186 research outputs found
REKABET İLİŞKİLERİ TEMELİNDE ULUSAL TELEVİZYON ENDÜSTRİLERİ VE TRT’NİN KÜLTÜREL ROLLERİ AÇISINDAN KONUMLANMA ÇABALARI
Son yıllarda tüm dünyada küresel dijital platformların hakimiyetinde yapılanan yayıncılık endüstrilerinde kamu hizmeti yayıncılarının konumu ve geleceğine dair tartışmalar da onlarla bağlantılı olarak sürmektedir. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren yeni medya mecralarına uyum sağlamaları ve bu mecraları etkin bir şekilde kullanmaları temelinde şekillenen bir eğilim kamu hizmeti yayıncıları açısından belirginleşirken, bu durum kendi talep üzerine video (VOD) platformlarını kurmaya kadar uzanmaktadır. Kamu hizmeti yayıncılarının bu adımları piyasa ilişkilerinin hâkim olduğu bir ortam temelinde şekillenmektedir. Bu gelişmeler 1980’li yıllardan günümüze uzanan süreçte giderek belirginleşen neoliberal politikalar, küreselleşme dinamikleri ve yeni medya teknolojileri gibi medya sektörünü yeniden yapılandıran daha temel dinamiklerle bağlantılı olarak biçimlenmektedir. Son dönemde kamu hizmeti yayıncılarının kendi ulusal pazarlarında etkin bir konum edinme ve birer içerik üreticisi ve dağıtıcısı olarak bu pazarların küresel aktörler karşısındaki konumunu güçlendirme gibi rollerle kendisini konumlandırması da bu gelişmelerle bağlantılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, medya sektörünün piyasa temelli hâkim yapılanışı içinde yaşanan dönüşümler bir yandan kamu hizmeti yayıncılığı açısından çelişkili bir yapı ortaya çıkarırken diğer yandan da bu anlayışı sürdürme ve geliştirme adına yeni fırsatlar ve meşruiyet dayanaklarını ortaya çıkarmaktadır. Giderek yoğunlaşan rekabet ortamı ve piyasa hakimiyeti kamu hizmeti yayıncılarına kendi konumlarını kültürel açıdan tanımlamaları için yeni bir ortam sunmaktadır. Bu gelişmeler Türkiye’de de TRT’nin medya sektöründeki konumu, içerik üretimi alanına yaptığı yatırımlar ve yeni medya platformlarıyla etkileşimi ve hatta son dönemdeki platformlaşma yönelimi üzerinden izlenebilmektedir. Bu çalışmada TRT’nin özellikle 2010’lu yıllarda içerik üretim ve dağıtım alanlarında gerçekleştirdiği faaliyetleri üzerinden medya sektöründe ulusal içerik üretiminin ve dağıtımının en temel aktörlerinden biri ve kültürel yapının korunmasına hizmet eden anlayışın temsilcisi olarak konumlanma çabalarına dair bir analiz yapılmaktadır. Bu yönelimi hangi dinamiklerin şekillendirdiğini, TRT’nin neden yayıncılık faaliyetlerini yeniden kültürel açıdan ve kamu hizmeti anlayışı vurgusuyla tanımlama çabası içinde olduğunu ve bunun piyasa ile ilişkileriyle nasıl bir bağlantısının bulunduğunu anlamlandırmaya odaklanılmaktadır. Bu çerçevede; TRT’nin yöneliminin temel olarak piyasa dinamiklerine dayalı rekabet ilişkileri çerçevesinde biçimlendiği, bu yapının kamu hizmeti ilkelerine ve köklerine yönelerek kendisini konumlandırma biçimini şekillendirdiği ileri sürülmektedir. TRT’nin faaliyet raporları ve kamusal tartışmaların izlendiği gazete arşivleri üzerinden, belge analizine dayalı nitel bir çalışma gerçekleştirilmektedir
Evaluation of nursing students 'attitudes towards brain drain : Hemşirelik öğrencilerinin beyin göçüne yönelik tutumlarının değerlendirilmesi
Aim: The study was carried out in a descriptive type in order to evaluate the attitudes of nursing students towards brain drain.
Method: The research was conducted with 589 nursing students studying at a public university and agreeing to participate in the study. The data were collected using “Descriptive Features Form” and “Brain Drain Attitude Scale in Nursing Students”. Descriptive statistics, independent samples t test and ANOVA test were used to analyze the data.
Findings: It was determined that more than half of the students were in the 20 years and below, female, single, 29.4 of them are studying in the first class, 77.6% of their families live in the city center and 45.0% of them have income above the minimum level. Also 81.8% of the students stated that they knew English as a foreign language, 61.1% of them knew foreign language in medium level and 94.1% did not participate in any student exchange program. The students' average score taken from the Brain Drain Attitude Scale in Nursing Students was found to be 42.98 ± 9.91. A statistically significant difference was found between the scale total score of the students and the class level where students study, the level of income, the level of known foreign language, and participation in student exchange programs (p <0.05).
Conclusion: It was determined that attitudes of nursing students towards brain drain were below average. In line with the results of the research, it is recommended to conduct similar studies with different sample groups.
Extended English summary is in the end of Full Text PDF (TURKISH) file.
Özet
Amaç: Çalışma, hemşirelik öğrencilerinin beyin göçüne yönelik tutumlarını değerlendirilmek amacı ile tanımlayıcı türde gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Araştırma bir devlet üniversitesinde öğrenim gören ve çalışmayı katılmayı kabul eden 589 hemşirelik öğrencisi ile gerçekleştirilmiştir. Veriler “Tanımlayıcı Özellikler Formu” ve “Hemşirelik Öğrencilerinde Beyin Göçüne Yönelik Tutum Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, independent samples t testi ve ANOVA testi kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %59.1’ inin 20 yaş ve altında, 75.4’ ünün kadın, %99.2’ sinin bekar olduğu, 29.4’ ünün birinci sınıfta öğrenim gördüğü, %77.6’ sının ailesinin şehir merkezinde yaşadığı ve %45.0’ ının gelir durumunu asgari düzeyin üzerinde olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin %81.8’ i yabancı dil olarak İngilizce’ yi bildiğini, %61.1’ i orta düzeyde yabancı dil bildiğini ve %94.1’ i herhangi bir öğrenci değişim programına katılmadığını ifade etmiştir. Öğrencilerin, Hemşirelik Öğrencilerinde Beyin Göçüne Yönelik Tutum Ölçeği’ nden aldıkları puan ortalaması 42.98±9.91 olarak bulunmuştur. Öğrencilerin ölçek toplam puanı ile öğrenim gördükleri sınıf, gelir düzeyi, bilinen yabancı dil düzeyi ve öğrenci değişim programlarına katılma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05).
Sonuç: Hemşirelik öğrencilerinin beyin göçüne yönelik tutumlarının ortalamanın altında olduğu belirlenmiştir. Araştırma sonucu doğrultusunda farklı örneklem grupları ile benzer çalışmalar yapılması önerilmektedir
Dalaman tarım işletmesinde yetiştirilen siyah-alacalarda buzağılama mevsiminin süt verimine etkisi
Data of 866 lactations collected from 251 cows raised at Dalaman State Farm in Mugla province between 1989
and 1996 were analyzed. Two calving seasons were determined on data set based on average monthly air
temperature. These are the first calving season (November 1 - April 30 ) which is within the comfort zone for
cows, and the second calving season (May 1 - October 31 ). Milk yield, calving year, lactation number and
calving season were evaluated. The effect of lactation number (p<0.01), calving year (p<0.01) and, calving
season (p<0.01) on 305-d milk yield were found statistically significant. The least-square means and standard
errors of milk yield for the first and the second calving season were 7493.54±70.29 kg and 7180.63±81.08 kg,
respectively.Mugla Ili Dalaman Tarım Isletmesinde 1989 1996 yılları arasında yetistirilen 251 hayvana iliskin toplam 866
laktasyon verileri toplanarak degerlendirilmistir.Aylık ortalama hava sıcaklıkları dikkate alınarak iki buzagılama
mevsimi olusturulmustur. Bunlar, konfor sınırları içerisinde olan 1. buzagılama mevsimi (01 Kasım 30 Nisan) ve
2. buzagılama (01 Mayıs 31 Ekim) mevsimidir. Süt verimleri, buzagılama yılı, laktasyon sırası ve buzagılama
mevsimi degerlendirilmistir. Yapılan degerlendirmede 305 günlük süt verimine laktasyon sırası (p<0.01),
buzagılama yılı (p<0.01) ve buzagılama mevsiminin etkisi (p<0.01) önemli bulunmustur. Süt verimine iliskin 1.
ve 2. buzagılama mevsiminin en küçük kareler ortalamaları ve standart hataları sırasıyla 7493.54±70.29 kg ve
7180.63±81.08 kg olarak belirlenmistir
Effect of different slaughter weights, genotype and sex on sensory attributes of chicken breast meat
Bu çalışma; farklı kesim ağırlığı, genotip ve cinsiyet faktörlerinin etlik piliçlerde göğüs eti duyusal özellikleri üzerine etkilerini saptamayı hedeflemiştir. Yavaş- (YG) ve hızlı-gelişen (HG) etçi civcivler (Sasso ve Cobb-308) yer bölmelerinde (12 piliç/m2) beslenmiştir. Piliçler düşük, orta ve yüksek canlı ağırlıkta (1.5, 2 ve 2.5 kg) kesime sevk edilmişlerdir. Söz konusu ağırlıklara HG’ler 41., 53. ve 58.; YG’ler ise 62., 73. ve 82. günlerde ulaşmışlardır. Farklı kesim ağırlığındaki her iki genotipten 20’şer (10 erkek, 10 dişi) karkas lezzet paneli için rasgele seçilmiştir. Bunların sağ göğüs etleri derisiz olarak ayrılmış ve tüketici paneline dek -18ºC’de tutulmuştur. Toplam 120 adet göğüs eti çözdürülmüş ve iki taraflı pişirme özelliğine sahip ızgarada, alüminyum folyo arasında pişirilmiştir. Pişirilen örnekler 80 kişiden oluşan bir tüketici paneline sunulmuştur. Panelistler, örnekleri koku, yumuşaklık, tat ve genel beğeni bakımından 10 puan üzerinden (1=aşırı kötü, 10=mükemmel) değerlendirmişlerdir. Koku bakımından yüksek kesim ağırlığına sahip grup daha fazla beğenilmiştir (P<0.05). Kesim ağırlığı, etin yumuşaklığı ile genel beğeniyi de etkilemiştir (P<0.05), en düşük ortalamalar 1.5 kg’lık gruplarda saptanmıştır. Dişilerden elde edilen etler daha yumuşak bulunmuştur (P<0.01). Hem genotip, hem de kesim yaşı ile interaksiyonu; yumuşaklık, tat ve genel beğeniyi etkilemiştir (P<0.01); yüksek kesim ağırlığında YG’ler, düşük ve orta kesim ağırlığında HG’ler daha yüksek değerler göstermişlerdir.This study aimed to asses the impact of slaughter weights, genotype and sex on sensory attributes of breast meat. Slow- (SG) and fast-growing (FG) broilers (Sasso and Cobb-308) were raised indoor pens (12 chickens/m2). The birds were slaughtered at light, medium and heavy (1.5, 2 and 2.5 kg) body weight. Slaughter ages were 41, 53, or 58 days for FG and 62, 73, or 82 days for SG. Twenty carcasses (10 female, 10 male) were randomly selected for sensory evaluations from both genotypes in different slaughter weights. The right skinless breast fillets of them were manually dissected and stored at -18ºC until consumer panel. A total 120 breast fillets were thawed and cooked between aluminum foil in two sided grill. Cooked samples were served to 80 consumer panelists. The panelists evaluated samples for odor, tenderness, taste and acceptance on ten-point scales (1=dislike extremely and 10=like extremely). It was observed that the heavy group was most preferred group according to odour scores (P<0.05). Slaughter weight also affected tenderness and acceptability (P<0.05), the lowest scores were obtained for light groups. It was found that meat comes from female was more tender compared to male (P<0.01). Genotype and its interaction with slaughter weight had significant effects (P<0.01) on tenderness, flavour and acceptability; SG in the heavy weight group, FG in the light and medium weight groups performed higher scores
Successful management of aggressive fibromatosis of the neck using wide surgical excision: a case report
<p>Abstract</p> <p>Introduction</p> <p>Aggressive fibromatosis is a benign tumor, thought to arise from deep musculoaponeurotic structures, rarely found in the head or neck. However, when it does occur in the head and neck region, it tends to be more aggressive and associated with significant morbidity, which may be attributed to the vital vascular, neurological or anatomical structures in close proximity.</p> <p>Case presentation</p> <p>We report the case of a 39-year-old Pakistani man who presented with a two-month history of a lump on the right side of his neck. The mass was excised and histopathological analysis revealed a case of aggressive fibromatosis.</p> <p>Conclusion</p> <p>Due to the rarity of the condition no guidelines are available on the indications and extent of each modality. Due to its aggressive behavior and tendency to invade local structures and recur, a multi-modality management strategy is usually employed. On the basis of this case, we suggest that aggressive surgery is a viable management option and may be successfully used as a single modality treatment.</p
Epithelioid sarcoma in the thoracic spine
Epithelioid sarcoma is a rare and highly malignant soft tissue tumor that is commonly found in the extremities and rarely in the trunk area. This malignant tumor often mimics granuloma or nodular fasciitis, which causes a delay in establishing the diagnosis. This type of cancer has a high recurrence rate. Surgical treatment requires wide radical resection. The objective of this case report is to highlight the unique location of a rare neoplasm and to illustrate the relentless course of epithelioid sarcoma despite initial radical resection. A 14-year-old boy was admitted to our facility with a soft tissue mass on the right lower thoracic spine. The large tumor mass had deeply penetrated into the muscles, infiltrated the neuroforamen of T9–T10 level, and compressed the dural sac. Immunohistological study of the biopsy was highly consistent with an epithelioid sarcoma. Wide excision of the mass, laminectomy and spine fusion with instrumentation was performed. The patient received chemotherapy and irradiation. The first recurrence of the neoplasm was seen as a contralateral metastasis 21 months after the resection. On the last follow-up, 3 years postoperatively, the patient was in a good general condition. However, further progression of the sarcoma had to be recognized. Our case encompasses multiple features that represent negative prognostic factors. Initial wide excision of the neoplasm and adjuvant therapy including chemotherapy and irradiation seem to slow down the relentless course of epithelioid sarcoma in the trunk
Solid variant of aneurysmal bone cyst of the heel: a case report
<p>Abstract</p> <p>Introduction</p> <p>An aneurysmal bone cyst is a benign but often rapidly expanding osteolytic multi-cystic osseous lesion that occurs as a primary, secondary, intra-osseous, extra-osseous, solid or conventional lesion. It frequently coexists with other benign and malignant bone tumors. Although it is considered to be reactive in nature, there is evidence that some aneurysmal bone cysts are true neoplasms. The solid variant of aneurysmal bone cyst is a rare subtype of aneurysmal bone cyst with a preponderance of solid to cystic elements. Such a case affecting the heel, an unusual site, is reported.</p> <p>Case presentation</p> <p>A 26-year-old Caucasian man presented with pain and swelling in his left lower extremity. A plain radiograph demonstrated an intra-osseous, solitary, eccentric mass in the front portion of the left heel. Computed tomography and magnetic resonance imaging scans showed that the lesion appeared to be sub-cortical, solid with a small cystic portion without the characteristic fluid-fluid level detection but with distinct internal septation. Bone images containing fluid-fluid levels are usually produced by aneurysmal bone cysts. The fluid-fluid level due to bleeding within the tumor followed by layering of the blood components based density differences, but it was not seen in our case. An intra-lesional excision was performed. Microscopic examination revealed fibrous septa with spindle cell fibroblastic proliferation, capillaries and extensive areas of mature osteoid and reactive woven bone formation rimmed by osteoblasts. The spindle cells had low mitotic activity, and atypical forms were absent. The histological features of the lesion were consistent with the solid variant of an aneurysmal bone cyst.</p> <p>Conclusion</p> <p>Solid aneurysmal bone cysts have been of great interest to pathologists because they may be mistaken for malignant tumors, mainly in cases of giant cell tumors or osteosarcomas, because of cellularity and variable mitotic activity. It is rather obvious that the correlation of clinical, radiological and histological findings is necessary for the differential diagnosis. The eventual diagnosis is based on microscopic evidence and is made when a predominance of solid to cystic elements is found. The present case is of great interest because of the nature of the neoplasm and the extremely unusual location in which it developed. Pathologists must be alert for such a diagnosis.</p
Fermented juices as reducing and capping agents for the biosynthesis of size-defined spherical gold nanoparticles
Gold nanoparticles (AuNPs) are of scientific and industrial significance; however, the traditional synthesis methods employ toxic compounds. Hence, non-toxic and environmentally friendly AuNPs synthesis methods are of special interest. Here, AuNPs were produced using four solutions of fermented grape juices. UV/Vis absorption spectrophotometry and transmission electron microscopy indicated that AuNPs synthesized with a solution based on semi-sweet red grapes were mostly spherical with narrow size distribution (average diameter of 82.1 ± 36.2 nm). AuNPs of similar spherical morphology but smaller size were obtained using a solution based on semi-dry red grapes (57.1 ± 16.4 nm). A large variety of AuNPs shapes and broader size distribution were produced when solutions based on semi-sweet or dry white grapes were applied. In this case, the average sizes of the AuNPs were 271.6 ± 130.2 nm and 76.0 ± 47.2 nm, respectively. Using energy dispersive X-ray spectroscopy, Au, C, and O were detected, confirming formation of biogenic AuNPs in all cases. Mie theory calculations for AuNPs synthesized with the aid of solutions based on red grapes suggest that their optical properties are different and best suited for distinct downstream applications. Attenuated total reflectance Fourier transform infrared spectroscopy, the Folin-Ciocalteu assay, and the Bertrand's method were used to examine bioactive compounds present in the solutions applied for synthesis. Phenolics, and to a lesser extent reducing sugars, were identified as likely playing a significant role in reduction and stabilization of the AuNPs. These results display the great potential of these solutions for green synthesis of size defined AuNPs, and illustrate that different grape varieties may be used to obtain AuNPs with unique properties. Keywords: Nanostructures, Bioreduction process, Phenolics, Reducing sugars, Mie scatterin
- …