8 research outputs found
Relationship of Lysosomal Storage Diseases (LSD) with Autophagy
Lysosomes are organelles that degrade damaged components or structures that have completed their functions and have roles in the last step of the autophagy pathway. Damage of the autophagy-lysosome pathway can cause vital problems for the cell. Lysosomal storage diseases (LSD) are one of the most common human genetic disorder caused by gene mutations. Up to now, more than 70 LSD were identified. LSD is mainly caused by functional disorders of enzymes in lysosomes or proteins associated with lysosomes. These disorders lead to the accumulation of undigested macromolecules in cells LSD can cause many systemic damages mainly in the nervous system, skeletal system, and reticuloendothelial system especially at early stages of the disease. Modulation and reactivation of autophagy is accepted as a new therapeutic approach for LSD. In this review, the general mechanisms of the relationship between lysosomal storage diseases and autophagy were evaluated together with the treatment approaches
Baharatlarda Salmonella spp. aranmasında llasik mikrobiyolojik yöntemlerle Real-Time PCR’ın karşılaştırılması
Bu arastırmada Izmir ilinde toplanan 66 adet baharat örneginde (15 kimyon, 10 kekik, 5 biberiye, 9 kisnis, 8 anason, 5 defne tozu, 6 rezene, 8 adaçayı) Salmonella sp. hem klasik mikrobiyolojik yöntemlerle hem de Real-Time PCR yöntemi kullanılarak aranmıstır. Tüm örnekler genel mikrobiyal yükün belirlenmesi için toplam aerobik mezofilik bakteri, maya-küf, koliform grubu bakteriler, fekal koliform ve Bacillus sp. açısından da incelenmis ve baharatların mikrobiyal yükü ile Salmonella bulunması arasındaki iliski incelenmistir. Buna göre tüm örneklerdeki toplam aerobik mezofilik bakteri sayıları 5,1x103 kob/g ile 2,0x108 kob/g, maya küf sayıları 1,1x102 kob/g ile 1,2 x 104 kob/gr, Bacillus sp. sayısı 9,9 x101 kob/g ile 1,6 x 102 kob/g arasında bulunmustur. 66 örnek için toplam koliform bakteri sayısının ortalaması 7,8 x 102 EMS/gr olarak bulunmustur ve bu degerler biberiye ve rezenede 10 hücreden daha azdır. 66 örnek için toplam fekal koliform sayısı da ortalama olarak 10 dan küçüktür. Yapılan çalısmalar sonucunda örneklerin hiçbirinde Salmonella sp.’ye rastlanmamıstır. Klasik mikrobiyolojik yöntemlerle yaklasık 5 gün, Real time PCR’la ise ön zenginlestirme basamagı da dahil olmak üzere 18- 20 saat sürmüstür. Ayrıca klasik mikrobiyolojik yöntemler kullanıldıgında besiyerinde pozitif sayılabilecek örnekler lateks aglütinasyon testinde negatif sonuç vermistir. Bu da klasik mikrobiyolojik yöntemlerin yanlıs pozitif sonuç verebilecegine isaret etmektedir. Sonuç olarak, Real-Time PCR hem özgüllük hem duyarlılık hem de az zamanda sonuç alınabilmesi açısından, laboratuarlardaki rutin analizlerde klasik mikrobiyolojik yöntemlere bir alternatif olarak sayılabilir
Gebelik sürecinde paternal anti-HLA antikorların araştırılması
Gebelik, organ nakillerinde redlere sebep olan duyarlılaşma olaylarından biridir. Fetal hücreler tarafından ifade edilen paternal antijenlerin maternal immün sistem tarafından tanınması ile anti-HLA antikorları üretilir. Bu çalışmada İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Doğum Polikliniğine başvuran gebelerde, trimesterlara göre anti-paternal anti-HLA antikor profillerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bunun için 41 gebenin 1-13, 14-26 ve 27-42 haftalar arasında toplanmış olan serumlarındaki anti-HLA antikorları tarama ve tanımlaması, Luminex’e dayalı panel reaktif antikor yöntemi ile yapılmıştır. Gebelerin anti-HLA antikor üretme yüzdelerine bakıldığında, %54’ünün panel reaktif antikor tarama sonucu pozitif olarak değerlendirilmiştir. Sınıf I ve/veya Sınıf II. PRA tarama testi ile yapılan analizin sonucunda, I ve II. Trimesterda PRA pozitiflik oranı değişmezken (n=18), III. Trimesterda bu oran artmıştır (n=22). Trimesterlara göre SI, SII ve hem SI hem de SII pozitiflikleri incelenmiş ve ilk iki trimesterda herhangi bir değişiklik görülmemesine rağmen (%33 SI, %28 SII, %39 SI ve SII), III. trimesterda sadece SII ve hem SI hem de SII ‘si pozitif olanların sayısı ise artmıştır (sırasıyla %36 ve %41). Gebelik sayılarına göre anti-HLA antikoru üretim oranlarına bakıldığında, ilk gebeliği olan kişilerin %42’sinin, ikinci gebeliği olanların %50’sinin, üç ve daha fazla gebeliği olanların ise %67’sinin anti-HLA antikoru ürettiği tespit edilmiştir. Her üç grupta da, III. trimesterda sınıf II anti HLA antikor üretiminin arttığı belirlenmiştir. PRA Tarama sonucu pozitif olan hastaların antikor profilleri tanımlandığında ise en sık tspit edilen antikorlar, sınıf I HLA antijenlerine karşı anti HLA-A2 (n=5/14) ve HLA-B7 (n=2/14), Sınıf II HLA antijenlerinde ise en fazla DR7 ve DQ2 antikoru tanımlanmıştır (n=5/17). Sonuç olarak anti-HLA antikor üretiminin 27. Haftadan sonra ve gebelik sayısının artması ile arttığı belirlenmiştir
Evaluation of facial complications of hyaluronic acid fillers
Objectives: This study aims to evaluate facial complications of dermal fillers and to increase the public awareness about seriousadverse outcomes of these applications.Patients and Methods: Between January 2015 and June 2019, a total of 12 patients (2 males, 10 females; mean age 41 years; range,28 to 64 years) who experienced hyaluronic acid (HA) filler-related complications were retrospectively analyzed. Complications wererecorded using the hospital records.Results: The mean follow-up was 7 (range, 6 to 9) months. In one patient, livedo reticularis over the nose caused by the filler tothe nasolabial fold was seen. In another patient, livedo reticularis over the nose caused by the HA filler for tip augmentation wasobserved. Both patients were treated with heating and oral acetylsalicylic acid. In another two patients, cellulitic infections wereobserved. Oral antibiotics and topical antibiotic cream were applied. In two patients, infraorbital edema was seen caused by HAfiller application to the nasojugal folds. Hyaluronidase was applied for treatment. In two patients, a granuloma was seen at the rightinfraorbital region and at the left nasolabial region, respectively. Both of them were treated with hyaluronidase. In one patient, agranuloma and infectious abscess of the upper lip caused by the HA filler application for lip augmentation was observed. For thetreatment of the abscess, surgical drainage was used and hyaluronidase was applied for the treatment of the granuloma. In threepatients, bruising was observed which was treated with the Arnica cream.Conclusion: Our study results show that fillers are not completely innocent products. We recommend that these materials shouldbe used in experienced hands in accordance with the relevant regulations