25 research outputs found

    The effect of neuromuscular electrical stimulation on shoulder subluxation in stroke patients

    Get PDF
    Amaç: Bu çalışmada, kas-sinir elektrik uyarımının (KSEU) inmeli olgularda omuz subluksasyonu üzerine olan etkinliği araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Akut ve kronik evreli inmesi olan 20 hasta (9 kadın, 11 erkek; ort. Yaş 58.32±11.07; dağılım 42-78) çalışmaya alındı. Olgularda ortalama hastalık süresi 5.47±3.17 ay (dağılım 2-12 ay) idi. Sublukse omuzlara KSEU dört hafta süreyle 25 dakika/gün uygulandı. Olgular tedavi öncesi ve sonrasında omuz eklem hareket açıklıkları, omuz grafilerinde subluksasyon ölçümleri, Brunnstrom evreleme, Ashworth skalası, fonksiyonel bağımsızlık ölçütü kullanılarak ve ağrı şiddeti ve hasta memnuniyeti açısından değerlendirildi. Bulgular: Tedavi öncesine göre, tedavi sonrasında aktif ve pasif olarak ölçülen fleksiyon, abdüksiyon, dış ve iç rotasyon derecelerinde istatistiksel olarak anlamlı artış elde edildi. Subluksasyon ölçümlerindeki sayısal azalmanın anlamlı olmadığı görüldü. Fonksiyonel bağımsızlık ölçütü, bunun alt birimi olan kişisel bakım, Brunnstrom değerlendirmesi ve ağrı sorgulamasında anlamlı iyileşme izlendi. Sonuç: Kas-sinir elektrik uyarımı, olumlu etkileri göz önüne alındığında, inmeli omuzlarda rehabilitasyon sürecinin bir parçası olabilir.Objectives: In this study we investigated the effect of neuromuscular electrical stimulation (NMES) on shoulder subluxation in stroke patients. Patients and Methods: We included 20 acute and chronic stroke patients (9 females, 11 males; mean age 58.32±11.07 years; range 42 to 78 years) into the study. The mean duration of disease was 5.47±3.17 months (range 2 to 12 months). Neuromuscular electrical stimulation was applied to the shoulders with subluxation for 25 minutes daily for four weeks. Evaluations were made before and after treatment with regard to range of motion of the shoulder, subluxation measured on radiographs, Brunnstrom levels, Ashworth scale, Functional Independence Measure, pain, and patient satisfaction. Results: After the treatment, statistically significant improvements were achieved in active and passive flexion, abduction, external and internal rotation; however, the numeric decrease in subluxation was not statistically significant. Functional Independence Measure scores, personal care levels, Brunnstrom scale scores, and the severity of pain improved significantly. Conclusion: Considering it favorable effects, NMES may be a part of rehabilitation process for shoulder subluxation in stroke patients

    BİREYLERİN DUYGUSAL ZEKÂ DÜZEYLERİNİN, MÜZİK GRUPLARINDAKİ KONSER PERFORMANSLARINA ETKİSİ / THE EFFECTS OF EMOTIONAL INTELLIGENCES LEVELS OF INDIVIDUALS TO THEIR CONCERT PERFORMANCES

    No full text
    Araştırmada bireylerin duygusal zeka düzeylerinin, müzik gruplarındaki konser performanslarına etkisi ortaya konulmuştur. Bu araştırmanın probleminin çözümüne yönelik veriler analiz edilirken ilk aşamada "Hipotez Testi" kullanılmıştır. Hipotez testinin kullanılma amacı, duygusal zekâ düzeylerinin yüksek ya da düşük olmasına göre teknik başarı, müzikal başarı, grup içindeki rolünü gereğince yerine getirebilme başarısı değerlendirmelerinin fark gösterip göstermediğini test etmektir. İkinci aşamada başarı ölçekleri arasındaki ilişkinin yönünü ve gücünü belirlemek amacıyla Pearson Korelasyon Analizi yapılmıştır. Üçüncü aşamada ise değişkenler arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ölçmek amacıyla basit doğrusal regresyon analizi yapılmıştır. Araştırma sonucunda duygusal zekâ puanı ile hem müzikal başarı hem de müzik açısından grup içindeki rolünü gereğince yerine getirebilme başarısı arasında pozitif yönlü ilişki bulunmuştur. Duygusal zekâ puanı ile teknik başarı arasında çok zayıf ve ters yönlü ilişki mevcuttur. Duygusal zekâ en önemli etkiyi grup içindeki rolünü gereğince yerine getirebilme başarısı üzerinde yaratmaktadır. Bunu sırasıyla; müzikal başarı ve teknik başarı izlemektedir. This research presents the effects of emotional intelligence levels of individuals to the preparatory works of musical bands and their concert performances. While analyzing the data aimed at the solutions to the problems of this research, hypothesis testing, Pearson Correlation analysis, simple linear regression analysis are performed. As a result of the research, there is a positive correlation between emotional intelligence scores and both musical success and the success for executing the tasks within the band as required. The relation between emotional intelligence score and technical success is reverse and very weak. Emotional Intelligence creates the most significant impact on the scores of the success for executing within a band as required. Then, musical success, technical success follow this respectively.  Article visualizations

    Hidradenitis suppurativa tanılı hastalarda uyku bozukluğuna etki eden faktörlerin değerlendirilmesi

    No full text
    Girişve Amaç: Hidradenitissuppurativa (HS), sıklıkla intertriginöz bölgelerde ağrılı apseler, fistüllerve sikatrisler ile karakterize, kıl foliküllerinin kronik, inflamatuar vetekrarlayan süpüratif bir hastalığıdır. Kronik inflamatuar deri hastalıklarınınuyku kalitesini negatif olarak etkilediği bilinmektedir (1). Hidradenitissuppurativaya eşlik eden ağrı, kaşıntı, hoş olmayan koku gibi semptomlar nedeniile hastaların hem yaşam hem de uyku kaliteleri etkilenebilmektedir (2). AncakHS ile uyku arasındaki ilişki tam olarak anlaşılmamıştır. Bu çalışmada HShastalarının yaşam kaliteleri, uyku bozuklukları ve hastalık semptomlarıarasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereçve Yöntem: Çalışmaya,01.07.2020 ile 01.12.2020 tarihleri arasında Dokuz Eylül Üniversitesi TıpFakültesi Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıklar polikliniğine başvuran 18yaş ve üzeri, 32 HS hastası ve 32 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir. Hastave kontrol grubu sosyodemografik bilgiler, dermatolojik yaşam kalitesiölçeği (DYKÖ), Pittsburgh uyku kalitesi indeksi (PUKİ) açısındandeğerlendirilmiş olup, hasta grubu ayrıca Hurley evrelemesi, ağrı, kaşıntıve algılanan stres vizuel analog skala (VAS) skorları ile klinik olarakdeğerlendirilmiştir.Bulgular:Hidradenitissuppurativa tanılı hastaların %31,2’ si kadın, %68,8’i erkek idi. Hasta vekontrol grubunun karakteristik özellikleri Tablo 1’de verilmiştir. Ortalama PUKİtoplam skorunun hasta grubunda (6.9±3.3) kontrol grubuna (5.4±3.1) göre anlamlı oranda yüksekolduğu tespit edildi (p=0,019). Ortalama DYKÖ toplam skoru hasta grubunda (20.4±9.5) kontrol grubuna (2.5±4.8) göre anlamlı olarak yüksekti (p&lt;0,001).PUKİ alt bileşenlerinde öznel uyku kalitesi ve uyku bozukluğu ortalama skorlarıkontrol grubuna göre yüksek olarak saptandı (sırasıyla; p:0.013, p:&gt;0.001). ÖznelUyku Kalitesi alt bileşeni ile son üç günlük ağrı skoru ve tüm hastalıksürecindeki kaşıntı skoru arasında pozitif yönde düşük düzeyde ilişkisaptandı (sırasıyla; r=0,45 p&lt;0,01; r=0,45 p&lt;0,05). Öznel uyku kalitesialt bileşeni ile son üç günlük kaşıntı ve algılanan stres skorları arasındapozitif yönde orta düzeyde ilişki belirlendi (sırasıyla; r=0,58 p&lt;0,01;r=0,66 p&lt;0,01). Uyku latansı alt bileşeni, tüm hastalık sürecindekikaşıntı ve son üç günlük kaşıntı skorları ile pozitif yönde düşükdüzeyde ilişkili saptandı (r=0,35 p&lt;0,05; r=0,43 p&lt;0,05; sırasıyla). Hastalarınortalama algılanan stres skoru ile öznel uyku kalitesi ve uyku bozukluğu skorlarıarasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon tespit edildi (sırasıyla;r:0.65 p&lt;0.01; r:0.36 p&lt;0.05). Hastaların DYKÖ toplam skoru ile PUKİtoplam skoru arasında pozitif korelasyon belirlendi (p&lt;0,05 r=0,486). Sonuç:Çalışmamızda HShastalarının toplam PUKİ skoru kontrol grubuna göre yüksek saptandı. Hastalarınöznel uyku kalitesi ve uyku bozuklukları açısından uyku kalitesinin kontrolgrubuna göre ciddi şekilde etkilendiği görüldü. Çalışmamızda HS’ye eşlik eden ağrı,kaşıntı ve algılanan stresin hastaların uyku kalitesi üzerine önemli bir etkisiolduğu belirlendi. Ayrıca, hastalarda uyku kalitesindeki azalmanın yaşamkalitesindeki azalma ile ilişkili olduğu tespit edildi.&nbsp;</p

    Eosinophil and Monocyte Counts as Hematological Markers for Response to Tetracyclines for Treating Bullous Pemphigoid

    No full text
    Aim: Tetracyclines are used in bullous pemphigoid (BP) treatment because of their anti-inflammatory properties. We investigated the effects of tetracyclineson blood cell counts, which serve as inflammatory markers, in patients with BP.Materials and Methods: The study included 50 patients with BP who were treated with tetracycline group antibiotics and followed up for an averageduration of 3.1±1.2 months in a university hospital between January 2013 and December 2022. Demographic data, comorbidities, medications, physicalexamination findings, treatment responses, and hematological parameters before and after treatment were retrospectively recorded.Results: The median blood eosinophil count (450 cells μL-1; range: 0-430) and the mean blood monocyte count (660 cells μL-1; range: 300-1100) of the 50patients with BP were significantly higher than those of the healthy age- and gender-matched Turkish population (P &lt; 0.001; P = 0.01; respectively). At theend of the follow-up period, 30 patients were in remission, whereas relapses occurred in 20 patients. The eosinophil and monocyte cell count, eosinophilto-lymphocyte ratio (ELR), and C-reactive protein (CRP) levels in patients who were in remission were significantly lower compared to those pre-treatment(P = 0.001, P = 0.02, P &lt; 0.001, P = 0.001, respectively). There was no significant difference between the doxycycline and tetracycline treatment groupsregarding the odds of remission after treatment [odds ratio: 2 (95% confidence interval: 0.5-7.3)].Conclusion: Higher levels of circulating monocytes indicate their role in the pathogenesis of BP. Peripheral eosinophil count, ELR, and monocyte count,along with CRP, could serve as markers for monitoring the response to tetracyclines and the risk of relapse in patients with BP.Keywords: Eosinophil and monocyte count, anti-inflammatory effect, bullous pemphigoid, hematological parameters, tetracycline</p

    Omalizumab ile tedavi edilen bir pemfigoid nodülaris olgusu

    No full text
    GİRİŞ: Pemfigoid nodularis (PN), klinik olarak prurigo nodularis benzeri lezyonlar ve büller ile karakterize, büllöz pemfigoidin nadir görülen bir varyantıdır. PN tedavisi, topikal kortikosteroidlere iyi yanıt vermemesi ve çeşitli immunsüpresif ajanlara ihtiyaç duyulması nedeni ile zor olabilmektedir. Burada doksisiklin ve topikal kortikosteroidlere dirençli, şiddetli kaşıntısı ve generalize nodular lezyonları olan 75 yaşında bir kadın olgu sunulmaktadır.OLGU: 7 yıldır ataklar şeklinde vücutta şiddetli kaşıntı ve kızarıklık öyküsü olan 75 yaşında kadın hasta 2 yıl önce, vücutta yaygın içi sıvı dolu kabarcık yakınması ile kliniğimize başvurdu. Hastanın lezyonlu deriden yapılan ışık mikroskobik incelemesinde subepidermal bül, perilezyonel alandan yapılan direkt immunoflöresan incelemede (DIF) ise epidermal bazal membranda lineer IgG, IgM, C3 ve fibrinojen birikimi saptandı. Büllöz pemfigoid (BP) tanısı ile potent topikal kortikosteroidler ve doksisiklin tedavilerine yanıt alınamadı. Hastanın özgemişinde mitral valv prolapsusu nedeni ile kalp kapak replasman öyküsü ve eşlik eden kronik atriyal fibrilasyon, hipertansiyon, diyabetes mellitus ve hipotiroidisi mevcuttu. Komorbiditeleri nedeni ile digoksin, varfarin, furosemid, gliklazid, insülin ve levotiroksin kullanımı olan hastanın soygeçmişinde ek özellik yoktu. Hastanın Ocak 2021’de kullanmakta olduğu büllöz pemfigoidi tetikleyen ilaçlar arasında geçen furosemid tablet tedavisi kesildi ancak yakınmalarında bir düzelme izlenmedi. Altı ay önce vücudunda yaygın pruritik nodular lezyonlar ortaya çıkan hastanın fizik muayenesinde tüm vücutta üzeri yer yer krusta ile örtülü, ekskoriye nodular karakterli lezyonlar (resim 1 ve 2) saptandı. Vezikül, bül izlenmedi ve oral mukoza tutulumu yoktu. Haziran 2021’de nodular karakterli lezyonunun direkt immunoflöresan incelemesinde epidermal bazal membranda IgG, C3 ve dermal damar duvarında kaba lineer fibrinojen birikimi saptandı. Klinik ve histopatolojik bulgulara dayanarak pemfigoid nodularis tanısı alan hastanın laboratuar incelemelerinde eosinofili(%8.6) ve serum immünoglobulin E (IgE) yüksekliği (&gt;2000IU/ml) mevcuttu. Önceki tedavilere yanıt vermeyen, komorbiditeleri nedeni ile sistemik steroid başlanamayan hastaya tüm vücut topikal potent kortikosteroid ile birlikte endikasyon dışı onay alındıktan sonra, 2 haftada bir 300mg sc omalizumab tedavisi başlandı. 4. doz uygulamadan sonra hastanın kaşıntı yakınmasında gerileme; mevcut lezyonların sayısında ve nodular karakterinde belirgin azalma (resim 3 ve 4) izlendi. İlk 3 ay 2 haftada bir tedavi alan hastanın idame tedavisi 4 haftada bir olarak düzenlendi. Poliklinik takiplerinde Aralık 2021’de Covid PCR pozitifliği saptandığını belirten hasta enfeksiyonu evinde hastaneye yatış gerektirmeden geçirdiğini bildirdi. Yaklaşık 4 aydır remisyonda olan hastamız halen omalizumab 4 haftada bir uygulama şeklinde tedavisine devam etmektedir.TARTIŞMA: PN; sıklıkla yaşlı kadınlarda ortaya çıkan, prurigo nodularis benzeri lezyonlar ve büllerle karakterize büllöz pemfigoidin nadir görülen bir varyantıdır. PN hastalarının yönetimi, topikal kortikosteroidlere yanıt vermemesi ve ileri sistemik tedavilere ihtiyaç duymaları nedeni ile güç olabilmektedir. Sistemik tedavide ilk sırada kortikosteroid yer almakla birlikte yanıtsız hastalarda minosiklin, rituximab, azatioprin, dapson ve intravenöz immunglobulin tedavilerinin kullanıldığı bildirilmiştir. Omalizumab, yüksek afiniteli FceRI reseptörüne IgE bağlanmasını bloke eden humanize monoklonal bir antikordur. Orta ila şiddetli astım ve H1-antihistaminik dirençli kronik spontan ürtiker tedavisi için onay almıştır. Literatürde omalizumab ile başarılı bir şekilde tedavi edilen BP vakalarının sayısı giderek artmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla Pubmed veri tabanı tarandığında omalizumaba yanıt veren pemfigoid nodülaris olgusu bildirilmemiştir. Hastamız topikal potent kortikosteroidlere ve tetrasiklinlere dirençli olup, eşlik eden risk faktörleri nedeniyle sistemik immünosupresif ajanlar için de uygun olarak değerlendirilmedi. Dördüncü doz omalizumab tedavisinden sonra nodular lezyonların kaybolduğu belirlendi ve hasta kaşıntısının tamamen gerilediğini bildirdi. Hastanın Covid-19 enfeksiyonu sırasında hastaneye yatması gerekmedi.Sonuç olarak, özellikle Covid-19 pandemi döneminde nadir görülen bir büllöz pemfigoid varyantı olan PN'de de omalizumabın önemli bir alternatif tedavi olduğu düşünüldü.Anahtar Kelimeler: Pemfigoid nodülaris, Omalizumab, Covid-19 pandemisi</p

    Effects of Tetracycline Antibiotics on Hematological Parameters in Bullous Pemphigoid

    No full text
    AbstractIntroduction and Purpose: Bullous pemphigoid (BP) is the most common autoimmune bullous diseasecharacterized by autoantibodies against the hemidesmosomal proteins BP180 and BP230. Beyond theirantimicrobial affects, tetracyclines have been using in BP for their anti-inflammatory properties (1).However, their effective role on the blood cell markers remains uncertain. In this study we aim todetermine the effects of tetracyclines on hematological parameters including peripheral blood cellcounts, red cell distribution width (RDW); neutrophil to lymphocyte ratio (NLR), monocyte tolymphocyte ratio (MLR); platelet to lymphocyte ratio (PLR); eosinophil to lymphocyte ratio (ELR),mean platelet volume (MPV); C-reactive protein (CRP) and erythrocyte sedimentation rate (ESR),which are the indicators of inflammatory diseases.Materials and Methods: Thirty patients diagnosed with BP who were on remission under doxycycline(n=20) or tetracycline (n=10) along with superpotent topical corticosteroid therapy, were enrolled in thiscross-sectional study. The hematological parameters of the patients before starting tetracycline antibiotictreatment and in the third month of treatment were evaluated retrospectively.Results: 66.7% (n=20) of the patients were female and 33.3% (n=10) were male with the mean age of71.5±14.4 years. The clinical and demographical characteristics of the patients with BP are presented inTable 1. When hematological parameters were compared in the whole study group, there weresignificant decrease in monocyte counts, MLR and CRP level from the baseline to the third month ofthe treatment (p:0.03; p:0.02; p:0.006; respectively) (Table 2). When the treatment subgroups werecompared; doxycycline users (median:14.65) had more lower levels of RDW than the tetracycline users(median:16.40) (p:0.01), while the both groups had comparable levels of peripheral blood cell counts,NLR, MLR, PLR, ELR, MPV, CRP and ESH in the third month of the treatment. At the end of thetreatment period, the eosinophil level was significantly lower in the remission group (median:0.3) thanin the relapsed group (median:1.0) (p:0.033). There was no significant difference in the other peripheralblood cell counts between the remission and the relapsed group. ELR was significantly lower in theremission group both in the baseline (median:0.03) and third month of the treatment (median: 0.14) thanthe relapsed group (medianbaseline: 0.46, median3.month: 0.55) (p:0.016, p: 0.003, respectively).Discussion: A large randomized multicenter study reported doxycycline as a safer alternative tosystemic corticosteroids in patients not suitable for long-term systemic steroid use (1). In our study,RDW level was significantly lower in doxycycline users while, both doxycycline and tetracycline hadsimilar effects on the other hematological parameters. Peripheral monocyte counts, MLR and CRP,which did not differ between the remission and relapsed group, were significantly lower at the end ofthe treatment period. Notably, peripheral eosinophil count which was found to be correlated with BPdisease activity score in a study; was significantly higher in relapsed group (2).Conclusion: Except for RDW, both doxycycline and tetracycline had comparable effects on thehematological parameters. Peripheral eosinophil count and ELR may be a marker for evaluation of responseto tetracyclines in BP patients.</p
    corecore