18 research outputs found

    Effect of lifestyle interventions of pregnant women on their dietary habits, lifestyle behaviors, and weight gain: a randomized controlled trial

    Get PDF
    Background: Although it is known that lifestyle behaviors of pregnant women are closely related to maternal and fetal health, number of data concerning efficacy of intervention on lifestyle during pregnancy is limited. The purpose of this study is to determine the effect of lifestyle interventions on improving dietary habits and lifestyle behaviors, ensuring gestational weight gain (GWG) within recommended levels and limiting postpartum weight retention (PWR). Methods: The study was conducted as a randomized controlled trial in a family health center located in Istanbul, Turkey, between June 2011 and July 2012. The primary outcomes were GWG, and the proportion of pregnant women whose GWG was within the Institute of Medicine (IOM) guidelines. One hundred two pregnant women with gestation = 18 years, gravidity <= 2, and who did not intend to lose weight in prepregnancy period were randomly included in this study as intervention (n = 51) and control (n = 51) groups. The study was completed with 45 women for each group. The control group received routine antenatal care. The intervention group was received an individualized lifestyle intervention focusing on healthy lifestyle, diet, exercise, and weight monitoring as four sessions at 12-15, 16-18, 20-24, and 37 weeks gestation. Lifestyle behaviors were evaluated with Health-Promoting Lifestyle Profile-II. Dietary habits were assessed by 3-day dietary recalls, and weight was followed from pregnancy until 6 weeks postpartum. Results: The lifestyle interventions had a significant effect on improving lifestyle behaviors, protein intake, percentage of energy from protein, calcium, magnesium, iron, zinc, and vegetable intakes when adjusted for confounders (p 0.05). Conclusions: Lifestyle intervention improves the lifestyle behaviors during pregnancy and increases the appropriate GWG for prepregnancy body mass index (BMI), but it has a limited effect in terms of improving dietary habits and has no effect on PWR

    Periton Diyalizi Hastalarında, Rezidüel Renal Fonksiyonların Kaybı Boylamsal Ürik Asit ve CRP Düzeyleri ile İlişkili midir?

    Get PDF
    Amaç: Periton diyalizi yapan hastalarda rezidüel renal fonksiyonların morbidite ve mortalite üzerinde olumlu etkileri vardır. Amacımız, periton diyalizi başlanmadan önceki bazal verilerin ve başlandıktan sonra ilk üç yıldaki boylamsal ürik asit ve C-reaktif protein (CRP) düzeyinin rezidüel renal fonksiyon kaybı üzerindeki etkilerinin araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Retrospektif kohort bir çalışmadır. Son dönem böbrek yetmezliği nedeni ile periton diyalizi başlanan 34 hasta çalışmaya dahil edildi. Primer sonlanım noktası rezidüel renal fonksiyon kaybıydı ve rezidüel idrar miktarının 200 mL/24 saatten az olması olarak tanımlandı. Hastalar, periton diyalizi başlandıktan sonra üç yıl boyunca veya RRF kaybı olana kadar takip edildi. Hastaların klinik ve laboratuvar verileri hasta dosyalarından kaydedildi. Bulgular: Takip süresi 32,7 (12,9-36) aydı. Periton diyalizi başlandıktan 22,1±9,8 ay sonra 10 hastada rezidüel renal fonksiyon kaybı oldu. Boylamsal ürik asit düzeyi 6,1±1,2 mg/dL ve boylamsal CRP düzeyi 0,5 (0,3-0,7) mg/dL idi. Rezidüel renal fonksiyon kaybı olan hastalarda, bazal sodyum, trigliserid düzeyleri daha düşük iken parathormon düzeyi daha yüksekti. Her iki grup arasında boylamsal ürik asit ve CRP düzeyi açısından fark yoktu. Periton diyalizi başlanmadan önceki parathormon [tehlike oranı (HR), 1.003; %95 güven aralığı (GA) 1.001-1.006; p=0,013], sodyum (HR 0,801; %95 GA 0,665-0,965; p=0,019) ve vücut kitle indeksi (HR 0,817; %95 GA 0,684-0,975; p=0,025) rezidüel renal fonksiyon kaybı için risk faktörüydü. Sonuç: Periton diyalizi hastalarında, bazal sodyum, trigliserid ve vücut kitle indeksi rezidüel renal fonksiyon kaybı için risk faktörü olarak bulunmuştur. Rezidüel renal fonksiyon kaybı ile boylamsal CRP ve ürik asit düzeyi arasında ilişki gösterilememiştir. İdeal ürik asit ve CRP düzeyinin belirlenmesi için prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır

    The use of therapeutic plasmapheresis in renal transplantation

    No full text
    Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim DalıBöbrek nakli, son dönem böbrek yetmezliği hastalarında seçkin tedavi yöntemidir. Böbrek nakli olan hastaların, diyaliz ile karşılaştırıldığında mortalite ve morbidite riskinde belirgin azalma ve yaşam kalitelerinde artış görülmekle birlikte, nakil sonrası immünosüpresif ilaçların kullanımı enfeksiyon riskini artırmaktadır. Böbrek nakli sonrası karşılaşılan bir diğer sorun ise akut rejeksiyondur. Akut rejeksiyon uzun dönem greft sağkalımında azalmaya yol açar, bu nedenle rejeksiyonun önlenmesi ve ortaya çıktığında uygun tedavi uygulanması önemlidir. İmmünosüpresif ilaçlardaki gelişmelerle akut rejeksiyon sıklığında belirgin azalma sağlanmıştır. Bu derleme ile akut rejeksiyon tedavisinde plazmaferezin kullanımının değerlendirilmesi amaçlanmıştırRenal transplantation is the outstanding treatment for patients with the end-stage renal failure. Although renal transplant recipients have lower mortality and morbidity risk, and improvement in quality of life when compared to dialysis, the posttransplant immunosuppressive drugs increase the risk of infection. Another problem encountered after the transplantation is acute rejection. Acute rejection causes decrease in long-term graft survival, therefore it is important to prevent the rejection and apply proper treatment. A significant reduction in the frequency of acute rejection is obtained due to the developments in immunosuppressive drugs. In this review, we aimed to assess the use of plasmapheresis in the treatment of acute rejectio

    Kronik böbrek yetmezliği olan olgularda tüberkülin cilt testi yanıtı

    No full text
    The aim of this study was to evaluate the response of tuberculin skin test (TST) and the parameters that affect the response in patients with chronic renal failure (CRF) on different treatment regimens. The study population consisted of 150 patients (78 females, mean age 48.1 ;plusmn; 16.7 years, the mean disease duration 6.6 ;plusmn; 6.1 years). Of these patients, 50 were on haemodialysis (HD), 50 were renal transplant patients, 26 were on peritoneal dialysis (PD) and 24 were treated medically. TST was performed to all patients, an induration with a diameter of 10 mm or more was accepted as positive response in HD, PD, medical treatment groups, whereas 5 mm or more was considered as positive in transplant group. TST was positive in 52% of the study population (56% in HD group, 54% in PD group, 44% in transplant group, 58% in medical treatment group, p;gt; 0.05). There was a positive correlation between TST and age in patients older than 60 of transplant and medical treatment groups (p= 0.008). In HD patients with negative TST, the number of female patients was higher (p= 0.02). In transplant patients with positive TST, duration of HD was shorter (p= 0.01), the blood urea level was lower (p= 0.04), hemoglobin level was higher (p= 0.04). The ratio of negative TST was higher (p;lt; 0.05), TST reactivity was smaller (p= 0.01) in only transplant patients with no BCG scar. The number of BCG scar was correlated positively with TST (p= 0.04). In the medical treatment group, patients with positive TST response were older (p= 0.02) and in PD group the tuberculin reactivity was not affected by any of the patient-related parameters. It must be considered that the response to TST is low in young patients with uncontrolled CRF and under immunosuppressive therapy.Bu çalışmanın amacı; kronik böbrek yetmezliği (KBY) bulunan ve farklı tedaviler almakta olan olgularda, tüberkülin cilt testi (TCT) yanıtı ile yanıtı etkileyen faktörlerin belirlenmesidir. Çalışmaya; 50’si hemodiyaliz (HD), 26’sı periton diyalizi (PD), 50’si transplantasyon uygulanan, 24’ü tıbbi tedavi ile izlenen KBY tanılı 150 olgu (78’i kadın, yaş ortalaması 48.1 ± 16.7, hastalık süresi ortalama 6.6 ± 6.1 yıl) alınmıştır. Olguların tümüne TCT yapılmış; endürasyonun HD, PD, tıbbi tedavi gruplarında 10 mm ve üzerinde, transplantasyon grubunda ise 5 mm ve üzerinde bulunması pozitif yanıt olarak değerlendirilmiştir. TCT testi pozitifliği tüm çalışma grubu için %52 bulunurken, HD grubu için %56, PD grubu için %54, transplantasyon grubu için %44, tıbbi tedavi grubu için %58 olarak saptanmıştır (p> 0.05). Transplantasyon ve tıbbi tedavi gruplarında; 60 yaş üzerinde, TCT reaksiyonu ile yaş arasında pozitif korelasyon (p= 0.008) gözlenmiştir. HD grubunda; TCT negatif bulunanlarda kadın olguların sayısı daha fazla (p= 0.02), transplantasyon grubunda; TCT pozitif olanlarda transplantasyon öncesi HD süresi daha kısa (p= 0.01), serum üre düzeyi daha düşük (p= 0.04) ve hemoglobin değeri daha yüksek (p= 0.04) bulunmuştur. Sadece transplantasyon grubunda; BCG skarı olanlarda olmayanlara göre, TCT pozitiflik oranı (p 0.05) ve TCT reaksiyonu (p= 0.01) daha yüksek saptanmış, BCG skarı sayısı ile TCT reaksiyonu arasında pozitif korelasyon (p= 0.04) izlenmiştir. Tıbbi tedavi grubunda; TCT pozitif bulunanların daha ileri yaşta (p= 0.02) olduğu, PD grubunda ise; hiçbir parametrenin TCT yanıtını etkilemediği görülmüştür. Genç -böbrek yetmezliği kontrol altında bulunmayan- immünsüpresif tedavi altında olan KBY olgularında, TCT yanıtının azalmış olduğu göz önünde bulundurulmalıdır
    corecore