: Hastalardan 324'ü (%62.2) çalışmaya katılmayı kabul etti. 324 hastanın 194'ü (%59.9) son bir hafta içerisinde kaşıntı tariflemekteydi. Bu hastaların 29'unda (%14.9) dermatit/egzama, 26'sında (%13.4) ürtiker, 21'inde (%10.8) tinea infeksiyonu, 15'inde (%7.7) akne, 14'ünde (%7.2) psoriasis, 31'inde (%16) nedeni bilinmeyen kaşıntı ve 32'sinde (16.5%) diğer dermatolojik hastalıklar saptandı. Sonuç: Çalışmamızda nedeni bilinmeyen pruritus prevalansı yüksek olarak saptanmıştır. Özellikle bu olgular altta yatabilecek sistemik hastalıklar açısından dikkatlice değerlendirilmelidir.Objectives: The aim of the present study was to examine the prevalence of pruritus in patients who presented to the outpatient dermatology clinic with skin diseases. Patients and Methods: A total of 521 patients (mean age 35.7±18.3 years; range 7 to 96 years) over the age of seven who presented to our outpatient clinic during July 2008 were enrolled in the study. All participants completed a specially designed questionnaire on demographic and clinical data. All patients who had felt itchy more or less over the area of their lesions within the past week were determined to be pruritic. The diagnoses were made based on the International Classification of Diseases. Results: Of all patients, 324 (62.2%) agreed to participate in our project. 194 (59.9%) patients reported pruritus within the past seven days. Of these, 29 (14.9%) had a diagnosis of dermatitis/eczema, 26 (13.4%) had urticaria, 21 (10.8%) had tinea infections, 15 (7.7%) had acne, 14 (7.2%) had psoriasis, 31 (16%) had pruritus of unknown origin and 32 (16.5%) had another diagnosis. Conclusion: In this study, the prevalence of pruritus of unknown origin was found to be high. Clinicians should be encouraged to carefully assess pruritus of unknown origin because of underlying systemic diseases
Sympathetic skin response in patients with vitiligo
Amaç: Sempatik deri cevabı (SDC), sudomotor sempatik fonksiyonu değerlendirmek amacıyla kullanılan elektrofizyolojik bir testtir. Bu çalışmanın amacı, vitiligo hastalarında bu test kullanılarak sempatik sinir sistemi disfonksiyonunu değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya jeneralize vitiligo tanısı almış 26 hasta (20 kadın, 6 erkek) ile yaş ve cinsiyetleri uyumlu 23 sağlıklı gönüllü (18 kadın, 5 erkek) alındı. Katılımcıların SDC’ı yarı karanlık bir odada, “supine” pozisyonunda Medelec elektronöromyografi cihazı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 30,6±12,8, kontrol grubunun ise 29,7±10,5 idi. İki grup arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Ortalama latans vitiligo hastalarında 1,48±0,58 ms, kontrol grubunda ise 1,52±0,46 ms olarak bulundu (p=0,944). Ortalama amplitüd ise vitiligo hastalarında kontrol grubuna göre küçük olmakla birlikte fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (sırasıyla, 3,83±2,95 mV ve 5,09±3,60 mV) (p=0,100). Sonuç: Vitiligo hastalığının sempatik deri cevabı üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı tespit edildi.Background and Design: The sympathetic skin response (SSR) is a electrophysiological test used as an index of sudomotor sympathetic function. The aim of this study was to evaluate possible sympathetic nervous system dysfunction in vitiligo patients with the sympathetic skin response. Material and Method: Sympathetic skin response was studied in 26 patients (20 female and 6 male) with clinical definitely generalized vitiligo and 23 healthy controls (18 female and 5 male). This study was performed in a semi-darkened room while the patients were in supine position. SSR recordings in all of the subjects were performed by a Medelec electroneuromyograph. Results: The average age of patients and controls were 30.6±12.8 and 29.7±10.5, respectively. No demographic differences existed statistically between patients and controls (p>0.05). The mean latency of SSR in vitiligo patients [mean SSR latency in patients, 1.48±0.58 ms vs controls, 1.52±0.46 ms (p=0.944)] was not significantly different compared with the controls. The mean amplitude of SSR in vitiligo patients (mean SSR amplitude in patients, 3.83±2.95 mV vs controls, 5.09±3.60 mV) was smaller compared with the controls, but this difference was not significant (p=0.100). Conclusion: We conclude that vitiligo has no significant effect on the sympathetic skin response
Genotyping of cutaneous leishmaniasis cases detected before and after migration with real-time polymerase chain reaction in Hatay
Amaç: Türkiye’de Kutanöz Leishmaniasise (KL) sebep olan türler Leishmania tropica (L. tropica) ve Leishmania infantum’dur (L.infantum). Suriye’den diğer ülkelere 2011 yılındaki iç karışıklıktan dolayı büyük bir göç olmuştur. KL’nin endemik olduğu Suriye’dendiğer ülkelere olan göçün, KL olgu sayısını ve tür çeşitliliğini etkilediği düşünülmektedir. Çalışmada, arşivde yayma preparatlarıbulunan KL pozitif, göç öncesi ve sonrası Türk hasta ve importe (Suriye’li) hastalara ait örneklerin tiplendirilmesi ve Hatay’dakigöç öncesiyle sonrasındaki KL tür farklılığının ortaya konulması amaçlanmıştır.Yöntemler: Çalışmaya arşivde bulunan, dermal kazıntıdan yayma preparatı hazırlanmış, Giemsa boyalı ve mikroskop inceleme ilepozitifliği saptanan toplam 150 hastaya ait (Göç öncesi 50 Türk hasta, göç sonrası 50 Türk hasta ve Suriye’li 50 hasta) preparatlardahil edilmiştir. Seçilen preparatların DNA izolasyonu yapılmış ve tür tayini için ITS-1problu GZ-PZR analizi yapılmıştır.Bulgular: Göç öncesi Türk hastalara ait örneklerin 40’ında L.infantum/donovani (%80), 8’inde L. tropica (%16), 2’sinde L.major(%4) saptanırken, göç sonrası Türk hastalara ait örneklerin ise 28’inde L. infantum/donovani (%56), 3’ünde L. major (%6), 19’undaL. tropica (%38) tespit edilmiştir. Suriye’li hastalara ait örneklerin 2’sinde L. infantum/donovani (%4), 1’inde L. major (%2) ve47’sinde ise L. tropica (%94) saptanmıştır.Sonuç: Hatay’da göç öncesi yerli olgularda çoğunlukla KL’ye neden olan türün L. infantum/donovani olduğu gözlemlenirken, göçsonrası yerli olgularda L. tropica’nın artma eğiliminde olduğu, L. major’a ise geçmiş yıllara göre daha çok rastlandığı görülmektedir.Hatay’a gelen Suriye’lilerin KL etkeni olan Leishmania türlerinde çeşitliliğe neden olabileceği ve konu üzerinde daha ileriaraştırmaların yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.Objective: Leishmania tropica (L. tropica) and Leishmania infantum (L. infantum) are the species causing cutaneous Leishmaniasis (CL) in Turkey. There was a wave of immigration due civil war in Syria in 2011. Migration from Syria, where CL is endemic, to other countries is thought to affect the number of CL cases and species diversity. The aim of the study was to typify the samples of CL positive, pre-migration and post-migration Turkish patients and importe (Syrian) patients whose smears were found in the archive and to reveal the difference of CL species before and after migration in Hatay. Methods: Smears of a total of 150 patients (50 Turkish patients before migration, 50 Turkish patients after migration and 50 Syrian patients) which had been prepared with dermal scraping, stained with Giemsa and determined as CL positive by microscope examination were included in the study. DNA isolation of selected preparations was performed and GZ-PZR analysis with ITS1probe was performed for species determination. Results: L. infantum/donovani was detected in 40 (80%), L. tropica in 8 (16%), and L. major in 2 (4%) of the samples belonging to pre-immigration Turkish patients. L. infantum/donovani was detected in 28 (56%), L. major in 3 (6%) and L. tropica in 19 (%38) of the samples belonging to post-immigration Turkish patients. L. infantum/donovani was detected in 2 (4%), L. major in 1 (2%) and L. tropica in 47 (94%) of the samples belonging to Syrian patients Conclusions: It was observed that in local cases in Hatay before immigration, L. infantum/donovani was the common species that caused CL and that after immigration L. tropica began to raise and that L. major was more encountered than before. It was concluded that Syrians coming to Hatay may have caused diversity in the Leishmania species which were the causative agents of CL, and that further research was needed on the subject
The evaluation of quality of life of patients with seborrheic dermatitis
Amaç: Seboreik dermatit üzerinde sarı yağlı skuamların olduğu eritematöz plaklarla karakterize sık görülen bir hastalıktır. Hastalığın kronik seyri, düzelme ve alevlenme dönemleri göstermesi ve henüz etkili bir tedavi yönteminin olmaması nedeniyle hastaların yaşam kalitesinde bozulmaya neden olabilir. Bu çalışmada seboreik dermatitin hastaların yaşam kalitesine olan etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya seboreik dermatit tanısı alan 65 hasta alınmıştır. Hastalardan HAD, Skindex-29 ve DLQI formlarını doldurmaları istenmiştir. Verilerin istatistiksel analizinde Kolmogorov Smirnov normal dağılıma uygunluk testi, korelasyon, ki kare ve Kruskal Wallis testleri kullanıldı. Analizler SPSS for Windows v. 11.5 paket programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Hastaların DLQI puanları ile HAD-A ve HAD-D puanları arasında orta derecede pozitif korelasyon saptanırken Skindex-29 puanları ile arasında güçlü pozitif korelasyon saptanmıştır. Seboreik dermatit hastaların emosyonel durumu olumsuz yönde etkilemektedir (p<0.05). Sonuç: Seboreik dermatit yaşam kalitesini olumsuz olarak etkilemekte ve seboreik dermatite bağlı yaşam kalitesindeki bozulma ne kadar büyükse anksiyete ve depresyon düzeyi de o kadar büyük olmaktadır.Objective: Seborrheic dermatitis is a common disease characterized by the presence of erythematous plaques with oily-yellow desquamation. The chronic nature of disease, periods of remission and exacerbation and lack of efficient treatment modalities may cause impairment of quality of life of the patients. The aim of the study was to evaluate the effect of seborrheic dermatitis on the quality of life of the patients. Methods: Sixty-five patients with seborrheic dermatitis were enrolled the study. Patients were asked to fill HAD, Skindex-29 and DLQI. Kolmogorov Smirnov, correlation, chi square and Kruskal Wallis were used in statistical analyses. All analyses were performed using SPSS for Windows v 11.5. Results: DLQI scores were moderately positive correlated with HAD-A and HAD-D scores, while strongly positive correlated with Skindex-29 scores. Seborrheic dermatitis negatively impact emotional condition of patients (p<0.05). Conclusion: Seborrheic dermatitis negatively affects quality of life, and the greater the impairment of quality of life due to seborrheic dermatitis, the greater the level of anxiety and depression
Scleredema diabeticorum partially treated with low-dose methotrexate : A report of five cases
Skleredema nadir görülen skleroderma-benzeri bir grup konnektif doku hastalıklarından biridir. Bilinen küratif bir tedavisi olmamakla birlikte literatürde birçok tedavi şekli bildirilmiştir. Burada düşük-doz metotreksate tedavisine kısmen cevap veren 5 olgu sunulmaktadır. Tüm hastalar aynı zamanda tip II diyabetes mellitus hastası idi. Tüm hastalara 3 ay süre ile subkutan yolla 15mg/hafta metotreksate tedavisi verildi. Tüm hastalaradan tedavi öncesi ve tedavi sonrası biyopsi alınarak karşılaştırıldı. Tüm hastaların bu tedaviye kısmen cevap verdiği histopatolojik olarak gösterildi. Sonuç olarak, düşük doz metotreksate tedavisi skleredema için alternatif bir tedavi metodu olabilir.Scleredema is a rare connective tissue disorder that belongs to a group of scleroderma-like disorders. Although no known curative therapy exists, various specific treatments have been proposed in the literature. In this report, we describe five cases of scleredema partially treated with low-dose methotrexate therapy. All patients have diabetes mellitus type II. All patients were started on methotrexate 15 mg subcutaneously once weekly for 3 months. Biopsy specimens were taken from all patients and were examinated histologically before the treatment and after 3 months of treatment. All cases partially responded to low-dose methotrexate therapy. We believe that methotrexate therapy may be an alternative therapeutic options in scleredema in view of its efficacy
Cutaneous leishmaniasis and its status in Hatay province, Turkey
AMAÇ: Yurdumuzda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Çukurova yöresinde endemik olarak görülen kutanöz leishmaniasis (KL) yıllardır önemini koruyan bir halk sağlığı problemidir. Çalışmada 2006-2011 yılları arasında Hatay İl Sağlık Müdürlüğü ve Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarı verilerinin birlikte analizi ile Hatay ilinde KL olgularının ve odaklarının belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEMLER: Parazitoloji Laboratuvarına Ocak 2006-Temmuz 2011 tarihleri arasında farklı polikliniklerden KL şüphesiyle başvuran 596 hastadan smear örnekleri alınmıştır. Ayrıca lezyonun süresi, sayısı, yeri, hastanın yaşı ve yerleşim yerini (ilçe ve köy olarak) içeren bilgi formları doldurulmuştur. KL şüpheli lezyonlardan smear yapılarak, Giemsa boyası ile boyanmış, 100X immersiyon objektifi ile mikroskop incelemesi yapılarak parazitin amastigot formu görünen olgulara pozitif KL tanısı konmuştur. İstatistiksel yöntemlerde ki kare testi kullanılmıştır. BULGULAR: İncelenen 596 olgudan 273 (%45,8)’ü KL açısından pozitif bulunmuştur. Pozitif olguların 139 (%50,9)’u kadın, 134 (%49,1)’ü erkek hastadır. Olguların 39 (%14,3)’unda birden fazla lezyona rastlanmıştır. Lezyonun kadınlarda baş-boyun ve gövde kısmında daha çok (p=0,036, p=0,240) erkeklerde bacakta daha fazla olduğu (p=0,014) saptanmıştır. KL tanısı konan yaş gruplarının 0-12 yaş 73 (%26,7) ve 13-24 yaş arasında 89 (%32,6) kişi olduğu, lezyon süresinin çoğunlukla 0-6 ay arasında bulunduğu saptanmıştır. Hatay İl Sağlık Müdürlüğü’ne 2006-2011 yılları arasında yapılmış tüm bildirimler incelenmiş, Mustafa Kemal Üniversitesi Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarından yapılan bildirimler dışındaki hastaların kayıtları da incelenmiştir. Toplam 269’u erkek, 266’sı kadın hasta olmak üzere 535 hasta belirlenmiştir. İl Sağlık Müdürlüğü verilerinde yaş, cinsiyet, yaşadığı ilçe yanısıra hastanın kliniğinin değerlendirildiği gözlemlenmiştir. SONUÇ: Hatay’da önceki yıllara göre KL’nin yeni enfeksiyon odaklarının varlığı tespit edilmiştir. Bu odakların Hassa, Samandağı ve Altınözü ilçelerinde ve özellikle Suriye sınırına çok yakın olan köylerde olmasının Hatay’da olgu sayısını daha da artırabileceğini düşündürmektedir. Bu nedenle KL saptanan ilçe ve köylerde düzenli aralıklarla tarama yapılması, kayıtların düzenli tutulabilmesi ve tedavilerinin sağlanması için İl Sağlık Müdürlüğü ile birlikte tanı ve tedavi konusunda eğitimler verilmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır.OBJECTIVE: Cutaneous leishmaniasis (CL), which is endemic in the South-East Anatolia and Cukurova areas, has been an important public health problem for years. This study is an: analysis of Mustafa Kemal University, Research Hospital, Parasitology Laboratory and Hatay Provincial Health Directorate’s data collected between years 2006-2011, to determine more recent cutaneous leishmaniasis sources in Hatay province and reasons for this increasing trend. METHODS: Smear samples were collected from 596 patients who applied to the Parasitology Laboratory in between January 2006-July 2011. Information forms including the lesion’s duration, number, location (as providence and village), patient’s age and location have been filled. In cases suspected of cutaneous leishmaniasis, a smear was performed, stained with Giemsa and microscopy examination was performed with 100X immersion objective. Positive CL recognition was placed on cases when the amastigot form of parasite was observed. Ki square test was used for statistical analyses. RESULTS: Two hundred seventy three cases of 596 patients (45.8% of patients) were found to be CL positive. One hundred thirty nine (50.9%) of positive cases were female and 134 (49.1%) of positive cases were male. Thirty nine (14,3%) of 273 positive cases have more than one lesion. The lesion locations of head, neck and trunk were most commonly involved among women (p=0,036, p=0,240), on the other hand leg was most common side on men (p=0,014). CL commonly observed at ages between 0-12 in 73 (26.7%) cases, and ages between 13-24 in 89 (32.6%) cases. Most of the lesion durations were between 0-6 months. All the cases notified to Hatay Provincial Health Directorate between years 2006- 2011 were assessed except the cases belong to Mustafa Kemal University, Research Hospital, Parasitology Laboratory. Total of 535 patients (269 men, 266 women; including our patients) were notified. It is noticed that Provincial Health Directorate’s data includes only age, gender, year and town and also clinical features of the patient CONCLUSION: In Hatay, unlike previous years, presence of new CL focal points were observed. These cases are concentrated at Hassa, Samandağı and Altınözü towns and particularly at regions very close to Syrian border. These locations could be the reasons for increased number of CL cases. For this reason performing periodical screenings at the provinces and towns where CL was diagnosed should be realized. Moreover, giving seminars and educational sessions were planned in collaboration with Hatay Provincial Health Directorate
Serum high sensitivity c reactive protein and homocysteine levels in patients with mild to moderate psoriasis
Amaç: Psoriyazisin artmış kardiyovasküler risk profili ile ilişkisi bildirilmiştir. Yüksek sensitif C reaktif protein (hs-CRP) ve homosistein (Hcy) sonradan gelişebilecek kardiyovasküler olay riskini gösterebilen kanıtlanmış güncel biyolojik göstergelerdir. Bu çalışmanın amacı hafif ve orta şiddetli psoriyazis hastalarında hs-CRP, Hcy ve folik asit düzeylerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Elli bir ardışık hafif ya da orta şiddette psoriyazis vulgaris, yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 32 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Serum Hcy düzeylerini etkileyebilecek faktörler ekarte edildikten sonra hs-CRP, Hcy ve folik asit düzeylerini saptamak için kan örnekleri alındı. Ek olarak lipid düzeyleri de ölçüldü. Bulgular: Psoriyazis hastalarının ortalama Hcy değerleri kontrollerle karşılaştırıldığında anlamlı olarak yüksekti (p=0,001). Psoriyazisli hastalarla kontroller arasında hs-CRP ve folik asit düzeyleri açısından anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Total kolesterol (TC) yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol (HDL C) oranı psoriyazisli hastalarda kontrollere göre anlamlı derecede yüksekti (p=0,044). Psoriyazis hastalarında Hcy düzeyleri ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki mevcuttu. Psoriyazis hastalarında hs-CRP değerleri vücut kitle indeksi (BMI) ve TC ile anlamlı pozitif korelasyon gösterdi (p<0,05). Sonuç: Hafif ya da orta şiddetteki psoriyazis hastaları ile kontroller arasında serum hs-CRP ve folik asit düzeyleri açısından anlamlı farklılık gözlenmedi. Ancak psoriyazis hastalarında serum Hcy düzeylerinde artış ve folik asit düzeyleriyle ters korelasyon izlendi. Bu biyolojik göstergeler psoriyaziste aterosklerotik riskin değerlendirilmesinde ek bilgi sağlayabilir.Background and Design: Psoriasis has been reported to be associated with increased cardiovascular risk profile. High sensitivity C reactive protein (hs-CRP) and homocysteine (Hcy) have been demonstrated to be novel biomarkers for subsequent cardiovascular events. The aim of the present study was to examine hs-CRP, Hcy and folic acid levels in patients with mild to moderate psoriasis vulgaris. Material and Method: Fifty one consecutive patients with mild to moderate psoriasis vulgaris and thirty two sex- and age-matched healthy controls were included in this study. After excluding factors that may affect serum Hcy levels, blood samples were obtained for hs-CRP, Hcy and folic acid determination. Lipid levels were also evaluated. Results: The mean Hcy values of the psoriasis patients was significantly higher, compared with the controls (p=0.001). There were no significant difference in hs-CRP and folic acid levels between psoriasis patients and controls (p>0.05). The total cholesterol (TC) high density lipoprotein cholesterol (HDL C) ratio was significantly higher in patients with psoriasis than in controls (p=0.044). There was a significant relationship between Hcy level and sex in psoriasis patients. The hs-CRP values had significant positive correlation with body mass index (BMI) and TC in psoriasis patients (p<0.05). Conclusion: Serum hs-CRP and folic acid levels did not show any significant difference between patients with mild to moderate psoriasis and controls. However, serum Hcy levels increased and inversely correlated with folic acid levels in psoriasis patients. These biomarkers could provide additional information in the evaluation of the atherosclerotic risk in psoriasis