58 research outputs found
Subkutan heparin uygulamasında ilacın veriliş süresinin ekimoz, hematom ve ağrı üzerine etkisinin incelenmesi
Araştırma, subkutan heparin uygulanan hastalarda ilacın farklı sürelerde verilmesinin ekimoz, hematom ve ağrı oluşumuna etkisini saptamak amacı ile yapılmış klinik deneysel bir çalışmadır. Araştırma 01.03.2003 ile 01.05.2004 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Kardiyoloji, Ortopedi ve Nöroloji kliniklerinde uygulanmıştır. Araştırmanın örneklemini “olasılıksız örnekleme tekniği” ile belirlenen ve araştırmaya katılmayı kabul eden 50 hasta oluşturmuştur. Örneklemdeki her hasta aynı zamanda hem kontrol ve hem de uygulama grubunu oluşturmuştur. Heparin enjeksiyonunda ilaç karın bölgesinde göbek çukurunun sağ tarafına 10 saniyede, sol tarafına 30 saniyede verilmiştir. İlacın 10 saniyede verildiği bölgeler kontrol grubunu, 30 saniyede verildiği bölgeler uygulama grubunu oluşturmuştur. Veriler gözlem, görüşme, elle muayene ve ölçme yöntemleriyle toplanmıştır. Heparin uygulanan bölgede görülen ekimoz ve hematomun büyüklüğünün ölçümünde şeffaf ölçüm aracı, ağrı şiddetinin ölçümünde Görsel kıyaslama Ölçeği, ağrı süresinin ölçümünde saniyeli saat kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Ki-kare, Pearson Korelasyon, Mann Whitney U testi ve Wilcoxon Signed Range testi kullanılmıştır. Araştırma Sonucunda: Hastaların yaş ortalamasının 55.52 ± 12.37 olduğu, %50ʼsinin kadın olduğu, %40ʼına Clexane preparatı, %60ʼuna Fraxiparine preparatı uygulandığı, %50ʼine 0.3 ml heparin uygulandığı, % 50ʼsinin heparinden başka oral olarak antikoagülan ilaç aldığı, %72ʼsinin herhangi bir kronik hastalığının olmadığı, trombosit sayıları ortalamasının 263 480 ± 50.90 / mm³ olduğu, subkutan doku kalınlığı ortalamasının 2.77 ± 0.68 cm olduğu belirlenmiştir. Kontrol grubunda hematom gelişme oranı %2, ekimoz gelişme oranı %64, ekimoz büyüklüğü ortalaması 48. saatte 109.2 mm², 72. saatte 110.1 mm² olarak saptanmıştır. Kontrol grubunda ağrı şiddeti ortalaması 2.06, ağrı süresi ortalaması 79.56 saniye olarak belirlenmiştir. Uygulama grubunda hematom gelişme oranı %2, ekimoz gelişme oranı %42, ekimoz büyüklüğü ortalaması 48. saatte 18.76 mm², 72. saatte 21.72 mm², olarak saptanmıştır . Uygulama grubunda ağrı şiddeti ortalaması 1.39, ağrı süresi ortalaması 48.18 saniye olarak belirlenmiştir. Cinsiyetin kontrol grubunda ekimoz gelişimi üzerinde etkili olduğu (p<0.05), kronik hastalığın olması durumunun ağrı süresi üzerinde etkili olduğu (p<0.05), uygulanan heparin preparatının ve uygulanan ilaç volümünün ağrı üzerinde etkili olduğu saptanmıştır (p<0.05). Subkutan heparin uygulamasında ilaç 30 saniyede verildiğinde 10 saniyede verilmesine göre daha az oranda ekimoz geliştiği (p<0.05) ve gelişen ekimozların daha küçük olduğu (p<0.05) saptanmıştır. İlaç 30 saniyede verildiğinde 10 saniyede verilmesine göre ağrı şiddetinde (p<0.001) ve ağrı süresinde (p<0.001) azalma olduğu saptanmıştır. Sonuçlar doğrultusunda uygun önerilerde bulunulmuştur
Hemşirelik öğrencilerinin ilk klinik deneyim sırasındaki stres düzeylerinin incelenmesi
Aim: The aim of this study was to determine the level of stress of nursing students during their first clinical experience. Method: This descriptive study was performed in a nursing school which provides education to university degree level in Izmir, during the period March-June, 2011. Students accepted into the study were sophomore students studying in this nursing school, who were participating in clinical practice for the first time and were willing to participate in the study. A clinical stress questionnaire was used in the study to determine the stress levels of the students. This is a questionnaire designed to measure the emotions students feel during their first clinical experience. The data of the study was collected at the end of the first week in which the students started their clinical practice. Numerical and percentage distributions, Student t-test and Pearson corelation analysis were used in the evaluation of the data. Results: It was found that the students experienced a moderate level of stress during their first clinical experience and courage was the subgroup from which students experienced the most stress. On the other hand, it was found that, from among the stress factors that students identified, clinical nurses and lecturers took the first two places. Conclusion: As a result, it can be said that the level of stress of the nursing students was moderate during the first clini- cal practice, and the most important factors causing the stress were the clinic nurses and lecturers.Amaç: Bu çalışmanın amacı hemşirelik öğrencilerinin ilk klinik deneyim sırasındaki stres düzeylerinin belirlenmesidir. Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan bu çalışma Mart - Haziran 2011 tarihleri arasında, İzmir ilinde lisans eğitimi veren bir hemşirelik okulunda yapıldı. Araştırmanın yapıldığı hemşirelik okulunda eğitim gören ve ilk kez klinik eğitime başlayan ve araştırmaya katılmayı kabul eden ikinci sınıf öğrencileri araştırmaya alındı. Araştırmada öğrencilerin stres seviyesinin belirlenmesinde “Klinik Stres Anketi” kullanıldı. Klinik Stres Anketi, hemşirelik öğrencilerinin ilk klinik deneyim sırasında yaşadıkları duyguların ne olduğu ve bunları ölçmeyi amaçlayan bir ankettir. Araştırma verileri öğrencilerin klinik eğitime başladığı ilk haftanın sonunda toplandı. Verilerin analizinde sayı, yüzdelik dağılımlar, Student t-testi ve Pearson korelasyon analizi kullanıldı. Bulgular: Hemşirelik öğrencilerinin ilk kez klinik uygulama sırasında orta düzeyde stres yaşadıkları ve en fazla stresin cesaret duygusu alt boyutunda yaşandığı bulundu. Bununla birlikte öğrencilerin bildirdiği stres faktörleri arasında klinik hemşirelerinin ve öğretim elemanlarının ilk iki sırada yer aldığı saptandı. Sonuç: Hemşirelik öğrencilerinin ilk klinik uygulama sırasında orta düzeyde stres yaşadığı, klinik hemşirelerinin ve öğretim elemanlarının en fazla strese neden olan etmenler arasında yer aldığı söylenebilir
An Investigation of Nursing Students’ Awareness of Evidence-Based Nursing Practices
Amaç: Bu çalışma hemşirelik son sınıf öğrencilerinin kanıta dayalı uygulama ile ilgili farkındalıklarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın örneklemini İzmir ilinde bulunan bir hemşirelik fakültesinde Kasım 2017 – Mart 2018 tarihleri arasında entegre sistem ile öğretim gören 188 4.sınıf öğrencisi oluşturmuştur. Veriler, öğrencilerin kanıta dayalı hemşirelik uygulamalarına ilişkin bilgi düzeylerini ölçen 20 soruluk bir anket formu aracılığıyla toplanmıştır. Verilerin analizi için sayı ve yüzdelik dağılımlar ortalama ve standart sapma kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmadaki öğrencilerin %53.7’sinin KDU hakkında eğitim aldığı, %86.2’sinin KDU hakkında eğitime ihtiyacı olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin %67’sinin lisans eğitimleri süresince derslerde KDU hakkında bilgi sahibi olduğu ve hemşirelikte kullanılan Joanna Briggs Enstitüsü kanıt düzeyi sınıflamasını örneklemin yalnızca %1.2’sinin doğru sıralandırdığı tespit edilmiştir. Sonuç: Hasta bakım sonuçlarında hemşirelik bakımının kalitesini artırmak, bakımı standardize etmek ve hasta memnuniyetini arttırmak; lisans müfredatlarında KDU’ya daha fazla yer verildiğinde, eğitim bu uygulamalarla paralel yürütüldüğünde mümkün olacaktırAim: This study was carried out to evaluate the senior nursing students’ awareness of evidence-based nursing practices. Method: the sample of the research comprised 188 senior students who were educated in an integrated system between November 2017 and March 2018 in a nursing faculty located in the İzmir province. Data were collected by a twenty-item questionnaire that measures students’ knowledge of evidence-based nursing practices. Number and percentage distributions and mean and standard deviation were used to analyze the data. Findings: of the students in the study, 53.7% were trained in evidence-based practice (EBP) and 86.2% were in need of training in EBP. It was determined that 67% of the students had knowledge of EBP during their undergraduate training and that only 1.2% of the sample ranked the Joanna Briggs Institute as evidence level classification. Results: EBP training should be included in the undergraduate curriculum in parallel with the practices of increasing the quality of nursing care in patient care outcomes, standardizing care, and increasing patient satisfaction
Yoğun Bakım Hemş reler n n Eleşt rel Düşünme Eğ l mler ve Etk leyen Etmenler: B r Ün vers te Hastanes Örneği
Aim: In this study, we aim to identify nurses, working in intensive care units' critical thinking dispositions and infl uential factors this disposition.Method: The study was performed with nurses working in intensive care units at a university hospital. The sample of the study was formed by 74 nurses who were chosen by the coincidental sample method from the nonprobability sampling of the universe. While gathering data, an Individual Information Form and ;quot;California Critical Thinking Disposition Inventory (CCTDI);quot; were used. The data was analysed using Kruskal-Wallis Test, Mann Whitney U Test and Correlation Analysis.Results: The survey results show that the average age of nurses is 31.40 ;plusmn; 6.17, the average operating time is 10.17 ;plusmn;6.77. It is cleared that 50% of these nurses are bachelor's degree, 71.6% of them attended scientific meetings, 70.3% of them working in intensive care units attended in-service training. It is understood that 86.5% of them are not educated about critical thinking. The findings show that the average score for CCTDI was 221.85 ;plusmn; 19.55. It's determined that there is no relationship between nurses' age, there working time and CCTDI's avarage scores. It's also determined that there is a significant diff erence between their education and CCTD's avarage score of training for intensive care nursing.Conclusion: As a result of this study we can shortly say that intensive care nurses' critical thinking disposition scores are so low and attence in-service training aff ect the critical thinking, as well.Amaç: Bu çalışmada; yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerin eleştirel düşünme eğilimlerini ve bu eğilimi etkileyen etmenlerin incelenmesi amaçlandı..Yöntem: Araştırma bir üniversite hastanesinde yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşireler ile yapıldı. Çalışmanın örneklemini, evrenden olasılıksız örnekleme yöntemlerinden gelişigüzel örneklemle seçilen, araştırmaya katılmayı kabul eden 74 hemşire oluşturdu. Verilerin toplanmasında, Birey Tanıtım Formu ve Kalifornia Eleştirel Düşünme Eğilimi Ölçeği (KEDEÖ) kullanıldı. Verilerin analizinde Kruskal-Wallis testi, Mann Whitney U testi ve Korelasyon analizi kullanıldı.Bulgular: Hemşirelerin yaş ortalaması 31.40±6.17, çalışma süresi ortalaması ise 10.17 ±6.77 idi. Hemşirelerin % 50'sinin lisans mezunu olduğu, % 71.6'sının bilimsel toplantılara katıldığı, % 70.3'ünün yoğun bakım hemşireliğine yönelik hizmet içi eğitime katıldığı ve %86.5'inin eleştirel düşünme ile ilgili eğitim almadığı belirlendi. KEDEÖ toplam puan ortalamasının 221.85 ± 19.55 olduğu bulundu. Hemşirelerin yaşı ve çalışma süreleri ile KEDEÖ puan ortalaması arasında ilişki olmadığı, öğrenim durumu ve yoğun bakım hemşireliğine yönelik eğitim alma durumlarına göre elde edilen KEDEÖ puan ortalamaları arasında anlamlı fark olduğu saptandı (p0.05).Sonuç: Araştırma sonucunda çalışma kapsamına alınan yoğun bakım hemşirelerinin eleştirel düşünme eğilim puanlarının düşük düzeyde olduğu ve öğrenim durumu, sosyo-ekonomik düzey ve yoğun bakım hemşireliğine yönelik hizmet içi eğitime katılma durumunun eleştirel düşünmeyi etkilediği söylenebilir
The Coping Behaviors and Quality of Life in Individuals with Urinary incontinence
Amaç: Üriner inkontinansı olan bireylerin baş etme davranışları ve yaşam kalitesinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntemler: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma, 4 Kasım 2016-30 Mart 2017 tarihleri arasında, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Kliniği ve Polikliniğinde, araştırmaya katılmayı kabul eden 120 hasta ile gerçekleştirilmiştir. Verilerin toplanmasında, “Birey Tanıtım, Anket formu” ve “İnkontinans Yaşam Kalitesi Ölçeği” kullanılmıştır. Araştırma için etik kuruldan ve araştırmanın yapıldığı kurumdan yazılı izin alınmıştır. Verilerin analizinde t-testi, varyans analizi, korelasyon analizi ve Mann Whitney U analizi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan bireylerin %55’i kadındır, %39,2’si stres tipi inkontinans tanısı almıştır ve bireylerin baş etme davranışlarından en çok “sıvı emici ped/hazır bez kullanma” baş etme davranışını kullandıkları belirlenmiştir. Araştırma sonucunda, inkontinanslı bireylerin yaşam kalitesi ölçeği toplam puanları 60.74±16,29 olarak belirlenmiştir. Yapılan analiz sonucunda; kadınların yaşam kalitesi puan ortalamasının erkeklerden daha yüksek (64,15±16,44); 65 yaş üstü olan, kronik hastalığı olan ve inkontinansı mikst tipi olanların yaşam kalitesi puan ortalamasının daha düşük olduğu bulunmuştur (p0,05) saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışma sonucunda, üriner inkontinans sıklığı ve süresinin artmasıyla yaşam kalitesinin olumsuz etkilendiği, bireylerin baş etme davranışlarının yaşam kalitesi puan ortalamasını etkilemediği bulunmuştur.Objective: This research is a descriptive study carried out to examine the coping behaviors and the quality of life in patients with urinary incontinence. Material and Methods: This descriptive study was conducted with 120 patients who accepted to participate in the study at the Urology and Polyclinic Department of Ege University Medical Faculty between November 2016-March 2017. “Questionnaire” and “Incontinence Quality of Life Scale” were used to collect data. For research, written approval from the ethical committee and the organization where research was carried out was obtained. Data were tested percentage distributions, variance analysis and t-test. Results: It was observed that 55% of individuals included in research were females, 39.2% had stress type of urinary incontinence and the top coping behaviors with incontinence were “using hydrophilic pad/ready pad”. It was found individuals’ total scores of quality of life were 60.74±16.29, women’s quality of life scores were higher than men (64.15±16.44). The scores of individuals over 65 years of age and those that have a chronic disease and those that have mix type of incontinence had lower quality of life (p0.05). Conclusion: The result of this research, it was found that the increase in the frequency and length of urinary incontinence affect quality of life adversely and the coping behaviors of individuals didn’t affect the quality of life scores
- …