Açık Erişim@BUU
Not a member yet
37089 research outputs found
Sort by
Determination of anemia and dyslipidemia risk factors in children undergoing kidney transplantation and investigation of their effects on the graft
Anemi ve dislipideminin böbrek nakli olan çocuklarda greft üzerine etkisini ve bu faktörlerin gelişimine neden olan risk faktörlerinin araştırılması amaçlanılmıştır. Çalışmamız 81 hasta ile tamamlanmıştır. Hastaların demografik verileri tıbbi özellikler, verici bilgileri ve laboratuvar verileri kaydedilmiştir. Bu veriler böbrek nakli sonrası anemisi bulunan/bulunmayan ve dislipidemisi bulunan/bulunmayan gruplar arasında karşılaştırılmıştır. Greft fonksiyonlarını etkileyebilen faktörlere risk analizi yapılmıştır. Böbrek nakli sonrası anemi bulunan hastaların, bulunmayan hastalara göre demir değerlerinin daha düşük ve demir bağlama kapasitesi değerlerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır (p0,05). Transplantasyon öncesi kullanılan diyaliz modalitelerinden özellikle hemodiyaliz uygulamaları posttransplantasyonal anemi ile ilişkilidir. Posttransplantasyonal dislipidemi için serum hemoglobinin ve GFH düzeyleri bir risk faktörü olarak bulunmuş olsa da çok değişkenli analizlere göre bu parametrelerden etkilenmemektedir. Nakli sonrası gelişen anemi ve dislipideminin greft fonksiyonları üzerine bir etkisi bulunmamaktadır.The aim of this study is to investigate the impact of anemia and dyslipidemia on grafts in children undergoing kidney transplantation, and to explore the risk factors contributing to the development of these factors. Our study was completed with 81 patients. The demographic data, medical characteristics, donor information, and laboratory data of the patients were recorded. These data were compared between groups with/without post-kidney transplant anemia and dyslipidemia. Risk analysis was conducted for factors that could affect graft functions. It has been determined that patients with post-kidney transplant anemia have lower iron levels and higher iron-binding capacity values compared to those without anemia (p0.05). Specifically, hemodialysis procedures among the dialysis modalities used before transplantation are particularly associated with posttransplant anemia. Although serum hemoglobin and GFR levels have been identified as risk factors for posttransplant dyslipidemia, according to multivariate analyses, these parameters are not affected. There is no impact of post-transplant anemia and dyslipidemia on graft functions
Reducing weight of the excavator arm by structural optimization and fatigue analysis
Günümüzde başta inşaat sektörü olmak üzere birçok alanda yaygın olarak kullanılan ekskavatörlerin önemli parçalarından olan ekskavatör kolu, ekskavatörün kepçesinin hareketini sağlamaktadır. Ekskavatör kolları, ekskavatörlerin kullanım alanlarına göre farklı boyutlarda ve şekillerde üretilmektedirler. Bu çalışmada, incelemek üzere örnek bir ekskavatör kolunun katı modeli Solid Works tasarım programı kullanılarak oluşturulmuş ve ekskavatörün 1000 kg değerinde bir yükü kaldırması durumunda ekskavatör kolu üzerinde kaldırılan yüke bağlı olarak oluşabilecek kuvvetlerin değerleri hesaplanmıştır. Kuvvetlerin değerleri bulmak için Matlab ve Gauss Eliminasyon Yönteminden yararlanılmıştır. Elde edilen kuvvet değerleri doğrultusunda ekskavatör koluna lineer statik analiz, topoloji optimizasyonu, şekil optimizasyonu ve yorulma analizi uygulanmıştır. Analiz ve optimizasyon süreçlerinden elde edilen sonuçlara göre ekskavatör kolu üzerinde uygun bölgelerde malzeme boşaltma ve iyileştirme işlemleri yapılarak, ekskavatör kolu için yeni tasarımlar oluşturulmuştur. Bu tasarım ile ekskavatör kolunun ağırlığının azaltılması amaçlanmış olup, aynı zamanda yapısal optimizasyon yöntemlerinin ağırlık azaltma işlemleri üzerimdeki etkileri de gösterilmeye çalışılmıştır. Lineer statik analiz, topoloji optimizasyonu, şekil optimizasyonu ve yorulma analizi için HyperMesh programı kullanılmıştır. Şekil optimizasyonu için HyperStudy' de genetik algoritma metodu kullanılarak optimum sonuçlar elde edilmiştir.Today, the excavator arm, which is one of the important parts of excavators that are widely used in many areas, especially in the construction sector, provides the movement of the excavator's bucket. Excavator arms are produced in different sizes and shapes according to the usage areas of excavators. In this study, a solid model of a sample excavator arm was created using the SolidWorks design program and the values of the forces that may occur depending on the load lifted on the excavator arm were calculated if the excavator lifted a load of 1000 kg. Matlab and Gauss Elimination Method were used to find the force values. In line with the force values obtained, linear static analysis, topology optimization, shape optimization and fatigue analysis were applied to the excavator arm. According to the results obtained from the analysis and optimization processes, material discharge and improvement operations were carried out in appropriate areas on the excavator arm and new designs were created for the excavator arm. With this design, it is aimed to reduce the weight of the excavator arm, and at thesame time, the effects of structural optimization methods on weight reduction works aretried to be shown. HyperMesh program was used for linear static analysis, topologyoptimization, shape optimization and fatigue analysis. Optimum results were obtained by using the genetic algorithm method in HyperStudy for shape optimization
STEAM field teachers' opinions and academic achievements on the flipped learning environment designed for robotic and coding education
Bu araştırmanın amacı, STEAM alan öğretmenlerinin deneyimlemiş oldukları ters yüz öğrenme yaklaşımı hakkındaki görüşlerinin belirlenmesi ve ters yüz öğrenme yaklaşımının akademik başarıya olan etkisinin incelenmesidir. Araştırma kapsamında ters yüz öğrenme yaklaşımıyla tasarlanmış 42 saatlik eğitimi içeren bir robotik ve kodlama kursu planlanmıştır. Bu araştırmanın çalışma grubunu devlet okullarının ortaokul kademesinde görev yapan 3 fen bilimleri, 3 bilişim teknolojileri, 3 teknoloji ve tasarım, 2 matematik öğretmeni olmak üzere toplamanda 11 STEAM alan öğretmeni oluşturmaktadır. Bu araştırmada karma araştırma yöntemlerinden gömülü desen kullanılmıştır. Araştırmanın nitel verilerinin toplanması için yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmıştır. Yarı yapılandırılmış görüşmelerde veriler araştırmacı tarafından uzman görüşleri alınarak hazırlanmış olan 5 açık uçlu soru içeren yarı yapılandırılmış görüşme formuyla toplanmıştır. Toplanan nitel veriler betimsel analiz yöntemiyle analiz edilmiştir. Araştırmanın nicel bölümünde tek grup ön test – son test deneysel desen kullanılmıştır. Nicel verilerin toplanması için STEAM alan öğretmenlerine araştırmacı tarafından geliştirilen, geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılmış 25 soruluk bir başarı testi uygulanmıştır. Araştırmanın nicel verileri SPSS programında yapılan Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi ile analiz edilmiştir. Araştırmanın nitel sonuçları incelendiğinde STEAM alan öğretmenlerinin ters yüz öğrenme yaklaşımı ve ters yüz öğrenme yaklaşımının alanlarında kullanılmasına yönelik görüşleri ortaya çıkmıştır. STEAM alan öğretmenlerinin görüşleri incelendiğinde ters yüz öğrenme yaklaşımının avantajlı yönlerinin fazla olduğu, bu yaklaşımın mevcut şartlarda kullanılmasının önündeki engeller kaldırıldığında STEAM alan derslerinde kullanılmasının derslerin verimini artıracağı görüşlerine ulaşılmıştır. Ters yüz öğrenme yaklaşımının bireysel öğrenmeyi desteklediği, hazır bulunuşluğu, öz güveni ve motivasyonu artıracağını ifade eden görüşlerin yanı sıra ters yüz öğrenme yaklaşımının her sınıf seviyesine, her ders ve konuya uygun bir yaklaşım olmadığını, öğretmenlerin sorumluluklarını ve iş yükünü artıracak bir yaklaşım olduğunu belirten görüşlere de ulaşılmıştır. Bununla birlikte STEAM alan öğretmenleri ters yüz öğrenme yaklaşımını kendi eğitim kariyerlerinde de kullanmak istediklerini belirtmişlerdir. Araştırmanın nicel verilerinin analizi sonucunda STEAM alan öğretmenlerinin ön test ve son test başarı puanları arasında anlamlı bir farklılık olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç robotik ve kodlama kursunda kullanılan ters yüz öğrenme yaklaşımının etkisini ortaya koymuştur.The aim of this research is to determine the opinions of STEAM field teachers about the flipped learning approach they have experienced and to examine the effect of the flipped learning approach on academic achievement. Within the scope of the research, a robotics and coding course including 42 hours of training designed with a flipped learning approach was planned. The study group of this research consists of 11 STEAM field teachers in total, 3 science, 3 information technologies, 3 technology and design and 2 mathematics teachers working at the secondary school level of public schools. In this study, embedded design from mixed research methods was used. Semi-structured interviews were conducted to collect the qualitative data of the research. In semi-structured interviews, the data were collected with a semi-structured interview form prepared by the researcher by taking expert opinions and containing 5 open-ended questions. The collected qualitative data were analysed by descriptive analysis method. In the quantitative part of the study, a single group pretestposttest weak experimental design was used. To collect quantitative data, a 25-question achievement test, developed by the researcher and whose validity and reliability studies were conducted, was administered to STEAM field teachers. The quantitative data of the study were analysed by Wilcoxon Signed Ranks Test in SPSS software. When the qualitative results of the research were analysed, the views of STEAM field teachers on the flipped learning approach and the use of the flipped learning approach in their fields were revealed. When the opinions of STEAM field teachers were examined, it was concluded that the flipped learning approach has many advantages and when the obstacles to the use of this approach under current conditions are removed, its use in STEAM field courses will increase the efficiency of the lessons. In addition to the opinions stating that the flipped learning approach supports individual learning and will increase readiness, self-confidence and motivation, there are also opinions stating that the flipped learning approach is not an approach suitable for every grade level, every lesson and subject, and that it is an approach that will increase teachers' responsibilities and workload has been reached. However, STEAM field teachers stated that they wanted to use the flipped learning approach in their own educational careers. As a result of the analysis of the quantitative data of the research, it was concluded that there was a significant difference between the pre-test and post-test success scores of STEAM field teachers. This result revealed the effect of the flipped learning approach used in the robotics and coding course
Bursa Uludag University Faculty of Medicine, Department of Pediatrics, division of Pediatric Endocrinology: retrospective evaluation of patients with congenital adrenal hyperplasia due to 21-hydroxylase deficiency applying to the clinic
Konjenital adrenal hiperplazi (KAH), adrenal steroidogenez yolağında enzim eksikliklerine bağlı, otozomal resesif, kalıtsal bir hastalıktır. KAH, en sık 21 hidroksilaz (21-OH) enzim eksikliğine bağlıdır. Bu çalışmada, hastaların klinik başvuru şekillerinin, klinik özelliklerinin ve tiplerinin dağılımınının, laboratuvar, tedavi ve uzun dönem verilerinin değerlendirilmesi ile literatüre katkı sağlanması amaçlanmıştır. Bu nedenle, 1991-2023 yılları arasında 21-OH enzim eksikliği tanısı almış 90 olgu retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastalar, klasik KAH (klasik tuz kaybettiren [TK] tip, klasik basit virilizan [BV] tip) ve non-klasik tip olarak ayrıldı. Hastaların %62,2'si kadın, %37,8'i erkek idi. Hastaların %88,9'u klasik KAH ( %72,5 TK-%27,5 BV) ve %11,1'i non-klasik KAH tanısı aldı. Klasik TK'de (%62 kadın-%38 erkek), BV'de (%50 kadın-%50 erkek) ve non klasikte (%90 kadın-%10 erkek) izlendi. Klasik TK'de ortanca yaş 18 gün, BV'de 3,76 yıl, non-klasik KAH'ta 8,55 yıl olarak belirlendi. Hastaların %44'ü yenidoğan döneminde tuz kaybı ile tanı aldı. Hastaların %21'inin kardeş, %30'unda ailede KAH ile akraba öyküsü, %29'unda anne baba arasında akraba evliliği olduğu görüldü. En sık başvuru şekli kadınlarda (%85,7) klitoromegali/kuşkulu genitalya, erkeklerde (%32) tuz kaybıydı. Olguların %98'i glukokortikoid, %64'ü mineralokortikoid (MK) alıyordu. MK alanların %17,2'sinin ilerleyen yaşlarda tedavi ihtiyacı olmadı. Kadın hastaların %91,6'sı kuşkulu genital düzeltici operasyon geçirdi. Tedavi sonrası hedef/final boyu bilinen hastalarda kadınların ortalama hedef boyu 157,47±5,78 cm, ortalama final boyları 151,71 cm±9,16; erkeklerde ortalama hedef boyu 168,9±6,47 cm, final boyları 165,4±8,3 ölçüldü. Sonuç olarak tuz kaybı, adrenal kriz gibi hayati tehdit oluşturması nedeniyle hastalığının iyi tanınması, erken dönemde tanı ve tedavisinin başlanması gerekmektedir. KAH, yakın takip ve izlemi gerektiren önemli bir hastalıktır.Congenital adrenal hyperplasia (CAH) is an autosomal recessive, hereditary disease caused by enzyme deficiencies in the adrenal steroidogenesis pathway. CAH is primarily associated with 21-hydroxylase (21-OH) enzyme deficiency. This study aims to contribute to the literature by evaluating the clinical presentations, features, and distribution of CAH types, along with laboratory, treatment, and long-term data of patients with CAH. Therefore, a retrospective analysis of 90 cases diagnosed with 21-OH enzyme deficiency between 1991 and 2022 was conducted. Patients were classified as having classical CAH (classic salt-wasting [SW] type, classic simple virilizing [SV] type), and non-classical type. Among the patients, 62.2% were female, and 37.8% were male. Notably, 88.9% were diagnosed with classical CAH (72.5% SW, 27.5% SV), and 11.1% were diagnosed with non-classical CAH. The distribution showed 62% female and 38% male in classical SW, 50% female and 50% male in SV, and 90% female and 10% male in non-classical CAH. The median age at diagnosis was 18 days for classical SW, 3.76 years for SV, and 8.55 years for non-classical CAH. Forty-four percent of patients were diagnosed with salt loss during the newborn period. Additionally, 21% had a sibling, 30% had a family history of CAH, and 29% had consanguineous marriages between parents. In females (85.7%), the most common presenting symptom was clitoromegaly/suspected genitalia, while it was salt loss in males (32%). Ninety-eight percent of cases received glucocorticoid treatment, and 64% received mineralocorticoid (MC) treatment. Notably, 17.2% of those receiving MC did not require treatment in later years. Corrective surgery for suspected genitalia was performed in 91.6% of female patients. After the treatment, the average target height for females was 157.47±5.78 cm, and the average final height was 151.71±9.16 cm. For males, the average target height was 168.9±6.47 cm, and the final height was 165.4±8.3 cm. In conclusion, due to life-threatening complications such as salt loss and adrenal crisis, early recognition and initiation of diagnosis and treatment are crucial for CAH. Continuous monitoring and follow-up are essential for managing this significant disease
The importance of telavangelism in American fundamentalism: The case of Pat Robertson
Fundamentalistler 20. asrın başında Amerika’daki evanjelikler arasında aşırı liberalleşmeye ve özellikle de Kutsal Kitap üzerinde yapılan yoğun kritiklere tepki olarak ortaya çıkan bir gruptur. İsimlerinin fundamentalist olarak anılması 20. yüzyıl başında yazılan The Fundamentals adlı eser sebebiyledir. Kutsal Kitap’ı literal olarak okuyan fundamentalistlerin ayırıcı bir özelliği de binyılcı anlayışa sahip olmalarıdır. Modernlik karşıtı bir hareket şeklinde ortaya çıkmalarına rağmen fundamentalistlerin modern dönemin önemli göstergelerinden medyayı çok iyi kullanmaları önceden olmayan televanjelist kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu grup ilk başlarda radyo, daha sonra televizyon ve son dönemlerde interneti yetkin olarak kullanmıştır. Özellikle seyirciyle birlikte yapılan programlarda detaylı tasvirlerle Yeni Ahit okumaları, dua saatleri ve etkili vaazlar verilir. Bu kişiler arasında önde gelen bir isim Pat Robertson, kurduğu uydu ağıyla ve yaptığı kesintisiz yayınlarla kısa sürede büyük kitlelere ulaşmış ve Amerika’da dini yayıncılık alanında önemli bir isim olmuştur.Fundamentalists are a group that arose among American evangelicals in the early 20th century as a reaction to extreme liberalization and especially intense criticism of the Bible. ey are called fundamentalists because of e Fundamentals, written at the beginning of the 20th century. A characteristic of fundamentalists who read the Bible literally is their millenarianism. Although they began as an anti-modernist movement, fundamentalists’ extensive use of the media, one of the most important indicators of modernity, gave rise to the previously unknown concept of televangelists. is group has been adept at using radio, then television, and more recently, the Internet. New Testament readings with detailed descriptions, prayer times, and effective sermons are given, especially in programs with an audience. Pat Robertson, a prominent figure among these people, reached large audiences quickly with his satellite network and his continuous broadcasts and became an important name in the field of religious broadcasting in Americ
Thermal process contaminants by frying and ıt’s health effects
Kızartma yöntemi, bilinen en eski pişirme yöntemlerinden biridir. Kızartılmış besinler lezzet, renk, doku ve görünüm gibi organoleptik ve duyusal özellikleri sayesinde tüketiciler tarafından sıklıkla tercih edilmektedir. Kızartmada kullanılan yağın türü, yağ asidi bileşimi ve niteliği oldukça önemlidir. Çünkü kızartma süresince sıcaklık, nem ve oksijene bağlı olarak birçok kimyasal reaksiyon meydana gelmektedir. Bu reaksiyonların ilerlemesi ile ısıl proses kirleticileri olarak adlandırılan ve kanser başta olmak üzere obezite, kardiyovasküler hastalıklar gibi birçok sağlık problemi ile ilişkilendirilen; akrilamid, 3-kloropropan-1,2-diol (3-MCPD), glisidil esterleri (GE), polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH), trans yağ asitleri (TYA) ve furanlar oluşmaktadır. Bu çalışmanın amacı, güncel araştırmalar doğrultusunda kızartma amaçlı kullanılan yağ türlerini ve bileşimini incelemek, kızartma işlemi sonucunda oluşan ısıl proses kirleticilerinin sağlık üzerindeki etkilerini değerlendirmektir.Frying is one of the oldest known cooking methods. Fried foods are frequently preferred by consumers due to their organoleptic and sensory properties such as flavor, color, texture, and appearance. The type, fatty acid composition, and quality of the oils used in frying are very important. Because during frying, many chemical reactions occur depending on temperature, humidity, and oxygen. With the progression of these reactions, acrylamide, 3-chloropropane-1,2-diol (3-MCPD), glycidyl esters (GE), polycyclic aromatic hydrocarbons (PAHs), trans fatty acids (TFAs) and furans, which are called thermal process contaminants, are formed. These compounds are associated with many health problems such as obesity, cardiovascular diseases, especially cancer. The aim of this review is to examine the oils used in deep-frying in the light of current research and to evaluate the health effects of thermal process contaminants formed during deep-frying
Host resistance to Rhynchosporium commune
Rhynchosporium commune, arpa (Hordeum vulgare), diğer Hordeum türlerinde ve Bromus diandrus üzerinde yaprak lekesi hastalığına neden olan haploid bir fungustur. Dünya çapında tüm ılıman yetiştirme bölgelerinde bulunmakta ve ekonomik açıdan en önemli arpa patojenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Hastalığın kontrolünde en etkili ve sürdürülebilir yöntem dayanıklı çeşit kullanımıdır. Patojen ticari çeşitlerde kullanılan dayanıklılık genlerine karşı yeni virülent genotiplerini geliştirme yeteneğine sahiptir. Bu nedenle, markör destekli seleksiyon yolu ile farklı lokusların (niteliksel veya niceliksel) tanılanması ve piramitlenmesi dayanıklılık ıslahı açısından oldukça önemlidir. Bu derleme ile patojenin genetik varyasyonu, konukçu-patojen etkileşimi, dayanıklılıkta rol oynayan genler, yerel ve yabani çeşitlerde R. commune dayanıklılığı ve ülkemizde R.commune konukçu dayanıklılığı üzerine geçmişten günümüze yapılan çalışmalar özetlenmiştir.Rhynchosporium commune is a haploid fungus that causes scald on barley (Hordeum vulgare), other Hordeum species and Bromus diandrus. It is found in all temperate growing regions of the world and is considered one of the most economically important pathogens of barley. The most effective and sustainable method of controlling the disease is the use of resistant cultivars. The pathogen has the ability to evolve new virulent genotypes against the resistance genes used in commercial cultivars. Therefore, introgression and pyramiding of different loci (qualitative or quantitative) by marker-assisted selection is very important for resistance breeding. This review summarizes the genetic variation of the pathogen, host-pathogen interactions, genes involved in resistance, resistance to R. commune in landraces and wild genotypes, and host resistance to R. commune in our country from the past to the present
Evaluation of electrocardiographic findings in patients presenting to the Emergency Department with febrile convulsions
Febril konvülziyonlar, 6 ay ile 6 yaş arasındaki çocuklarda ateşe bağlı olarak ortaya çıkan nöbetlerdir. Brugada sendromu, kalpte anatomik bir problem olmaksızın sağ prekordiyal derivasyonlarda ST-segment yükselmesi ve sağ dal bloğu (RBBB) paterni ile karakterizedir ve ani ölümlere neden olabilir. Febril konvülziyon geçiren çocuklarda yapılan elektrokardiyografi (EKG) değerlendirmelerinde Brugada sendromu paterni saptanabilir ve aile üyelerinde SCN5A gen mutasyonu araştırılabilir. Çalışmamız febril konvülziyon geçiren çocuklarda Brugada sendromu paternlerinin erken tespitini ve ani kardiyak ölümleri önlemeyi amaçlamaktadır. Vakaların cinsiyetleri, yaşları, özgeçmişlerinde herhangi bir kardiyolojik hastalık öyküsü olup olmadığı sorgulandı. Başvuru anındaki kardiyolojik muayeneleri yapıldı. Tüm yüzeyel EKG’ler ‘‘MAC 2000 EKG’’ alet ile başvuru sırasında ve taburculuk yatar pozisyonda, 25 mm/sn hızla çekildi. Elektrokardiyogramlarda kalp ritmi, dakika kalp atım hızı, PR, QRS, QT ve kalp hızına göre düzeltilmiş QT (QTc) süreleri hesaplandı. Kontrol grubuna Bursa Uludağ Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Kardiyolojisi Bilim Dalı Polikliniğinde üfürüm nedeniyle yönlendirilen masum üfürüm saptanan ve ekokardiyografisi normal saptanan sağlıklı olgu grubundan 45 vaka alındı. Kontrol grupta hastaların 12 derivasyonlu bir EKG’si çalışmaya dahil edildi. Hastaların ve kontrol grubunun demografik özellikleri, 12 derivasyonlu elektrokardiyografi özellikleri karşılaştırıldı. Çalışmamızda febril konvülziyon ile başvuran çocuklarda nabız medyan değerinin ve QRS aksı medyan, PR aralığının medyan değerlerinin istatiksel olarak anlamlı şekilde yüksek olduğu görüldü. Bir olguda QTc de uzama, bir olguda tip 2 Brugada paterni saptandı. Sonuç olarak: Bu çalışmada FK geçiren çocuklarda 12 kanal EKG çekilmesi gerekliliği vurgulandı.Febrile convulsions, occurring in children aged 6 months to 6 years, are seizures associated with fever. Brugada syndrome is characterized by specific EKG patterns including ST-segment elevation in certain heart leads, without structural abnormalities but often with a right bundle branch block (RBBB), potentially leading to sudden death. In children with febrile convulsions, EKG evaluations can reveal Brugada syndrome indicators, prompting genetic testing for SCN5A mutations in affected families. Our study aims to detect these patterns early to prevent sudden cardiac deaths. We queried patients' genders, ages, and cardiac histories, conducting cardiological exams upon admission. Surface EKGs were recorded using the "MAC 2000 EKG" device at admission and discharge (lying down at 25 mm/s). We compared demographic characteristics and EKG features between 45 cases and a control group of healthy individuals with murmurs, confirmed normal by echocardiography. Our study observed statistically significant higher median values of pulse rate, QRS axis, and PR interval in febrile convulsion cases. Prolonged QTc and type 2 Brugada patterns were identified in some. In conclusion, our findings underscore the importance of 12-lead EKGs in children with febrile convulsions, emphasizing early detection to mitigate sudden cardiac risks
Comparison of Alpha and Z generation children aged 5-6 years in accordance with the views of teachers and mothers
Bu araştırmada öğretmen ve anne görüşleri doğrultusunda 5-6 yaş Alfa ve Z kuşağı çocuklarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu temel amaç doğrultusunda; 5-6 yaş Alfa ve Z kuşağı çocuklarının sosyal özellikleri, kişilik özellikleri, bilişsel özellikleri ve genel özellikleri açısında karşılaştırılarak kuşak özellikleri incelenmiştir. Nicel araştırma yöntemlerinden tarama modeli ile yürütülen çalışmada ölçüt örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın evreni Kocaeli ilinde yer alan Çayırova, Darıca ve Gebze ilçelerindeki resmi anaokulları ve anasınıflarında görev yapmakta ve mesleki deneyimi en az 13 yıl olan okul öncesi öğretmenleri ile bu öğretmenlerin velisi konumunda olup Alfa ve Z kuşağında çocuğu bulunan anneler oluşturmaktadır. Çalışmada 46 öğretmen ve 18 anne olmak üzere 64 katılımcı yer almıştır. Araştırmacı tarafından hazırlanan ve dört kısımdan oluşan "5-6 Yaş Alfa ve Z kuşağı Çocukları Kuşak Özellikleri Anketi" katılımcılara uygulanmış olup araştırmanın verileri SPSS (Statiscal Package For Social Sciences) paket programında analiz edilmiştir. Ankette yer alan her bir madde, verilen cevaplar doğrultusunda yüzde ve frekansı hesaplanarak tablolaştırılmıştır. Ayrıca annelerden gelen anketler cinsiyet ve kuşak ilişkisi açısından da karşılaştırılması amacıyla çapraz tablo (ki kare-kay kare) analizine de yer verilmiştir. Anketteki açık uçlu sorular içinse içerik analizi yöntemi kullanılarak elde edilen bulgular yorumlanmaya çalışılmıştır. Araştırmanın sonucunda anne görüşleri doğrultunda sosyal ve bilişsel özellik yönünden Alfa kuşağının; kişilik özelliği yönünden Z kuşağını daha pozitif özelliklere sahip olduğu saptanırken öğretmen görüşleri doğrultunda sosyal, kişilik ve bilişsel özellikler yönünden Z kuşağının daha pozitif özelliklere sahip olduğu saptanmıştır. Genel özellikler yönünden ise öğretmen ile anne görüşleri her iki kuşağı eşit olarak kabul ettiği belirlenmiştir. Ayrıca anne görüşleri doğrultusunda Alfa kuşağındaki kızların; kişilik, bilişsel ve genel özellik yönünden daha pozitif özelliklere sahip olduğu görülürken erkeklerin sosyal özellik yönünden daha pozitif olduğu görülmektedir. Z kuşağında ise erkeklerin sosyal, kişilik, bilişsel ve genel özellik yönünden daha pozitif özelliklere sahip olduğu görülürken genel özellik yönünden her iki cinsiyetin de eşit olarak kabul edildiği görülmektedir. Son olarak kuşak özellikleri yönünden bu iki kuşak karşılaştırıldığında anneler Alfa kuşağının öğretmenler de Z kuşağının daha pozitif kuşak özelliklerine sahip olduğunu belirtmektedir. Buna ek Alfa kuşağı; eğlenmediği bir yerde durmak istemeyen, çabuk sıkılan, sabırsız, aşırı hareketli olmayan, hayalperest, akran zorbalığına sık rastlanan, benmerkezci, teknolojiyi üst düzeyde kullanan, teknolojiye uyum sağlama isteğinin yanında hayatın zorluklarıyla yüzleşmekten yorulan ve ekran bağımlısı şeklindeki özelliklerle nitelendiği de araştırmanın sonuçlarında yer almaktadır.In this research, it is aimed to compare Alpha and Z generation children aged 5-6 years in accordance with the views of teachers and mothers. In line with this basic purpose; The generation characteristics of Alpha and Z generation children aged 5-6 years were compared in terms of social characteristics, personality characteristics, cognitive characteristics and general characteristics and the generational characteristics were examined. The criterion sampling method which is one the quantitative research methods, was used in the study conducted with the screenin model. The habitat of the research contains; the teachers with at least 13 years of professional experience and who are working at kindergartens in Çayırova, Darıca and Gebze districts located in Kocaeli province, and mothers of Alpha and Z generation children which are educated by the proverbial teachers. There were 64 participants in the study, including 46 teachers and 18 mothers. The "Generation Characteristics Questionnaire of Alpha and Z generation Children Aged 5-6 Years" prepared by the researcher and consisting of four parts was applied to the participants and the data of the research were analyzed in the SPSS (Statiscal Package For Social Sciences) package program. Each item in the survey has been tabulated by calculating the percentage and frequency according to the answers given. In addition, cross-tabular (ki kare-kay kare) analysis was also included in order to compare the questionnaires from mothers in terms of gender and generational relationship. For the open-ended questions in the survey, it has tried to interpret the findings obtained by using the content analysis method. As a result of the research, it was found that generation Alpha has more positive characteristics in terms of social and cognitive characteristics in line with maternal views; generation Z has more positive characteristics in terms of personality characteristics, while generation Z has more positive characteristics in terms of social, personality and cognitive characteristics in line with teacher views. In terms of general characteristics, it has been determined that the views of the teacher and the mother accept both generations equally. In addition, according to maternal views, it is observed that girls in the Alpha generation have more positive characteristics in terms of personality, cognitive and general characteristics, while boys are more positive in terms of social characteristics. In generation Z, it is seen that men have more positive characteristics in terms of social, personality, cognitive and general characteristics, while both sexes are considered equal in terms of general characteristics. Finally, when these two generations are compared in terms of generational characteristics, mothers say that Alpha generation and teachers say that generation Z has more positive generational characteristics. In addition, the Alpha generation; not wanting to stop in a place where it is not having fun, bored quickly, impatient, not overly mobile, dreamer, frequent bullying of peers, egocentric, using technology at a high level, tired of facing life's difficulties in addition to the willingness to adapt to technology and screen addiction Octogenarians are also included in the results of the research
An ethnobotanical research on woody landscape plants used in urban parks
Kentsel açık yeşil alan tasarımının vazgeçilmez elemanlarından biri olan bitkilerin çeşitli ekosistem hizmetlerini sağlama potansiyelleri vardır. Sahip oldukları görsel ve fonksiyonel özellikleri ile bitkiler; etkili tasarımlar yaratmak için kullanılırlar. Geçmişten günümüze insanlar ilaç, gıda, yakacak ve eşya yapımı gibi birçok farklı amaçlarla bitkilerden yararlanmaktadır. Bu bağlamda; insanların bitkiler ile ilişkisini ifade eden “etnobotanik” terimi; ekonomik, ekolojik ve kültürel bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Kent peyzajında gördüğümüz ve tanıdığımız birçok bitkinin etnobotanik kullanımı mevcut olup, bu bitkiler genellikle yöreye ve bölgeye özgü bitkiler olarak sürdürülebilirlik açısından oldukça önemlidirler. Bu amaçla, geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Bursa ilinde yer alan dört kent parkında mevcut odunsu bitkiler çalışmanın ana materyali olarak belirlenmiştir. Çalışma kapsamında bu bitkilerin etnobotanik kullanımları irdelenmiştir. Sonuç olarak kent parklarında tespit edilen 117 taksonun etnobotanik kullanımlarının olduğu görülmüştür. Bu bitki taksonlarının özellikle tıbbi (% 89.74) ve gıda amaçlı (%70) kullanımlarının yaygın olduğu tespit edilmiştir. Kent parklarında kullanılan taksonların etnobotanik potansiyelinin yüksek olduğu göz önüne alındığında bu bitkilerin tanıtılması ve farkındalık yaratılması gerekli olmakla birlikte, sürdürülebilir tasarımların oluşturulmasına da katkı sağlayacağı öngörülmektedir. Aynı zamanda etnobotanik kullanıma sahip bitkilerin kentsel yeşil alanlarda kullanımının yaygınlaştırılması, bu kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasında önemli katkılar sağlayacaktır.Plants are an essential component of urban green spaces, providing a range of ecosystem services. With their visual and functional properties, plants are used to create effective designs. Throughout history, plants have been used for various purposes, including medicine, food, fuel, and furniture. In this context, the term 'ethnobotany' expresses the relationship between people and plants as an economic, ecological, and cultural concept. Many plants in the urban landscape have ethnobotanical uses, making them important for sustainability as local and region-specific plants.The study focused on woody plants in four urban parks in Bursa province, which has hosted many civilizations from past to present, were determined as the main material of the study. The ethnobotanical uses of these plants were examined, revealing that 117 taxa found in the city parks have ethnobotanical uses. These plant taxa are primarily used for medicinal (89.74%) and food purposes (70%). Considering the high ethnobotanical potential of the taxa used in urban parks, it is necessary to introduce these plants and raise awareness, and it is predicted that it will contribute to the creation of sustainable designs. Additionally, the widespread use of ethnobotanical plants in urban green spaces will make important contributions to the transfer of this cultural heritage to future generation