11 research outputs found
Assessing the Genoprotective Effect of Myrtus communis L. (Myrtle) Leaf Extract by Somatic Mutation and Recombination Test (SMART)
Bu çalışmada Myrtus communis L. (mersin) yaprak ekstraktının genoprotektif etkisi somatik mutasyon ve rekombinasyon testi (SMART) ile incelendi. Yüksek genotoksik etkiye sahip kemoterapötik bir ajan olan doksorubisin (DXR) pozitif kontrol olarak kullanıldı. Test maddeleri flare (flr3 ) ve çoklu kanat kılı (mwh) mutant işaret genlerini taşıyan üç günlük (72±4 saat) transheterozigot Drosophila melanogaster larvalarına uygulandı. Mersin yaprak ekstraktı, genotoksik etkisini değerlendirmek için tek başına (1,5 ve 10 mg/ml), antigenotoksik etkisini değerlendirmek için doksorubisin (0,125 mg/ml) ile uygulandı. İnhibisyon yüzdeleri 1, 5 ve 10 mg/ml dozlarında sırasıyla %91,70, %97,51 ve %98,34 olarak hesaplandı. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlara göre mersin yaprak ekstraktı test edilen tüm dozlarda doksorubisin kaynaklı mutant klon oluşumunu inhibe ederek antigenotoksik etki gösterdi.In this study genoprotective effect of Myrtus communis L. (myrtle) leaf extract was investigated with somatic mutation and recombination test (SMART). Doxorubicin (DXR), a chemotherapeutic agent with high genotoxic effect, was used as a positive control. The test substances were administered to three-day-old (72±4 hours) transheterozygous Drosophila melanogaster larvae carrying genetic markers flare (flr3 ) and multiple wing hair (mwh). Myrtle leaf extract was applied alone (1,5 and 10 mg/ml) to evaluate its genotoxic effect and in combination with doxorubicin (0,125 mg/ml) to evaluate its antigenotoxic effect. Inhibition percentages were calculated as 91,70 %, 97,51 % and 98,34 % at 1, 5 and 10?mg/ml doses, respectively. The results obtained from this study revealed that myrtle leaf extract showed antigenotoxic effect by inhibiting doxorubicin-induced mutant clone formation at all doses tested
Investigation Of Lead Accumula Tion On Leaves Of Pinus Nigra (Arnold) Subsp. Nigra V Ar. Caramanica (Loudon) Rehder Species
Bu çalışmada, Kırıkkale il ve ilçelerinde yayılış gösteren Pmus nigra subsp. nigra var. caramanica türünün yapraklarında taşıtlardan yayılan kurşun birikiminin miktarı araştırılmıştır. Örnek toplama işlemi Kırıkkale il merkezi ve ilçelerinde yol kenarlarında belirlenen dokuz istasyondan gerçekleştirilmiştir. Her bir istasyondan toplanan yaprak örneklerindeki kurşun miktarlar elektron dağılım spektroskopi (EDS) yardımı ile belirlenmiştir. En fazla kurşun birikimine Kırıkkale il merkezinden (o/o44.169) toplanan yaprak örneklerinde rastlanılın ıştır. Farklı ilçelerden toplanan yapraklardaki kurşun miktarları karşılaştırıldığında ise en fazla kurşun birikimi Bahşılı ilçesinden (%38.9\7\ en az birikim ise Karakeçili ilçesinden (%22.883) toplanan yaprak örneklerinde ölçülmüştür. Bu çalışma sonuçları yapraklardaki kurşun birikiminin trafik yoğunluğu ile arttığını ve P. nigra türünün bu birikimin tespitinde biyolojik bir belirleyici olarak kullanılabileceğini göstermiştirIn this study, amount of lead accumulation emitted from automobiles on leaves of Pinus nigra subsp. nigra var. Caramanica species that grow in Kirikkale city center and its districts was investigated. Leaf samples were collected from nine different stations determined in the city center and its districts. The level of lead on the leaves collected from each station was determined with electron dispersive spectroscopy (EDS). The most lead accumulation was on the leaf samples collected from Kirikkale city center (44.169%). When the lead accumulation on leaves collected from different districts was compared, the most pollution was measured in Bahşili (38.917%) and the least pollution was measured in Karakecili (22.883%). The results of this study showed that the lead accumulation on the leaves of Pinus nigra species rises with increased traffıc density and Pinus nigra species can be used as bio-indicator to determine the level of lead pollutio
Investigation of lead pollution in leaves of Pinus nigra (arnold) subsp. nigra var. caramanica (Loudon) rehder
Amaç:Bu çalışmada, Kırşehir İl Merkezi'nin çeşitli bölgelerinden toplanan Pinus nigra subsp. nigra var . caramanica yapraklarında trafiğin sebep olduğu kurşun (Pb) kirliliği analiz edilmiştir . Yöntem: Yaprak örnekleri farklı trafik yoğunluğuna sahip sekiz bölgeden toplanmıştır . Toplanan örneklerdeki kurşun (Pb) miktarı, Taramalı Elektron Mikroskoba (SEM) bağlı Elektron Dağılım Spektroskopisi (EDS) yardımı ile belirlenmiştir . Bulgular: Yapraklardaki kirlilik değerleri Yenice Mahallesi için %20.061, Belediye Binası Bölgesi için %23.412, Kırşehir-Kayseri Yolu için %30.520, Kırşehir-Özbağ Girişi için %38.758 olarak bulunmuştur . Sonuç: Sonuçlar yapraklardaki kurşun kirliliğinin trafik yoğunluğuna bağlı olarak arttığını göstermiştir . Ayrıca Pinus nigra türünün kurşun (Pb) miktarının tespitinde biyolojik bir belirleyici olarak kullanılabileceği anlaşılmıştır .Objective:In this study, lead (Pb) pollution caused by traffic at the leaves of Pinus nigra subsp. nigra var . caramanica collected from different regions of Kırşehir province center was analyzed. Method: Leaf samples were collected from eight regions having different traffic density. The amount of lead (Pb) at the collected samples was determined by electron dispersive spectroscopy (EDS) connected to an scanning electron microscope. Results: The pollution values of the leaves were found as 20.061% for Kirşehir Yenice District, 23.412% for Municipality Building Region, 30.520% for Kırşehir-Kayseri Road region, 38.758 for Kırşehir-özbag entrance. Conclusion: The results showed that the lead pollution in the leaves increased depending on the traffic density. In addition, it was found that the Pinus nigra can be used as a biological marker to determine the amount of lead
Tüketicilerin Sağlıklı Beslenmeye Yönelik Tutumlarının İncelenmesine Yönelik Bir Araştırma
Bu araştırmada, tüketicilerin sağlıklı beslenmeye yönelik tutumlarının ve gıda satın alımında dikkate aldıkları
hususların belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma kapsamında, Hatay İli İskenderun İlçesi Halk Eğitim Merkezinde
açılan farklı kurslara katılan kursiyerlere anket uygulanmıştır. 626 adet geçerli anket elde edilmiş olup, demografik
değişkenlere yönelik tanımlayıcı istatistiklerden yararlanılmıştır. Ayrıca T-Test ve ANOVA analizleri uygulanmıştır.
Analiz sonuçlarına göre; sağlıklı beslenme ve gıda satın alımında kadın tüketicilerin erkeklere oranla, orta ve ileri yaş
grubundaki tüketicilerin ise genç tüketicilere göre nispeten daha bilinçli oldukları, ayrıca, eğitim düzeyi düşük
tüketicilerin gıda satın alımında daha hassas davrandıkları sonucuna ulaşılmıştır
Radyoterapiyi Takiben Beyaz Kan Hücrelerindeki Morfolojik Etkiler ve Mikronukleus Sıklığı
In this study, we tried to define the frequency of micronuclei (MN) and morphological damages
in peripheral blood samples of cancer patients exposed to radiotherapy (RT) for lung tumors. For
this purpose, we used in vivo cumulative dose-effect relationship, and correlated these data with
statistical parameters. Cytological analyses were performed on white blood cells (WBC) of patients
exposed to γ–radiation. MN assay was used as a biomarker of radiation damage. Besides, the
effect of different factors like smoking status and age was investigated by MN assay. Scoring of MN
was performed on mononucleated lymphocytes. Peripheral blood smears were prepared for
morphological characterization and the number of WBC. The results indicated that, morphological
damages and MN frequency in WBC were significantly higher in cancer patients exposed to γ–
radiation than in the controls, and difference was statistically significant (P<0.01). The
morphological changes such as vacuolization, membrane defects and increase in cytoplasmic
granulation were detected in WBC. Moreover, an increase in the frequency of MN and a decrease
in the numbers of WBC were observed depending on radiation dose. In conclusion, it was showed
that morphological damages and MN frequency are very sensitive and useful biomarkers for the
investigation of the effects of RTBu çalışmada, akciğer tümörleri nedeniyle radyoterapiye (RT) maruz kalan kanser hastalarının
periferal kan örneklerindeki morfolojik hasarları ve mikronukleus (MN) sıklığını belirlemeye çalıştık.
Bu amaçla, in vivo kümülatif doz-etki ilişkisini kullandık ve bu verileri istatistiksel parametreler ile
ilişkilendirdik. Sitolojik analizler, γ–radyasyonuna maruz kalan hastaların beyaz kan hücrelerinde
(WBC) gerçekleştirildi. MN testi, radyasyon hasarının bir belirteci olarak kullanıldı. Ayrıca, sigara
alışkanlığı ve yaş gibi farklı faktörlerin etkileride MN testi kullanılarak araştırıldı. MN sayımı, tek
nükleuslu lenfositlerde gerçekleştirildi. WBC’nin sayısı ve morfolojik özelliklerini belirlemek
amacıyla periferal kan yayma preparatları hazırlandı. Sonuçlar, γ–radyasyonuna maruz kalan
kanser hastalarının WBC’deki MN sıklığı ve morfolojik hasarların, kontrol grubundakilerden oldukça
yüksek olduğunu gösterdi ve fark istatistiksel olarak önemliydi (P<0.01). WBC’de voküolizasyon,
membran kusurları ve sitoplazmik granülasyonda artış gibi morfolojik değişmeler belirlendi. Ayrıca,
radyasyon dozuna bağlı olarak MN sıklığında bir artış ve WBC’nin sayısında ise bir azalma
gözlendi. Sonuç olarak, morfolojik hasarlar ve MN sıklığının, RT ’nin etkilerini araştırmak için çok
hassas ve kullanışlı biyolojik belirteçler olduğu gösterildi
Determination of Alteration in Serum Alkaline Phosphatase (ALP) Levels in Patients With Lung Cancer Receiving Radiotherapy
Bu çalışmada, radyoterapiye bağlı olarak serum alkalin fosfataz (ALP) enzim düzeylerindeki
değişimi belirlemeye çalışıldık. Bunun için uygulama süresi-etki ilişkisini kullandık ve bu verileri
istatistiksel parametreler ile destekledik.
Çalışma 20 akciğer kanserli hastayı kapsamaktadır. Her bir hastadan dolaşım kanı alındı ve
santrifüjleme işleminden sonra serumları ayrıldı. Serum örneklerindeki toplam ALP miktarları
otoanalizatör cihazı kullanılarak belirlendi.
Sonuçta kontrollerle karşılaştırıldığı zaman, radyoterapi öncesinde akciğer kanseri hastaların
serum ALP düzeylerinde önemli bir farklılık gözlenmedi. Fakat 6, 12 ve 20 nolu hastalar hariç tüm
hastalarda, radyoterapi süresince radyasyonun uygulama süresine bağlı olarak ALP düzeylerinde
bir değişim vardı. Deneysel veriler, ALP düzeylerinin birinci haftaki radyasyon uygulamasının
sonunda arttığını, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci haftanın sonunda ise azalma eğilimine girdiği
gösterdi.
Sonuç olarak, o görüldü ki, ALP radyasyon tarafından teşvik edilen biyokimyasal değişmelerin
belirlenmesinde kullanışlı bir biyomarkır (belirleyici) dırIn this study we tried to define alteration in levels of serum alkaline phosphatase (ALP) enzyme
depend on radiotherapy. Therefore, we used treatment time-effect relationship, and to correlate
these data with statistical parameters.
The study includes 20 lung cancer patients. Venous blood was obtained from each patients and the
serum was separated from the whole blood after centrifugation process. Total ALP levels in serum
samples was determined using autoanalyser.
As a result, a significant difference was not observed in serum ALP levels from lung cancer
patients before radiotherapy when compared with the controls. However, in all patients except 6,
12 and 20, there was an alteration in ALP levels during the radiotherapy depending on treatment
time of radiation. Experimental data showed that ALP levels increased significantly at the end of
one week radiation treatment and exhibited a decreasing trend at the end of second, third, fourth
and fifth weeks.
Consequently, it is shown that ALP is a useful biomarker for determination of biochemical
alterations induced by radiatio
The Deteriınation Of Alteration in Plasma Trace Element Levels Of Patients With Lung Cancer Receıved Radıotherapy
İz elementler insan sağlığı ve hastalıklarda önemli bir rol oynar. Cd gibi bazıları gerekli değildirler,
fakat diğerleri normal metabolizma fonksiyonlarının devamı için gereklidirler. Bu elementler hücre
ve dokuların farklı metabolik yollarında görev alırlar. Gerekli ve gerekli olmayan iz elementlerin her
biri hücre, doku ve sıvılar içerisinde yüksek miktarlarda bulunurlarsa toksik olabilirler. Bu
çalışmada, beş hafta süresince radyoterapi alan akciğer kanserli hastaların kan plazmaları
içerisindeki iz element seviyelerindeki değişim belirlendi.
Plazma içindeki iz elementlerin ölçümü EDS kullanılarak gerçekleştirildi.
Sonuçta, kontrollerle karşılaştırıldığı zaman tüm hastalarda, maruziyet süresine bağlı olarak iz
element seviyelerinde önemli bir değişim gözlendi. Radyoterapi süresince hastaların
plazmalarındaki Na, Mg, Ca, Se, Rb ve Mo seviyeleri oldukça azaldı. Fakat, Al, S, V, Fe, Cu, Ar,
Cd, Co, Mn, Hg ve Pb seviyeleri ise bir artış gösterdi. Diğer bir ifadeyle, toksik elementlerin
seviyelerinde radyasyon ile ilişkili bir artış, gerekli iz elementlerin seviyelerinde ise bir azalma
gözlendi. Ayrıca, kontrollerle karşılaştırıldığı zaman, kanser hastalarında radyoterapi öncesinde
plazmadaki toksik iz elementlerin seviyeleri daha yüksekti, ve farklar istatistiksel olarak önemliydi.
Sonuç olarak, radyoterapi kanser hücreleri üzerinde öldürücü bir etkiye sahiptir, fakat iz elementler
gibi hücreler için hayati öneme sahip substratlar üzerinde de bazı toksik etkilere sebep olabilir. Bu
nedenle, sağlıklı hücreler ve dokular üzerine radyoterapi uygulamalarının etkileri en aza
indirgenmeli ve alternatif metotlar geliştirilmelidir.Trace elements play an significant role in human healt and disease. Some, as Cd, are nonessential
but others are essential for continue of normal metabolizma functions. These elements
are take office in different metabolic pathway of cell and tissues. Each of essential and nonessential
trace element may be toxic if found in cell, tissue and fluids in large concentrations. In this
study, the alteration in trace element levels in blood plasma of patients with lung cancer received
radiotherapy during five weeks were determined.
Measurement of trace elements in plasma was carried out by using EDS.
As a result, there was an important alteration in trace element levels depend on exposure time in
all patients when compared to controls. Na, Mg, Ca, Se, Rb and Mo levels fairly decreased in
plasma of patients during radiotherapy. But Al, S, V, Fe, Cu, Ar, Cd, Co, Mn, Hg and Pb levels
showed an increase during radiotherapy. In other words, an increase related with radiation in levels
of the toxic trace elements, a decrease in levels of the essential trace elements were observed.
Besides, the levels of toxic trace element in plasma were more elevated in cancer patients before
radioterapy when compared to controls, and differences were statistically significant.
Consequently, radiotherapy has a lethal effect on cancer cell but causes some toxic effects on vital
substrates for cells as trace elements. Therefore, effects of radiotherapy applications on healthy
cells and tissues must be minimized and alternative methods should be developed
Chromosomal aberrations induced by radiotherapy in lymphocytes from patients with lung cancer
In this study we tried to define incidence and types of chromosomal aberrations (CAs) caused by radiotherapy (RT) in circulating
lymphocytes from patients with lung cancer. For this purpose, we used cumulative dose–effect relationship, and correlate these data with
statistical parameters. CAs were evaluated in terms of chromosome break, dicentric, ring and chromosome gap. Abnormal metaphase
number(AMN) was also calculated. Chromosome studies were carried out in peripheral blood lymphocytes of 20 cancer patients receiving
RT. Patients were treated with 10 Gy of gamma (γ) radiation during five wk(s). In all patients, a significant increase in AMN and frequency
of CAs (e.g. chromosome break, dicentric, ring and chromosome gap) observed during the RT depend on cumulative radiation dose when
compared to before RT, and this increasewas statistically significant (p<0.05). The highest CAs frequency was observed at the end of fifth
wk. Among the CAs, chromosome breaks have a high incidence. But no CAs and abnormal metaphase was observed in lymphocytes
before RT. The present study showed that RT possess a significant effect in increasing of CAs and chromosome break, dicentric, ring and
chromosome gap are very sensitive and useful biomarkers in the study of this effect. In other words, these CAs may be used as possible
fingerprints of R
The Investigation Of Heavy Metal Accumulation In Cladophora Glomerata (Chlorophyce)
Bu çalışmada, Kızılırmak Nehri üzerinde belirlenen beş istasyondan
toplanan Cladophora glomerata (Chlorophyceae) örneklerinde ağır metal
birikiminin düzeylerini araştırdık. Bu amaçla bitkinin fotosentez, solunum,
büyüme ve gelişmesinde etkili olan sodyum (Na), magnezyum (Mg), fosfor
(P), potasyum (K), kalsiyum (Ca), mangan (Mn), selenyum (Se) ve iyot (I)
gibi iz ve makro elementler ile, belirli bir miktarın üzerinde canlılar için
toksik sayılan alüminyum (Al), krom (Cr), demir (Fe), nikel (Ni), bakır (Cu),
çinko (Zn), kadmiyum (Cd) ve kurşun (Pb) gibi ağır metallerin yoğunlukları,
elektron dağılım spektroskopisi (EDS) kullanılarak belirlendi. Sonuçta,
üçüncü, dördüncü ve beşinci istasyonlardan toplanan örneklerdeki ağır metal
seviyeleri, birinci ve ikinci istasyondan toplanan örneklerle
karşılaştırıldığında daha yüksekti. Bu sonuçlar Cladophora glomerata’nın
ağır metal birikiminin araştırılmasında hassas ve kullanışlı bir biyoindikatör
olduğunu gösterdi.This study, we investigated the levels of heavy metal accumulation in
Cladophora glomerata. (Chlorophyceae) samples collected from five
different stations determined on Kızılırmak river. For this aim, the intensity
of the trace and macro-elements such as sodium (Na), magnesium (Mg), phosphorus (P), potassium (K), calcium (Ca), selenium (Se) and iodine (I)
which is required for photosynthesis, respiration, grown and develop of plant
and heavy metals such as aluminium (Al), chrome (Cr), iron (Fe), nickel
(Ni), copper (Cu), cadmium (Cd), zinc (Zn) and lead (Pb) which are
respected as toxic for alives were determined by using electron disperse
spectroscopy (EDS). As a result, the accumulation levels of heavy metal in
the samples collected from third, fourth and fifth stations were higher when
compared with samples collected from first and second stations. These
results indicate that Cladophora glomerata was very sensitive and useful
bioindicator for the investigation of the heavy metal accumulatio