121 research outputs found
Nato ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün Terörle Mücadele Stratejilerinin Karşılaştırmalı Analizi
Bu çalışmada NATO ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) terörle mücadele stratejilerini ve üyeleri arasındaki güven sorunu karşılaştırmalı olarak tartışılmaktadır. Hem NATO hem de ŞİÖ bölgesel örgütler olarak güvenlik arayışının bir ürünü olarak kurulmuştur. Ancak iki örgüt de güvenlik sorununa farklı yaklaşmaktadır. NATO için klasik tehditler öne çıkarken ŞİÖ için geleneksel olmayan tehditler önceliklidir. Aynı şekilde NATO bir yıkıcı düşman olan SSCB’ye karşı bir askeri ittifak olarak ortaya çıkmışken ŞİÖ ise üyelerinin üç şeytan olarak tanımladıkları terörizm, ayrılıkçılık ve aşırılıkçılığa karşı kurulmuştur. Her iki örgütünde gündemleri kurulduğu günden beri gelişip dönüşmektedir. NATO’nun, bu gelişimde, önceliklerini fazla değiştirmediği için terörle mücadele gündemini ikincil bir konu olarak gördüğü söylenebilir. ŞİÖ’nün ise önceliği zaten üç şeytanla mücadele olarak belirlendiği için terörle mücadelede işbirliği düzeyinin kurulduğu günden beri gelişip derinleştiği ileri sürülebilir. Bu çalışma iki örgütün terörle mücadelesini ele alırken büyük oranda betimleyici bir metot kullanmaktadır. Bu yönüyle betimleyici karşılaştırma da elde edilen verilerin bir yorumu olarak sunulmaktadır. NATO ve ŞİÖ’nün belli bir gündem üzerinden karşılaştırmalı analizinin konuya ilişkin Türkçe literatüre bir katkı sunması umulmaktadır
Türk idare tarihinde sosyal devlet anlayışının topluma yansıtılması açısından vakıf medeniyetinin yeri
İnsanlığın ilk dönemlerinde varlık sahipleri, servetlerini başkalarının ihtiyacını karşılamak amacıyla dünyevi beklenti olmadan vakfederdi. Batı dünyasında 19.yüzyılda sosyal devlet kurumları, vatandaşların devlete bağlılığını artıracağına inanılarak desteklenmiştir. Türk idare tarihinde ise, İslam medeniyeti dairesine girilmeden önce göçebe hayat sürülen dönemde, zenginlikler sahip olunan hayvan varlığına dayanırdı. Hükümdarlar baharda yapılan toyda zenginliklerini ihtiyaç sahiplerine verir, ekonomik açıdan sıradan vatandaş gibi yönetim görevini üstlenirdi. İslamiyet’te Hz. Peygamberin (sav) sahip olduğu hurmalıkları vakfetmesiyle kurumsallaşma yaygınlaşmış yardım faaliyetleri toplumda ayrım gözetmeden karşılık beklemeden yürütülmüştür. Türkler İslamiyet’i benimseyince vakıf faaliyetleriyle çağlarına damga vurmuş, canlılarla ilgili konularda vakıflar kurularak toplumda sınıf çatışmaları önlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde mükemmelleşen vakıflar güvenlik ve adalet dışındaki faaliyetleri kapsayacak şekilde hizmetlerini genişletmiştir. Osmanlı Devleti’nde 18.yüzyıl sonrasında başlayan bozulmadan vakıflar etkilenmiş, işlevlerini yapamamış, varlıkları yağmalanmıştır. Hizmetleri karşılığında vatandaştan katkı talep etmeyen vakıflar günümüzde yardımlara aracılık ederek tarihi misyonundan uzaklaşmıştır. Çalışmada vakıf müessesesinin Türk-İslam medeniyetindeki gelişimi, idare tarihi içerisindeki sosyal sorumlukların yerine getirilmesindeki rolü incelenecektir
Brevibacillus gelatini sp nov., isolated from a hot spring
Two Gram-stain-positive, moderately thermophilic, endospore-forming, rod-shaped, motile bacteria designated PDF4(T) and PDF10, were isolated from Camkoy hot spring in the provinces of Aydin, Turkey and were characterized in order to determine their phylogenetic position. 16S rRNA gene sequence analysis revealed that the two strains belonged to the genus Brevibacillus. Strain PDF4(T) showed highest 16S rRNA gene sequence similarity to strain PDF10 (99.5 %), Brevibacillus brevis DSM 30(T) (98.9 %), Brevibacillus parabrevis DSM 8376(T) (98.6 %) and Brevibacillus formosus DSM 9885(T) (98.5 %); similarities to other species of the genus Brevibacillus were less than 98.5 %. The predominant fatty acids of strain PDF4(T) were anteiso-C-15 : 0 (60.0 %) and iso-C-15 : 0 (22.3 %). The polar lipids of strain PDF4(T) consisted of diphosphatidylglycerol, phosphatidylglycerol, phosphatidylethanolamine, phosphatidylmonomethylethanolamine, an unknown phospholipid, two unknown lipid, an unknown aminophospholipid and two unknown aminolipids. MK-7 was detected as a sole respiratory quinone, and the cell wall of strain PDF4(T) contained meso-diaminopimelic acid. The DNA G + C content of strain PDF4(T) was 51.7 mol%. DNA-DNA hybridization showed less than 60 % relatedness between strain PDF4(T) and type strains of the most closely related species given above. Based on these data, the two strains are considered to represent a novel species of the genus Brevibacillus, for which the name Brevibacillus gelatini sp. nov. is proposed. The type strain is PDF4T (=NCCB 100559(T) =DSM 100115(T)).Karadeniz Technical University
2008.111.04.
Is there any genetic predisposition of MMP-9 gene C1562T and MTHFR gene C677T polymorphisms with essential hypertension?
The current study was conducted to determine whether there is a relation between hypertension and two different polymorphisms, including C1562T of the Matrix metalloproteinase-9 (MMP-9) gene and C677T of the methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) gene. Genomic DNA obtained from 224 persons (125 patients with hypertension and 99 healthy controls) were used in the study. Polymorphisms were determined by using polymerase chain reaction-restriction fragment length polymorphism and electrophoresis. The results were statistically analyzed and were found to be statistically significant. The frequencies of the C1562T genotypes were found to be, in controls CC 75.8 % and CT 24.2 % and in patients CC 71.2 %, and CT 28.8 %. The frequencies of C677T genotype were found to be, in controls CC 56.6 %, CT 38.4 and TT 5.1 % in controls and in patients CC 52 %, CT 30.4 % and TT 17.6 %. In conclusion, we may suggest that there is no relation between the essential hypertension and C1562T polymorphism of MMP-9 gene; on the other hand C677T polymorphism (genotype TT) of MTHFR gene can be regarded as a genetic indicator for the development of essential hypertension.Ministry of Education, Culture, Sports, Science and Technology, Japan (MEXT), Japan Society for the Promotion of Science, Grants-in-Aid for Scientific Research (KAKENHI): 2450132
Bernstein Collocation Method for Solving Nonlinear Fredholm-Volterra Integrodifferential Equations in the Most General Form
A collocation method based on the Bernstein polynomials defined on the interval [a,b] is developed for approximate solutions of the Fredholm-Volterra integrodifferential equation (FVIDE) in the most general form. This method is reduced to linear FVIDE via the collocation points and quasilinearization technique. Some numerical examples are also given to demonstrate the applicability, accuracy, and efficiency of the proposed method
Plasminogen activator inhibitor-1 and susceptibility to lung cancer: a population genetics perspective
Aim: The aim of this study was to investigate the polymorphism frequency of plasminogen activator inhibitor-1 (PAI-1) (rs1799889) 4G/5G in patients with lung cancer. Methods: In this study, 286 genomic DNAs (154 lung cancer patients + 132 subjects without lung cancer) were analyzed. Polymorphisms were determined by using the polymerase chain reaction (PCR) method, with 4G and 5G allele-specific primers. PCR products were assessed by a charge-coupled device camera and exposed to 2% agarose gel electrophoresis. Results: The frequencies of the PAI-1 gene 4G/5G genotypes were found to be 21% 4G/4G, 16% 4G/5G, and 62% 5G/5G in the control group and 31.4% 4G/4G, 30.8% 4G/5G, and 37.8% 5G/5G in the patient group. It was determined that the 5G/5G genotype frequency was high in patients in comparison with other genotypes. Conclusions: This study found a statistically significant difference between the groups with respect to genotype distribution. Consequently, we can say that the PAI-1 gene 4G/5G polymorphism is associated with lung cancer in Turkey.Artvin Coruh University: 2011.M80.02.0
Pemantauan Senyawa Dichlorodiphenyltrichloroethane (Ddt) dan Turunannya di Daerah Cianjur, Jawa Barat
Persistent Organic Pollutants (POPs) merupakan senyawa organik yang relatif bertahan lama di lingkungan, sulit terdegradasi melalui proses kimia, biologi, dan fotolisis serta sukar larut di dalam air tetapi cenderung larut dalam lemak. Oleh karena sifatnya ini, POPs cenderung bersifat akumulatif dan bertahan di lingkungan. Selain itu, senyawa ini juga bersifat semivolatil sehingga dapat berada dalam fase uap ataupun terserap di dalam partikel debu, sehingga POPs dapat menempuh jarak yang jauh di udara (long-range air transport) sebelum akhirnya terdeposisi di bumi. Dari beberapa bentuk senyawa POPs, senyawa insektisida organoklorin yang paling bertahan lama dan mempunyai sifat bioakumulasi, diantaranya adalah Dichlorodiphenyltrichloroethane ( DDT ). Pemantauan kualitas lingkungan akibat pencemaran kelompok senyawa POPs, termasuk senyawa DDT dan turunannya telah dilakukan didaerah holtikultura Cianjur. Sampel diambil di beberapa lokasi yaitu PLTA Cijedil, Desa Cibeureum, Desa Sukatani, Agropolitan, dan Desa Sindang Jaya. Matriks yang diambil adalah air, sedimen sungai, dan tanah pertanian/perkebunan. Sampling air dan sedimen sungai dilakukan dengan metode sesaat sedangkan untuk tanah, menggunakan metode komposit tempat. Pemantauan ini mempunyai tujuan untuk menginventarisir jenis dan konsentrasi residu senyawa POPs yang terdapat di lingkungan terutama DDT dan turunannya. Isomer DDT yang paling banyak terbentuk di lingkungan adalah p,p\u27-DDT ( 80 % ) dan o,p\u27-DDT ( 20 % ). Senyawa POPs diekstrak dengan menggunakan pelarut organik, kemudian di clean-up dan dianalisis dengan GCMS menggunakan kolom kapiler non polar. Pada pemantauan tahun 2011, senyawa p,p\u27-DDT tidak terdeteksi dalam sampel sedimen, tetapi pada tahun 2012, ditemukan sekitar 3.7 ng/g dalam sedimen Sungai Cibeureum dekat PLTA Cijedil, Cugenang -Jawa Barat dan meningkat sebesar 6.95 ng/g pada tahun 2012 di lokasi yang sama. Masih pada tahun 2011, p,p\u27-DDT dan p,p\u27-DDE ditemukan tertinggi di tanah perkebunan Desa Sindang Jaya, Cipanas – Jawa Barat sebesar 446 ng/g, dan 184 ng/g, Tahun 2012 dan 2013 DDT dan turunannya masih terdeteksi namun konsentrasi cenderung menurun. Sementara itu pada sampel air tidak ditemukan senyawa DDT dan turunanny
Investigation of relationship between IL-6 gene variants and hypertension in Turkish population
Hypertension (HT) is a common and life threating health problem worldwide leading to stroke, heart attack and renal failure. It is characterized by elevated blood pressure forced heart load. Human interleukin-6 (IL-6) and C- reactive protein (CRP) are known to be involved in inflammatory processes. IL-6 gene is a polymorphic gene which -174 G/C is a common and -572 G/C is a rare polymorphisms identified in promoter region. Publications on IL-6 gene polymorphisms raised the question whether this gene polymorphisms lead to susceptibility to HT or not. To investigate the effects of IL-6 gene -174 G/C (rs 1800795) and -572 G/C (rs1800796) polymorphisms on plasma IL-6 and CRP levels and their associations with hypertension disease in Turkish population we analyzed -174 G/C and -572 G/C polymorphisms and plasma IL-6 and CRP levels in 111 healthy controls and 108 hypertension patients from Adyaman, Turkey. We determined the genotypes using polymerase chain reaction-restriction fragment length polymorphism and analyzed plasma levels of IL-6 by ELISA and CRP by automated standard biochemical methods. We have found no statistically significant differences between IL-6 gene -174 G/C and -572 G/C genotypes and allelic frequencies and IL-6 and CRP plasma levels and HT (p > 0.05). No CC genotype was found in control subjects for -572 G/C polymorphism. In conclusion, we found relation to -174 G/C and -572 G/C gene variants between neither IL-6 and CRP levels nor hypertension. The -572 G allele and GG genotype are predominant in Turkish population in Adyaman, Turkey whereas the CC genotype is very rare.This study was supported by a grant of the Research Foundation of Adiyaman University (FEFYL/2012-0002), Turkey
Ekstrakraniyal malign germ hücreli tümör tanılı hastaların klinik özellikleri ve tedavi sonuçları; 20 yıllık tek merkez deneyimi
Introduction: Germ cell tumors account for 2–3% of all pediatric tumors. The aim of this study was to evaluate the clinical features and treatment outcomes of pediatric patients treated and followed up for extragonadal MGCTs in our center. Materials and Methods: A total of 41 patients diagnosed with MGCTs in the pediatric oncology department of Akdeniz University between June 1999 and June 2019 were evaluated retrospectively. Results: Twenty-nine (71%) of the patients were girls and female dominance (p<0.001). The median age was 3.22 (0–18) years. The most patients in the ≤ 5year age group (p<0.001). Nineteen (44%) of the tumors were gonadal and 22 (54%) were extragonadal. The most common histolology of MGCTs were yolk sac tumor (36%), mixed GCTs (29%), immature teratoma (20%), and dysgerminoma (15%). Twenty-five (61%) patients presented with advanced stage disease and 37 patients (90%) were treated with chemotherapy. The patients with stage I testicular and stage I ovarian germ cell tumors underwent complete tumor resection followed by a watch-and-wait approach with alpha fetoprotein monitoring without chemotherapy. Of six patients with relapse/refractory disease, two patients survived. Two patients who underwent autologous stem cell transplantation showed complete response but later died due to infection. The median follow-up period of the patients was 34.9 (4–190.6) months and the 10-year overall and disease-free survival rates were 77.1±6.8% 77.1±6.8%. Two relapsed refractory patients who underwent autologous transplantation survived at a mean of 33.21 months. Conclusions: The clinical features and treatment outcomes of the patients in our study were consistent with the literature. The fact that most of our patients were symptomatic at presentation and had advanced stage disease when diagnosed highlights the importance of detailed evaluation and examination. Although good outcomes are achieved in patients with early stage disease, new treatment approaches are needed for patients with advanced and relapsing diseaseGiriş: Germ hücreli tümör tüm pediatrik tümörlerin %2-3’ünü oluşturur. Özellikle platin bazlı kemoterapi rejimlerinin uygulanmasından sonra sağ kalım oranları %85’lerden fazladır. Malign germ hücreli tümörler (MGHT) çocuklarda oldukça heterojen bir gruptur. Bu çalışma ile ekstrakraniyal MGHT tanılı hastalarımızın klinik özellikleri ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Çocuk Onkoloji Kliniği’nde 1999 –2019 Haziran tarihleri arasında ekstrakraniyal MGHT tanısı alan 41 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 29 (%71) `i kız olup K/E cinsiyet oranı: 1,75 olup anlamlı olarak kız cinsiyet hakimdi (p<0.001). Ortanca tanı yaşı 3,22 yıl (0-18 yaş) olup hastalar ağırlıklı olarak (%56 hasta) ≤ 5 yaş idi (p<0.001). Tümörlerin 19 (%44) `ü gonadal, 22 (%54) `ü ekstragonadal olup en sık ekstagonadal yerleşim yeri sakrokoksigeal bölge (%22) idi. Histolojik değerlendirmede sırasıyla yolk sak tümörü (%36), mikst GHT (%29), immatür teratom (%20) ve disgerminom (%15) saptandı. Hastaların 25 (%61)`i ileri evre hastalık ile başvurmuştu. Hastaların 37 (%90)’ına kemoterapi verildi. Evre I testis ve evre I over GHT hastalarında tümörün cerrahi olarak tam çıkartılmasının ardından αFP değerleri takip edilerek “bekle ve izle” yaklaşımı ile kemoterapi verilmedi. Tanı sonrası relaps refrakter hastalık ile seyreden 6 hastanın ikisi progresif hastalıktan kaybedildi. Otolog kök hücre nakli yapılan iki hastada nakil sonrası kür sağlanmasına rağmen enfeksiyon nedeni ile kaybedildi. Hastaların ortanca izlem süresi 34.9 ay (4-190,6 ay), 5 ve 10 yıllık genel ve hastalıksız yaşam oranları 81.9±6.3%, 81.9±6.3% ve 77.1±6.8% 77.1±6.8 ve %77,1±6,8 olarak bulundu. Nakil yapılan iki hastanın sağkalım süresi ortalama 33.21 ay olarak hesaplandı. Sonuç: Ekstrakraniyal MGHT`lerin tedavisinde, konservatif cerrahi, evre I hastalar için “bekle ve gör” yaklaşımı ve platin bazlı kemoterapi rejimleri ile başarılı sonuçlar alınmaktadır. İlk başvuruda hastaların yakınmalarının olmasına rağmen çoğu hastanın ileri evre hastalık ile başvurduğunun saptanması hekimlerin ayrıntılı değerlendirme ve muayenelerinin önemine dikkat çekmektedir. Erken evre hastalarda sonuçlar başarılı iken ileri evre ve relaps hastalarda yeni tedavi yaklaşımlarına ihtiyaç vardır
Göç Olgusunun Çok Boyutlu Etkileri ve Türkiye’ye Yansımaları
DergiPark: 943416klujfeasThe phenomenon of migration concerns both emigration and receiving countries. In the 2020 report announced by the International Organization for Migration, there are 272 million international migrants and this is 3.5 % of the world population. Today migrations are directed towards Europe from countries where the life level is higher and where security risks are minimized, that is, from countries where instability is experienced. The main subject of the study is to examine the effects of immigration on regions receiving immigration, especially on Turkey. Since Turkey is a country located on the East-West transition route, it experiences different types of migration phenomenon at the same time in terms of economic, social and security. Turkey accepts those who come to the country as guests and does not use the term refugee whose status is determined in international law. Turkey hosts more than four million refugees from different countries and provides accommodation, education and health services without interruption. While Europe is selective towards refugees, it prefers to meet the labor force it needs cheaply and without any problems. In the study, while seeking an answer to the question of whether migration movements bring serious economic burden to countries and whether they are sustainable, the effects of migration waves, their consequences and what to do is examined.Göç olgusu, göç veren ülkeleri ilgilendirdiği kadar göç alan ve transit ülkeleri de ilgilendirmektedir. Uluslararası Göç Örgütünün açıkladığı 2020 yılı raporunda 272 milyon uluslararası göçmen vardır ve bu dünya nüfusunun % 3.5’idir. Günümüzde göçler, hayat seviyesinin daha yüksek olduğu güvenlik risklerinin minimize edildiği coğrafyalara, diğer bir ifadeyle istikrarsızlıkların yaşandığı ülkelerden Avrupa’ya yönelmektedir. Göçlerin, göç alan bölgelere özellikle Türkiye’ye etkilerini incelemek çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. Türkiye, Doğu-Batı geçiş güzergâhında bulunan bir ülke olduğundan ekonomik, sosyal ve güvenlik bakımından göç olgusunun değişik türlerini aynı anda yaşamaktadır. Türkiye, ülkeye gelenleri misafir kabul etmekte ve uluslararası hukukta statüleri belirlenen mülteci terimini kullanmamaktadır. Türkiye değişik ülkelerden dört milyondan fazla mülteciyi misafir etmekte barınma, eğitim ve sağlık hizmetlerini kesintisiz karşılamaktadır.Avrupa ise mültecilere karşı seçici davranırken, ihtiyacı olan işgücünü ucuz ve problemsiz karşılamayı tercih etmektedir. Çalışmada göç hareketlerinin ülkelere ciddi ekonomik yük getirdiği ve sürdürülebilir olup olmadığı sorusuna cevap aranırken, göç dalgalarının etkileri, sonuçları ve ne yapılması gerektiği incelenmiştir
- …